31 Mart 2020 Salı

Oşkayulvaşi Opapeşi Bayrami Nevruzişi Odude







Nevruzi ren otxo vit̆oş ʒ̆aneri. Çkin eşo miçkinan. Ç̆areli odudepe do majura genomskidepek eşo ambari miʒ̆umernan do emuşeni.  Mcveşi orapes, “Gutepes” ar bayrami uğut̆erenan. Eya bayramis coxont̆eren “Zagmuk̆i”. Edo Mçveşi orapes, “Gutepekti”  aya bayrami oxvamus kogyoç̆k̆erenan oxvamepes. Zagmuk̆iş bayramişi oxvamuşi orapes, didi daçxiri igzinet̆eren.  Mapati milleti k̆ala arto t̆eren. Uk̆açxeni oşʒ̆anurepes, Zagmuk̆uri adetik Zerduştobasti yeçkinderen. Uk̆ule aya oxvamuşi adetepe; “Xurit̆epe”, “K̆asit̆epe”, “Mitanepe”, “Urart̆upe”, “Medianurepe”şi orapesti  naqonineren.

Dido, dido mçveşi orapes, Zervani coxoni ar Ğormoti kort̆eren. Emus uqount̆eren jur biç̆i bere. Entepeşi art-artis coxont̆eren Hurmuzi. Majurasti coxont̆eren Ehrimani. Hurmuzi rt̆eren bereketi do tenaşi semboli.  Ehrimani rt̆eren p̆at̆inoba do udobağinobaşi semboli. Eşo iceren. Dicle do Firat̆ik na skidun do Ahura Mazda şk̆elen xvameri dixapes, Hurmuzi k̆ainoba do medeniyetişi odude, Ehrimaniti Hurmuzişi mt̆eri na ren içkinen. Hurmuzis unt̆eren, Zerdustik iqvas muşi matemsile mtel kianas. Edo emu mendoçkveren kianaşa. Guri muşisti qoropa dolodveren. Zerduşikti muşi biç̆epe do osurepe Hurmuzis meçeren. Hurmuzi dido ak̆isk̆aneren. Ehrimanik ginže ʒ̆anapes k̆ai k̆oçepe k̆ala ok̆vak̆ideren. K̆ai k̆oçepes, Zerdustişi motalepes uraxat̆oba meçeren Ehrimanik, Mediaşi dixas. Ehrimanik nʒaşen milletis daçxirepe geot̆k̆oçeren, furt̆unape yoçkinderen. ÇodinastiEhrimanis guris na uğut̆eren ink̆raxi do p̆at̆inobaşi ğuržuli zalimi Dehakişi kunis dolodveren. Ehrimanik emu mendoçkveren Asuruli do Medianuri milletepeşa, entepes p̆at̆inoba oxvenapuşa.

Dehakis uğut̆eren ar mahareti: p̆at̆inoba.  Zalimi Dehakik milletişi  diʒxiri oʒ̆uʒ̆onuten skideren.  Zavali milletişi diʒxiri ʒ̆uʒ̆onupt̆uşi, kunis na uğut̆u ğuržuliten izabuneren Dehakik. Emus aqveren didi ʒ̆k̆uni. Aya derdişi çare va ažireren Dehakis. Emindropeşi hekimepek eşo tkverenan: “Aya ʒ̆k̆unişen moçitu do yarape ok̆au şeni,  yarapes ç̆ami usvit. Ç̆ami tkvani jur ağanmordale varna jur bereşi kunepe ren k̆arta ndğas. Jur kuni dogaç̆iren k̆arta dğas.” Aşoten t̆erori do k̆atliamiten yopşa dğalepe kožireren milletik. K̆arta ndğas jur ağanmordale oğurinapt̆erenan do entepeşi kunepe usverenan Dehakişi yarapes. Aʒ̆i Medianuri berepeşi oğurinuşi sira moxteren. K̆arta bereşi ğuraten, Dicle, Firati, Mezrabotanişi dodgitak ip̆at̆ineren. Mark̆ine Kava coxoni ar k̆oçi t̆eren. Edo emus uqount̆eren (18) vit̆o ovro biç̆i. Murenki entepeşi vit̆o şkviti oğurineren Dehakik, entepeşi kunepe ç̆ami oxvenu şeni. Aʒ̆i sira (18.) vit̆o maovrani biç̆is t̆eren. Zavali Kava t̆eren uçareli.

