İsrail Çerkesleri ve “Kültürel Otonomi”
“21 Mayıs 1864 Büyük Çerkes Sürgünü”yle, Çerkesler
Osmanlı Ülkesi’ne sürüldü. Sürgünler, Batum, Trabzon, Samsun, Sinop, Akçakoca, Mudanya, Çanakkale, Gelibolu, Selanik, Köstence,
Varna, İstanbul limanlarına getirildi. Sürgün sırasında ve karantinalarda büyük trajediler
yaşandı.
Çerkeslerden
bazıları, bugünkü Türkiye sınırları içinde, bazıları da o zamanlar Osmanlı
Ülkesi sınırları içinde bulunan “Balkanlar”da, Suriye’de, Lübnan’da, Ürdün’de,
Irak’ta, Filistin’de, İsrail’de iskân edildi.
1929’da, Simon Canaşia, alan çalışması yapmak üzere
Adigey'e gider; Şapsığlar’ın yaşadığı bölge Cubga’da bir ihtiyar ile
karşılar. İhtiyar, “1864 Büyük Çerkes
Sürgünü” günlerine ilişkin şunları anlatır:
“Deniz kenarında yedi yıl boyunca atılmış insan
kemikleri vardı. Kargalar, erkek sakallarından ve kadın saçlarından yuvalarını
kurarlardı. Deniz, yedi yıl boyunca karpuz gibi insan kafataslarını atıyordu.
Benim orada gördüklerimi düşmanımın bile görmesini istemem…”
“Balkanlar”a iskân
edilen Çerkesler, 1877-1878
Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) ardından bir diğer sürgünü yaşadılar.
Bu makalemde, günümüzde İsrail Devleti sınırları içinde kalan
iki Çerkes Köyü’nden kısaca bahsedeceğim: “Kfar-Kama” ve “Reyhaniye”. Bu iki köyde “Balkanlar”dan bu bölgeye iskân edilen iki Çerkes
(Adige) Boyu yaşıyor: “Şapsığlar”
ve “Abzehler”. 3.200 Şapsığ “Kfar-Kama”da, 1.300 Abzeh “Reyhaniye”de yaşıyor.
Bu Çerkes “göçmenler”, yöreye ilk yerleştiklerinde çevre
köylerdeki Araplar, çeşitli sebeplerle kendilerini hoş karşılamazlar;
dışlarlar. Onları, “Moskof” olarak tanımlarlar.
“Kfar-Kama”
ve “Reyhaniye”, Osmanlı Yönetimi’nden
sonra Büyük Britanya’nın Manda Yönetimi’ndeki Filistin sınırları içinde kalır. 1948’de
İsrail Devleti kurulunca da, bu iki köy bu ülkenin sınırları içinde kalmış
olur.
İsrail Çerkesleri, anadillerinin bir alfabesi olduğundan ve
S.S.C. B.’nde anadilleriyle yayımlanmış sayısız kitap ve bazı dergilerin
bulunduğundan 1958’e kadar habersizdir.
Bir gün Kfar-Kamalı bir öğretmen, S.S.C. B.’nde Kiril
Alfabesi temelli Çerkes Alfabesi’yle yayımlamış Çerkesçe (Adigece) kitapları
bir şekilde edinir; ardından da bu kitaplarla anadilini okumayı ve yazmayı
öğrenir. Bu öğretmen daha sonra, kendi çabalarıyla Kfar-Kamalılara,
anadillerini okuma- yazmayı öğretir.
S.S.C. B.’nde yayınlanmış, Kızıl fularlı genç piyonerlerin
fotoğraflarının da yer aldığı bu Çerkesçe kitaplar elden ele dolaşır; lime lime
olur. Elden ele dolaşan bu kitaplar, İsrail yetkililerin de dikkatinden kaçmaz;
Soğuk Savaş Yılları’dır.
İsrail vatandaşı Çerkes Aydınları, anadillerine sahip
çıkarlar. Zaten konuştukları anadillerinin eğitim- öğretim dili olması için de ciddî
bir mücadele başlatma cesaretini gösterirler. İsrail’deki Çerkes Toplumu da,
anadillerine sahip çıkma konusunda el ele verir. Seferber olurlar ve haklarını
ararlar; İsrail Eğitim Bakanlığı’na başvururlar.
Bu döneme ilişkin Çerkes Aydınları’ndan Ö. Alp’ın 1997’de
anlattıkları mealen şöyle:
“1960’lı yıllarda İsrailli Yetkililer, Türk Dışişleri’ne
resmî bir yazı gönderirler: ‘İsrail’de yaşayan Çerkes Vatandaşlarımız var.
Okullarında, Çerkesçe eğitim- öğretimine ilişkin çalışma yapmak istiyoruz.
Çerkeslerin en çok Türkiye’de yaşadığı düşüncesiyle, Türkiye’nin Çerkesçe eğitim-
öğretimi konusundaki deneyimlerinde faydalanmak istiyoruz.’ Bir süre sonra
İsrail Yetkileri’ne Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayan imzalı bir yazı gider:
‘Ülkemizde Çerkes adlı bir toplum bulunmamaktadır.’ Hâlbuki İhsan Sabri Çağlayan da bir Çerkes’dir.”