Eçi Mirk̆anişi serişen (21) eçi do ar Mirk̆anişi ç̆umanişa, mark̆ine Kavak daçxiri k̆ala otaneren seri. Biç̆i muşi, zalimi Dehakişen moşletinuşi çarepe ožiramus kogeoç̆k̆eren.  Mark̆ine Kava t̆eren umuteli mara, guris uğut̆eren  qoropa do imendi. Edo nʒaşi  (17.) maşkvitani k̆atis skideri k̆ainobaşi matemsilek Ninovuri mark̆ine Kavaşi xeqalis menceli do nosi muşisti tena meçeren. Edo zalimişen moçituşi menceli meçeren emus.  (21) eçi do ar Mirk̆anişi ç̆umanis, Kavas biç̆i muşi Dehakis xe muşiten meçamu unt̆eren. Edo zalimoba do p̆at̆inobaşi cixaşa amaxteren. Muşi biç̆i emus meçamuşi oras, Dehakişi dudis languri muşiten geçeren. Dehaşi t̆ani Kavaşi ʒ̆oxle mencelişen meluşi, p̆at̆inobaşi paluri meskireren noğa Minovas. Noğa Minovaşi milleti do manžagere majura milletepek zalimepeşa yedgiterenan. Daçxirepe igzinet̆eren k̆arta svas. Uk̆uleti sarayişa iderenan. Yedgitaşi goʒ̆oncğoneri Kavaşi xanç̆eni, sk̆ita do mç̆ita peroni dulyaş dolokunu iqveren yedgitaşi bandara. Muşi daçxiriti iqveren oxoşkvobaşi nok̆ançxule. Milletik  oxoşkvobaşi nok̆ançxulepe artikartis meçeren. Germapesti daçxirepe igzinet̆eren. Xelebak naqoneren dğalepes. Zalimi Dehakişen  moçiteri opapek ognaperenan (21) eçi do ar Mirk̆ani entepeşi oxoşkvoba, moçitu do milletepeşi bayrami. Edo eya oxvamus kogeoç̆k̆erenan k̆arta ʒ̆anas.  Xolo emindroşen doni, mark̆ine Kava eya yedgitaşi gurami do Nevruziti yedgitaşi dğa işineren.

Nevruzişi bayramo oxvamu do marik̆ine Kava artikartişen çkvaneri ožiramu ʒ̆ori va ren. Nevruzi ixvaminen “Gutepe”şen doni, otxo vit̆oş ʒ̆anaşen doni. Mark̆ine Kavaşi gecginobaşi tariğiti ren Krist̆eşen ʒ̆oxleni (612) anş oşi do vit̆o jur ʒ̆anas. Oşkayulvaşi milletepek Nevruzi oşʒ̆anurapeşen doni xvamupan. Oşkayulvaşi am milletepek şinupan Kava entepeşi onʒ̆ireni, majura zalimi Dehakepeşa medgineri k̆abğas. Edo (21) eçi do ar Mirk̆anepeti ağani dğaşi otanu işinen. Bayramo oxvamus kogyoç̆k̆es eya.

Aya bayrami ʒ̆alona çkinisti ixvaminen. Edo (21) eçi do ar Mirk̆ani moxtaşi, zeri milletepek milleturi do demok̆rat̆iuri talebepe ognapu do mogu şeni meydanepeşa ulunan.  Vit̆oş ʒ̆anoni cinconi tarixuri do k̆ult̆uruli pasi muşiten, Turkiyeşi dixapes na skidunan mtel milletepeşi misoba do cumaloba şeni udodginu noçkinu ren irişen beciti hediye aya ʒ̆alonaşi mtel k̆oçepes meçamu şeni.

(Eğitim- Sen’in yayın organı Eğitim ve Bilim Emekçileri Bülteni’nden Türkçesi gönderilen bu metin tarafımdan Lazca’ya tercüme edildi ve aynı bültenin Mart- Nisan 2014 sayısında yayımlandı.)

Ali İhsan Aksamaz
aksamaz@gmail.com


Milliyet Gazetesi’ni Okumayalım!





Milliyet Gazetesi’ni Okumayalım!

Ben Milliyet Gazetesi’ni hiç okumam. Bu sebeple de aşağıdaki haberden sonradan bilgim oldu. İnternet üzerinden araştırdım. Haber, Milliyet Gazetesi’nin 21 Mayıs 2012 tarihli nüshasında çıkmış.  Haberin başlığı şöyle: “Özgürlük bahçesi mi? Günahlar şehri mi? -1” Gazetede yazıldığına göre, haberi Miraç Zeynep Özkartal yapmış. Haber, Ozan Güzelce’nin fotoğraflarıyla veriliyor. Batum’un bu şekilde gündeme getirilmesi, başkalarını bilmem ancak beni üzdü ve yaraladı. Bu haberin ne kadarı adı geçen gazeteciye ait, ne kadarı da başkalarının “katkılarıyla” masa başında hazırlanmış; bunu bilemem. Zaten önemli de değil.  

            “Batum” denilince bizden öncekiler, doğru-yanlış Rusya’yı bilirler. Orada bizim gibi Lazlar varmış. Rusya neresiydi? Batum neresiydi? Lazlar orada ne arıyorlardı? Sonradan öğrendiklerimiz de oldu az da olsa. Oradaki Lazlar okulda Lazca dersler görüyorlarmış. Başkalarını bilmem, Laz büyüklerimden, akrabalarımdan duyduklarımla, küçüklüğümde kafamda bir “Batum” imajı oluşmuştu. Batum, aynı Paris gibi, aynı Beyrut gibi çocukluk hayallerimi süsleyen şehirlerden biriydi. Eskiden, bizimkiler İstanbul’u bilmezlermiş. O zamanlar çok daha yoksul olan yöremizden insanlar “Rusya’ya” giderlermiş gurbete; para kazanmak için. Yani; Batum’a, Anak’liya’ya, Sokhum’a, Gagra’ya, Oçamçire’ye. Bizim Lazlardan, Osmanlı Ülkesi’nden “Rusya’ya” (ya da onların söyleyişiyle “Rusye”ye) o yörelere çalışmaya gidenler önce çok şaşırırlarmış. Onları en çok şaşırtan, gittikleri bu yerlerin yerli halkı olan Megreller ve Lazlarla kolayca anlaşabilmeleriymiş. Hem dil olarak anlaşırlarmış onlarla hem de tarz ve tavır olarak. Megrellerin Hıristiyan olduklarını öğrenince, çok şaşırırlarmış. Bizim ihtiyarlar, biz Lazların da Megrelden ( onların söyleyişiyle “Mergelden”) dönme olduğumuzu da söylerler.

            Sadece Çarlık zamanında değil, Sovyetler döneminin ilk yıllarında da “Batum” ile biz Lazların ilişkisi canlı bir şekilde devam etmiş. Arazisi Sovyetler Birliği tarafındaki Laz köyünde, evi Türkiye tarafında olan Lazlar varmış. Sabah oraya giderler akşam buraya dönerlermiş. Ya da tam tersi. Böyleymiş bir zamanlar bizimkilerden bazılarının hayatları. Sonra 1937 gelmiş. İkinci Bütük Savaş öncesi. Herşey değişmiş. Oradaki orada, buradaki burada kalmış. Kapı kapanmış. Ta ki 1988 yılına kadar.

            Batum denilince aklımıza işte o “Rusye” gelirdi işte. Haritalara bakmak hiç aklımıza gelmezdi; akıl edemezdik demek. Belki de o masalsı anlatımların sihirinin bozulmasını istemezdik.  Büyüklerden, oraya gidip orada yerleşen insanlarımızı duyardık. Oradan buraya “Rus” gelin getirenleri duyardık; bilirdik.

            İşte böyle geçti “Soğuk Savaş Yılları”.

            Sarp Sınır Kapısı 31 Ağustos 1988’de açıldı. Gidiş-gelişler başladı. Ve Sovyetler Birliği 1991 sonunda çözüldü. 

            Bu yeni dönemde. Bilmediklerimizi öğrenmeye; yanlış, eksik bildiklerimi düzeltmeye başladık. Batum (bizim Lazların söyleyişiyle “Batumi”), çocukluğumun bu masalsı kentini tanımaya başladık; öğrendiklerimizi paylaştık.

            Batum’a iki kez gittim; kaldım. Çocukluğumun masalsı kentine kavuştum. Sokakları, caddeleri, güzel yapıları, Botanik Bahçesiyle, sahiliyle, camisi, sinogogu ve kiliseleriyle tarih kokan kent. Batum, sokaklarında Lazca konuştuğum kent. Gonio Kalesi; Laz komutan K’akhaberi’nin kenti.  

İşte böyle bir gönül bağım var Batum ile. Gidemesem de, kafamın bir yerinde Paris, Roma, Londra varsa, diğer tarafında da Batum ile Sokhum var.

Milliyet Gazetesi’nin haberini okuyunca, çocukluk anılarıma, aidiyet duyduğum değerlere pislik bulaştırılmak istendiğini hissettim. Bu sebeple haberin ayrıntısına girmeyeceğim. Bilinmesi gereken bir nokta var: Ankara ne kadar kirliyse, Batum’un da o kadar kirli olmadığını düşünüyorum. Dikkat çeken nokta, Milliyet Gazetesi’nin neden yakınındaki pislikleri değil de çok uzaklara yöneldiğidir. Batum’un, böyle bir haberi hak etmediğini düşünüyorum. Milliyet Gazetesi’nin bu haberi, yalnızca Lazlara ve Gürcülere hakaret etmekle kalmıyor; onların tarihine ve atalarına da kara çalmaya çalışıyor. Milliyet Gazetesi’ni protesto ediyorum. Bütün duyarlı insanları, Milliyet Gazetesi’ni okumamaya ve Basın Konseyi’ne şikâyet etmeye çağırıyorum  (23.05.2011) 

Ali İhsan Aksamaz








Batum-Sarp-Hopa hattına Milliyet Gazetesi’nin 'ilgisi'





Batum-Sarp-Hopa hattına Milliyet Gazetesi’nin 'ilgisi'