İsrail Eğitim
Bakanlığı, 1971’de, Çerkesçe’nin Çerkes
köylerinde ders olarak okutulmasını kabul eder. Çalışmalar başlar. Michigan Üniversitesi’nden Dil
Uzmanı profesor John Catford davet
edilir; iki ay süreyle ilgili kadrolara dilbilgisi teknik
eğitimine ilişkin bilgilendirmelerde bulunması sağlanır. S.C.C. B.’nde yayınlanmış
Çerkesçe ders kitapları temel alınarak çeşitli çalışmalar da yapılır. Sonunda da İsrail Çerkesleri için köylerinde okullar açılır. Çerkesçe onlar
için “zorunlu ders” olur.
Evde anne-babalarından Çerkesçe öğrenen bu köylerin
çocukları, köy okullarında da Çerkesçe okuyup yazmayı öğreniyorlar;
anadillerini geliştiriyorlar. Okul müfredatları
kapsamında; Çerkesçe şarkılar öğreniyor, piyesler sergiliyor, Anavatan’da
yayımlanmış Çerkesçe edebiyat eserlerini okuyor ve Tarihleri hakkında da
bilgilendiriliyorlar.
“Kfar-Kama Köyü”,Yahudi yerleşimlerine, “Reyhaniye Köyü” Arap
yerleşimlerine daha yakın. Bu yüzden de Köy Okullarından sonra Kfar-Kamalı
Çerkes çocukları, Yahudi Yerleşimleri daha yakın olduğu için oradaki okullarda,
Reyhaniyeli Çerkes çocukları da, Arap Yerleşimlerine yakın olduğu için oradaki
okullarda öğrenimlerine devam ediyorlar.
“Kfar-Kama” ve “Reyhaniye” adlı bu köylerin çocukları dört
dille büyüyor: Çerkesçe, İbranice, Arapça ve İngilizce.
Kfar-Kama” ve “Reyhaniye”lilerin aralarında
konuştukları tek dil Çerkesçe. Ancak köy dışından olanlarla ve köy dışında İbranice,
Arapça veya İngilizce de okuyup yazıyorlar; konuşabiliyorlar.
İsrail Çerkesleri, böylesi bir “kültürel otonomi”ye
sahip: Camileri var, ibadetlerini özgürce yapabiliyorlar. Anadillerini, gelenek
ve göreneklerini özgürce yaşatabiliyor ve huzur ve güven ortamında yaşıyorlar.
Kimliklerini geleceğe tanımanın imkânlarına sahipler. İsrail Devlet
kademelerinde de kimliklerini saklamadan görev alabiliyorlar.
Türkiye’deki gazetelerde “Kfar-Kama” ve “Reyhaniye” ye ilişkin sıkça
haberler çıkıyor. Ancak bu haberlerde İsrail Çerkesleri’nin anadili mücadele
süreçlerine ilişkin tek satır yer almıyor; daha ziyada magazinsel haberleri
duyuruluyor.
İsrail
Çerkeslerinin, bu kültürel otonomileri konusunda Türkiye’deki iki Çerkes
Aydınları’ndan da görüşlerini aldım.
Araştırmacı-yazar Yalçın Karadaş bu konuda şöyle diyor:
İsrail devletini aklı başında insanlar yönetiyor belli
ki. İki Çerkes köyü tüm etnik, dilsel ve kimlik haklarını elde etmiş durumda.
Türkiye ise bu konuda en çok Çerkesin olduğu ve haklarının hukuklarının alenen
en çok çiğnendiği ülke.”
Araştırmacı-yazar Ali Çurey şunları söylüyor:
“İsrail’de iki Çerkes köyü var:
Reyhanlı ve Kfar-Kama. Abezexe ve Şhapsığe (Абэ- зэ- хэ ve Щхьэ- псы- rъэ)
ağırlıklı. Ben gidip görmedim. Oralı olan Çerkes dostlarımdan öğrendiğime göre,
tüm kültürel varlıklarının yaşatılması serbest ve yasal. Hatta İsrail Devleti,
kültürlerini yaşatmaları için Çerkeslere bütçe ayırmaktadır. Bu durum İsrail’in
de yüz akıdır; böyle düşünüyorum.”
Beşto Yılmaz
Beştepe, Cherkessia.net’te Natpress’den
şu haberi aktarıyor:
“İsrail, Dürzi ve Çerkes
topluluklarının gelişimi için 200 milyon şekel bütçe ayırdı. 29 Aralık Pazar
günü, İsrail Hükümeti 2020 yılında Dürzi ve Çerkes topluluklarının
geliştirilmesi ve güçlendirilmesi için bir planı onayladı.” (2 I
2020).
Bu vb. konularda ayrıntılı bilgi edinmek
istiyorsanız, Ali Kasumov ile Hasan Kasumov’un “Çerkes Soykırımı” (Kafder), Ali Çurey’in “Sürgün Halk Anadolu Çerkesleri”
(Çiviyazıları), Muhittin Kandur’un
“Büyük Çerkes Sürgünü” (Apra), Özel Uğurlu’nun “Sürgün” (Kavim), Süha
Baytekin’in “Çerkes Sürgünnamesi”(Apra),
Kutarba Hayri Ersoy’un “Sürdüler Sürgün Oldum”, “Sürgün Sessiz Ölür” ve “Çöl Sıcağında Bile Üşürsün Sürgünsen” (Belge)
adlı kitaplarını da mutlaka okumalısınız.
Bir sonraki makalemde buluşmak
üzere sağlıcakla kalın!
(9 II 2020)
Ali
İhsan Aksamaz
https://sonhaber.ch/ali-ihsan-aksamaz-israil-cerkesleri-ve-kulturel-otonomi/
https://www.kitapyurdu.com/yazar/ali-ihsan-aksamaz/367.html
https://www.kitapyurdu.com/yazar/ali-ihsan-aksamaz/367.html