Dün Galatasaray Lisesi önünde bir basın açıklaması yaptık. Hatırlarsınız Milliyet Gazetesi’nde 21-22 Mayıs 2012 tarihlerinde Batum’a, Batumlulara, Hopa’ya, Hopalılara ilişkin bir haber çıkmıştı. Haberde Batum bir melanet yuvası olarak gösteriliyor. Ayrıca da Doğu Karadenizliler, Lazlar, Gürcüler, Hemşinliler de bu melanet yuvasına gitmeye hazır yoldan çıkmış insanlar olarak anlatılıyor. Hopa’daki ekonomik krizin sebebi olarak Batum gösterilmek isteniyor. Gerçek, Milliyet Gazetesi’nin haberinde gösterilmeye çalışıldığı gibi midir? Doğu Karadeniz’deki ekonomik krizin sebebi olarak bir başka ülke gösterilebilir mi? Hopa’nın da, Doğu Karadeniz’in ekonomik sorunlarının da, işsizlik ve yoksulluğun sebebi de Batum mudur, Batumlular mıdır?! Eğer Batum’da bir yozlaşma, çürüme ve kokuşma varsa, orası bir melanet yuvasıysa, bütün bunları haber yapmak Milliyet Gazetesi’ne mi kalmıştır?!
Milliyet Gazetesi, Batum’a giren vahşi kapitalizmden mi rahatsızdır? Milliyet Gazetesi Türkiye’deki ekonomik sorunları aynı dille yazabilmiş midir? Aynı Milliyet Gazetesi vahşi kapitalizmin saldırısına göğsünü siper edebilmiş midir Türkiye’de de Batum’u hedef tahtasına oturtmaya çalışmaktadır?! Milliyet Gazetesi; yapısı, duruşu ve yayınlarıyla kapitalizmi sorgulayacak halde değildir. Böyle olunca, Milliyet Gazetesi’nin Batum’da, Hopa’da, buralardaki ekonomik hayat, ekonomik sıkıntılar ve yozlaşmayla ilgili yaptığı yayının aslında bir şeyleri saklamaya ve bir şeylere çanak tutmaya çalıştığı açıktır.

Milliyet Gazetesi, gazeteci Miraç Zeynep Özkartal ‘ı yöreye göndermiş ve o da görevini yapmıştır. Hazırladığı habere, masada ne şekilde müdahaleler yapılmıştır, bilemeyiz. Bizi de ilgilendirmez. Sonuçta haber bu gazetecinin adıyla yayınlanmıştır. Batum, bizler için önemlidir. Batum, bazı Laz ve Gürcülerin Osmanlı-Rus Savaşları sebebiyle kopup geldikleri bir yöredir. Doğu Karadeniz insanlarının geçmişte gidip ekmeklerini aradıkları yerdir Batum. Geçmişte Lazların ve Gürcülerin kentiydi. Yörenin liman kentidir. Ticaret merkezidir. Kültür merkezidir. Bizim maddi ve manevi aidiyet duyduğumuz kentlerden bir tanesidir. Milliyet Gazetesi’nin yaptığı haksız yayın yalnızca orada yaşayan Lazlara, Gürcülere ve diğer milliyetlerden insanlara hakaret etmekle kalmıyor. Bu insanlarının geçmişleri de, ataları da ağır hakaretlerden payını alıyor. Milliyet Gazetesi’nin yörenin geçmişini ve bugününü, atalarımızı ve yörede yaşayan insanlarımızı aşağılaması kabullenilecek bir durum değildir.

İşte yukarıda kısaca belirttiğim sebeplerden dolayı Milliyet Gazetesi’nin haberine ve haberi hazırlayan gazeteciye karşı bir tavır takınmak gerekiyordu. Bu sebeple Galatasaray Lisesi önünde dün (26 Mayıs 2012 Cumartesi, 17:30 sularında) bir basın açıklaması yaptık. Bu habere ilişkin bir makaleyi “Milliyet Gazetesi’ni Okumayalım!” başlığıyla (23.05 2012 tarihinde) yazmış ve ardından da hem Milliyet Gazetesi’ni hem de adıyla o haber yayınlanan gazeteciyi (24.05.2012 tarihinde) Basın Konseyi’ne bir dilekçeyle bildirmiş, kınanmalarını talep etmiştim. Bu arada bazı Gürcü aydınlarıyla görüşerek bu yayını etüt etmiştik. Bunun sonunda da dünkü basın açıklamasının yapılması gündeme gelmiş oldu. Böylece; Laz aydınları ve Gürcü aydınları olarak bu basın açıklaması metnini de Galatasaray Lisesi önünde okunmasını da kolektif bir yaklaşımla gerçekleştirmiş olduk. Kimi Çerkes, Kürt ve Hemşinli dostlar da açıklamada yanımızda yerlerini aldı. Böylece Lazlar, Çerkesler ve Gürcüler birlikte durabildiğimizi görmüş olduk.
Milliyet Gazetesi, “bayram değilken, seyran değilken” Batum’u neden hiç hak etmediği bir şekilde, bir şer odağı gibi göstermeye çalışıyor acaba?!

Amaç nedir?

Açıkça anlaşılıyor ki, Milliyet Gazetesi Batum’u, Batumluları kötü gösteriyor. Batum’u ziyaret eden Doğu Karadenizlileri; Lazları, Gürcüleri ve Hemşinlileri ahlaksız insanlar gibi göstermeye çalışmaktadır.

Ayrıca; Milliyet Gazetesi bu haberiyle, Hopa esnafına, Kemalpaşa esnafına da sahip çıkıyormuş gibi bir izlenim oluşturmaya çalışıyor.
Milliyet Gazetesi’nin Batum’a ve ona komşu kentimiz Hopa’ya olan bu ilgisinin sebebi nedir?

Milliyet Gazetesi’nin Batum’u kötü, Doğu Karadeniz yöremizden oraya gidenleri yerin dibine sokan, ancak; Kemalpaşalı, Hopalı esnafı sahiplenir bir şekilde yayın yapmasının amacı nedir?

Milliyet Gazetesi’nin bu tavrını iyi algılamak ve değerlendirmek gerekmekte. Gazeteci Miraç Zeynep Özkartal, Hopa’da yalnızca Milliyet Gazetesi’nde yayınlandığı kadarıyla mı bir gazetecilik yapmıştır?

Yoksa yakın takvime ilişkin başka bazı görüşmeler de yapmış mıdır?

Hatırlarsınız 31 Mayıs 2011, Hopa için önemli bir takvimdir. Yaşanan olaylarda emekli öğretmen ve ÖDP’li Metin Lokumcu hayatını kaybetmiş, polis memuru Servet Erkan ağır yaralanmıştı. Milliyet Gazetesi, gazeteci Miraç Zeynep Özkartal’ın haberini 21 ve 22 Mayıs 2012 tarihlerinde yayınlamıştır. Bu tarihten yaklaşık on gün sonrası, geçen yıl Hopa’da yaşanan olayların yıldönümüdür.

Bu noktada yakın geçmişi hatırlamakta fayda var.
Gürcüstan- Türkiye sınırı Türkiye ve Gürcistan Lazlarını da, ikiye bölmüştür. Bunu bilmek gerekir. Sovyetler Birliği ve Türkiye arasındaki yakın ilişki ve dostluk, bu sınırı ortaya çıkarmıştı. Bu iyi komşuluk işleri yaklaşık 1940 yılına kadar devam etti. Ancak Türkiye ve Gürcistan sınır bölgesindeki Lazlar ve Gürcüler açısında Sarp Sınır Kapısı’ndan geçişler 1937’de sonlandı. İkinci Büyük Savaş öncesiydi. Türkiye Faşist Almanya ile raks etmeye henüz başlamıştı!

Sovyetler Birliği ile Türkiye sınırı Sarp Köyünden geçiyor; Laz köyü Sarpi’yi ikiye bölüyordu. Köyün yarısı Türkiye’de, yarısı Sovyetler Birliği’nde kalıyordu. Burada, 1937’ye kadar bir Sarpi’den diğerine gündelik geçişler sorunsuz devam etti. 1937 yılından 1989’un 31 Ağustos’una kadar Sarp Sınır Kapısı gidiş-gelişlere kapalıydı. “Soğuk Savaş” yılları böyle geçti. Anlayacağınız NATO ve VARŞOVA sınırı da bir Laz köyü olan Sarpi’den geçiyor ve bu köyü ikiye bölüyordu. 1968 doğumlu Mathias Rust 28 Mayıs 1987’de Moskova, Kızıl Meydan’a Cessna 172 tipi uçakla indi. Ardından Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki Sarp Sınır Kapısı 31 Ağustos 1988’de açılması gerçekleşti. Demek bu kapının artık kapalı kalmasının hiçbir anlamı kalmamıştı ki, açılmasına birileri karar verdi.

Bu çok önemli bir gelişmeydi. Yalnızca sınırın her iki tarafındaki Lazlar ve Gürcüler şunca yıl ayrılıktan sonra kavuşmakla kalmamış, her iki tarafın insanları derin bir kültür şoku yaşamıştı.

Şimdi şapkamızı önümüze koyup düşünelim.
Soğuk Savaş yıllarında Türkiye’de Laz aydınları ve Gürcü aydınları var mıydı? Kuşkusuz cılız da olsa vardı. Ancak onların, Sarp Sınır Kapısı’nın açılmasına yönelik bir özlemleri, bir düşünceleri, bir çabaları, bir mücadeleleri oldu mu?

Bunu deklere edebilirler mi?

Bu sorulara “evet” diyemiyorum. Bu konuda yazılmış, çizilmiş, ifade edilmiş bir beyanın olmadığı anlaşılıyor. “Bir irade,” bu sınır kapısının 1988’de açılmasından yana irade koymuş ve kapı açılmıştır. İşte bu irade üzerinde durulmalı.

Yine 31 Mayıs 2011 tarihinde Türkiye ile Gürcüstan arasında pasaportsuz geçişler başlamış. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Gürcüstan Devlet Başkanı Mikhael Saakaşvili ile geçişleri başlatmıştı. Bu törenden sonra, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Hopa’da partisinin mitingini yapmış ve miting sonrası bildiğimiz talihsiz olaylar yaşanmıştı. Hopa olayları, Sarp Sınır Kapısı’ndan pasaportsuz gidiş-gelişler konusunu karartmış, konuşulmasını engellemiştir.

Bu konu hiç gündeme gelmedi; tartışılmadı. Her iki ülke arasında bu pasaportsuz geçişler oldukça önemli ve desteklenmesi gereken bir uygulamaydı. Bu konuda da Laz ve Gürcü aydınlarının bir çabası, mücadelesi oldu mu?
Hayır…

Akıllarına bile gelmedi. Yine bir irade bu uygulamaya karar vermiş ve gerçekleştirmişti.

Biz Laz ve Gürcü aydınları, Galatasaray Lisesi önünde beraberce çok önemli bir duruş sergiledik. Bu duruşu, yukarıda belirttiğim tarihsel süreç ve gelişmeler açısında anlamak ve değerlendirmesini yapabilmek gerekiyor. Bu, Galatasay Lisesinin önünde durup fotoğraf makinaları ve kameraların önünde poz vermekten öte, derinliği, anlamı ve mesajı olan bir davranıştır.

Aslına bakarsanız bu basın açıklaması Galatasary Lisesi önüne değil de, eş zamanlı olarak hem Milliyet Gazetesi hem de Basın Konseyi önünde yapılmalıydı.

Hangi etnik kökenden gelirse gelsin; halklar, ülkeler arasındaki yakınlaşma önemli bir gelişmedir. Dostluğa, kardeşleşmeye, bölgesel barışa katkıdır.

Konuya bu açıdan bakmak gerekir.

Dün sergilenen ortak duruş, Laz ve Gürcü aydınlarının gelecekteki nice beraber duruşlarının da bir habercisidir. Geçen yıl, Hayri Hayrioğlu ve Ahmet Özkan Melaşvili’yi İnegöl ve Hayriye’de beraber andık. 1 Mayıs 2012 İşçi Bayramı’nda beraber yürüdük. 21 Mayıs 2012 “Çerkes-1864 Soykırım” yürüyüşünde yine beraberdik. 2008 Rusya Federasyonu- Gürcüstan çatışmalarının yıldönümünde, önümüzdeki 7/8 Ağustos 2012’deki eylemi, anlamlı söylem ve bir duruşla yine beraber gerçekleştirebilirsek, çok önemli bir süreci de başlatabilmiş olacağız.

Bütün bu etkinliklerin içinde Laz ve Gürcü aydınlarının Çerkes aydınlarıyla da yine anlamlı söylem ve duruşlarla beraber ortak hareket edebilmeleri önemli bir başka başlangıç olacaktır.


(27 Mayıs 2012)
Ali İhsan Aksamaz



BASIN KONSEYİ’NE (24. 05 . 2012)






BASIN KONSEYİ’NE

ŞİKAYETÇİ:                         Ali İhsan Aksamaz
                                               aksamaz@gmail.com
                                               (Akbıyık Değirmeni Sokak No: 33/B
                                               34122 Sultanahmet- İstanbul)

ŞİKAYET EDİLENLER:     Miraç Zeynep Özkartal 
ve Milliyet Gazetesi

ŞİKAYET KONUSU:           Milliyet Gazetesi’nin 21 Mayıs 2012 tarihli nüshasında“Özgürlük bahçesi mi?  Günahlar şehri mi?”-1 başlığıyla çıkan haber.

Şöyle ki;

1) Haber, daha başlığıyla Batum kentini, baştan ahlaksızlıkların ve gayri meşru işlerin merkezi gibi göstermekte ve okuyucuyu koşullandırmaya çalışmaktadır.

2) Batum’a giden Laz, Gürcü, Hemşinli ve diğer Doğu Karadenizli vatandaşlarımız her an her türlü melaneti ve ahlaksızlığı yapmaya hazır insanlar olarak gösterilmektedir.

TALEP:  Batum, tarihin en yakın tanığı kentlerden bir tanesidir. En yakın tarihlerden hatırlarsak; Batum, Roma İmporatorluğu’nun vasalı Lazika (yani; Egrisi)  Krallığı’nın önemli bir kentidir. Laz (yani; Megrel)  komutan Kakhaberi’nin kentidir.  Osmanlı Lazistan Sancağı’nın da yönetim merkezidir. Sovyetler Birliği ile Türkiye’nin garantör olduğu Acaristan Özerk Cumhuriyeti’nin yönetim merkezidir. Sokaklarında Lazcanın, Gürcücenin, Ruscanın, Türkçenin, İngilizcenin özgürce konuşulduğu bir kenttir. Cami, sinogog ve kiliselerin kentidir.  Batum, yüzlerce yıldan beri bir liman ve ticaret kentidir; bir çekim merkezidir. Emperyalist-kapitalizm her şeyi kirletmektedir. Ancak  “Özgürlük bahçesi mi?  Günahlar şehri mi?”-1 başlıklı haberi hazırlayan ve yayınlayanların emperyalist-kapitalist vahşi saldırı ve kirliliğe dikkat çekmek amacıyla bu haberi hazırlayıp yayımlamadıkları da açıktır. Kaldı ki haberde anlatılanlar abartılıdır da.
Batum, bizden öncekilerden duyarak büyüdüğümüz,  çocukluk anılarımızın tılısımlı anlatımlarının gizemli kentidir; Sokhum kenti gibi aidiyet duygularımızın güçlü olduğu yerlerden bir tanesidir. Haberde yalnızca kişisel ve kolektif hafızamıza  ve geçmişimize değil, Batum kentinin geleceğine ilişkin yanlış izlenimler oluşturulmaya çalışılmaktadır. Batum’a ve insanlarına ilişkin yalan, yanlış, eksik bilgiler de aktarılmaktadır Bütün bu sebeplerden dolayı,  adı geçen gazeteci ve Milliyet Gazetesi’nin şiddetle kınanmasını arz ve talep ediyorum.

Saygılarımla,

(24. 05 . 2012

Ali İhsan Aksamaz


EKİ: Milliyet Gazetesi’nin 21.05.2012 tarihli nüshasında yayınlanan haberin internet linki:
http://gundem.milliyet.com.tr/ozgurluk-bahcesi-mi-gunahlar-sehri-mi-1/gundem/gundemdetay/21.05.2012/1542888/default.htm


https://jinepsgazetesi.com/gurculer-milliyeti-protesto-etti-12485.html

BASIN KONSEYİ’NE (10. 12 . 2011 - 14. 12. 2011)







BASIN KONSEYİ’NE

ŞİKAYETÇİ:                       Ali İhsan Aksamaz
                                               aksamaz@gmail.com
                                               (Akbıyık Değirmeni Sokak No: 33/B
                                               34122 Sultanahmet- İstanbul)

ŞİKAYET EDİLENLER: Mehmet Türker
                                               ve Sözcü Gazetesi

ŞİKAYET KONUSU:         Mehmet Türker imzasıyla Sözcü Gazetesi’nin 27 Kasım 2011 Pazar günlü nüshasında yayınlanan köşe yazısında; Lazca olarak yayınlanan bir çocuk kitabı, Lazca, Lazca konuşanlar ve Lazca kitabı yayınlayan yayınevi alenen aşağılanmakta ve hedef gösterilmektedir.
Şöyle ki;

1) Mehmet Türker, bu Lazca çocuk kitabını yayınlayanları ve anadili Lazca olanları “elinoğlu” olarak niteleyerek negatif ayrımcılık yapılmaktadır. Bu kitabı yayınlayanlar “elinoğlu” değil, bu ülkenin yurttaşlarıdır. Yurttaş olarak yükümlülüklerini yerine getirmektedirler. Bu insanların dedeleri en azından 1827- 1828 Osmanlı-Rus savaşlarından bu yana kaderlerini bu Anadolu coğrafyası ile birleştirmişlerdir; Anadolu’dan yana taraflıdırlar. Kurtuluş Savaşı’nda da iradi olarak her kademede tavırlarını Laz olarak, Lazca konuşanlar olarak ortaya koymuşlardır. Nitekim Mustafa Kemal, 1 Mayıs 1920’de Mecliste yaptığı konuşmada Anadolu’nun etnik farklılıklarına dikkat çekiyor ve kurtuluş mücadelesinin onların da hukukunu savunmak için verildiğini duyuruyordu: “... Burada maksut olan ve meclis-i alinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir. Yalnız Çerkes değildir.Yalnız Kürt değildir. Yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslâmiyedir, samimi bir mecmumadır. Binaenaleyh bu heyet-i aliyenin temsil ettiği, hukukunu, hayatını, şeref ve şanını kurtarmak için azmettiği emeller, yalnızca bir unsur-u İslama münhasır değildir. Anasır-ı İslâmiyeden mürekkep bir kitleye aittir.” Şair Nazım Hikmet de, “Memleketimden İnsan Manzaraları” adlı eserinde Arheveli İsmail’in şahsında Lazların, Lazca konuşanların Anadolu’nun kurtuluşuna olan katkılarına dikkat çekiyordu. Lazca Anadolu’nun en eski ve yerli dillerinden birisidir. Konuşulması da, yazılması da meşrudur.

2) Mehmet Türker,” Bir ülke, bir millet ancak böyle salam gibi doğranıp dilimlere bölünür.” diyerek insanların doğuştan gelen meşru hem de yasalar ve ilgili yönetmelikler tarafından güvence altına alınan haklarını kullanmalarını “bölücülük” olarak nitelemektedir. Bir yerlere bu kitabı yayınlayanları hedef göstermektedir. “Birileri bu durumdan görev çıkarırsa” bunun sorumlusu  kendisi olacaktır.

3) Mehmet Türker, “Lazca! Hangi Lehçe? Kaç kişi biliyor Konuşuyor Lazcayı?” diye soruyor ve ardından da kendi cevaplıyor: “maksat bölücülük olsun!” Mehmet Türker, bu söyledikleriyle, yalnızca Lazcayı aşağılamakla kalmıyor, bu Lazca çocuk kitabını yayınlayanları da alenen hedef gösteriyor.


TALEP:                                 Türkiye’de Lazlar vardır ve Lazca onların anadilidir. Lazca, Anadolu’nun diğer dilleri gibi bu ülkenin zenginliğidir ve her türlü vasıta ile yaşatılması ve gelecek kuşaklara aktarılması meşru bir haktır. Bu meşru hakkın kullanılmasını ve bu hakkı kullananları hedef gösteren Mehmet Türker ve onun bu köşe yazısını yayınlayan Sözcü Gazetesi, “Basın Meslek İlkeleri”nden en azından bir kaçını ve özellikle de 13 numaralısını ihlal ederek Lazcaya, Lazlara ve Laz yayıncılara karşı şiddet ve zorbalığı özendirici, insani değerleri incitici davranmaktadır. Konseyiniz tarafından şiddetle kınanmalarını talep ediyorum.

Saygılarımla
(10. 12 . 2011)
Ali İhsan Aksamaz



EKİ: Adı geçen köşe yazısı


+



BASIN KONSEYİ’NE,


İLGİ: 
        (a): 27. 11. 2011 tarihinde Mehmet Türker adıyla yayınlanan köşe yazısı ve onu yayınlayan Sözcü Gazetesi hakkında 10.12. 2011 tarihinde aksamaz@gmail.com e-posta adresimden Basın Konseyi’ne ilettiğim talebim;

         (b): 12.12. 2011 tarihinde, ilgi (a)’ya ilişkin olarak Yurtiçi Kargo aracılığıyla Basın Konseyi’nin yazışma adresime gönderdiği cevap.        



            Lazca, Türkiye’nin anadillerinden birisidir; kişinin doğuştan edindiği ve toplumsal hayatta onunla da öğrendiği ve kendisini ifade ettiği bir dildir. Sözcü Gazetesi köşe yazarı Mehmet Türker’in göstermeye çalıştığı gibi, Lazca çocuk kitabı yayınlamak, Lazcayı gelecek kuşaklara aktarma çabasında olmak “bölücülük” değildir. Lazca küçümsenecek ve alay edilecek bir dil de değildir. Mehmet Türker, Lazcaya karşı bütün bu negatif ayrımcılık içeren tutum ve davranışları makalesinde sergilemekle kalmamış, üstelik Lazca yayın yapan aydınları da hedef göstermiştir.

            Konu bireysel olmadığı, bir kesim yurttaşı ve binlerce yılda oluşmuş maddi ve manevi değerlerinin bir ifadesi olan Lazca hedef alındığı ve aşağılandığı için uzlaşma teklifini kabul etmiyorum. İlgi (a)’daki başvurum doğrultunda ve ekteki makalem de dikkate alınarak Mehmet Türker ve Sözcü Gazetesi hakkında işlem yapılması talebimi burada bir kez daha tekrarlıyorum.

            Saygılarımla.
            14. 12. 2011
Ali İhsan Aksamaz

Adres:  ..........................................
Telefon: ........................................



Kuban Kural’ı selâmlıyorum








Kuban Kural’ı selâmlıyorum


Kuban Kural ile Kafkasyalıların kimlik mücadelesi içinde tanıştım; tanıdım. Basına yansıyan haberler ve sosyal medyadaki iletişimlerden öğrendiğime göre, kendisi ölüm tehditleri alıyormuş. Bu tehditleri yapanlar kimlerdir? Ne amaçla bunu yapıyorlar? Neyi hedefliyorlar? Bilemiyoruz. Bütün bunları ortaya çıkarmak bizim görevimiz dışında. Ancak bir aydın duyarlılığıyla, Kafkasya davasına ve Kafkasyalıların kimlik mücadelesine sevdalı bu arkadaşımızın yanındayız.

Bu makaleyi de Kuban Kural’ın mücadelesini desteklemek ve dayanışma içinde olduğumu belirtmek amacıyla kaleme alıyorum. Kuban Kural, ait olduğu kimliğinin inançlı ve yılmaz bir savunucusudur. Kendisi 2014 yılında Soçi’de yapılacak olan Kış Olimpiyatları’na karşı çalışmalar yürüten bir Şapsığ, bir Çerkes aydını. “NoSochi2014” adlı inisiyatifin üyelerinden. Kafkasya Forumu üyesi ve “Yeni Anayasa Platformu”nda görev yapıyor. Kuban Kural, Duygu Ardıç ile beraber İMÇ TV’de “Marje” adlı programı da sunuyor. Şu an itibarıyla 30 program hazırladılar ve İMC TV’de sundular. Çerkes Coğrafyası, Çerkes tarihi, Çerkes örgütlenmeleri, Çerkes dilleri, Çerkes kimliği, kimlik mücadelesi vb. önemli konularda bilgi edinmek isteyenler “Marje” programının kayıtlarını internet üzerinden de izleyebilirler. Mert Selek ve Özgür Aktekin’in de katkılarıyla hazırlanan “Marje” adlı programın 30 kaydına, youtube’ta “marjeimc” yazarak ulaşabilirsiniz.

Türkiyeli Çerkeslerin dergi yayıncılığı tecrübesi yüzyıl öncesine dayanıyor. Kuban Kural ve arkadaşları İMC TV’deki bu programlarıyla Türkiye’deki çok önemli bir ilke imza attılar. Çerkeslerle ilgili her konuyu daha geniş kitlelere taşıma imkanı buldular ve ciddiyetle yayınlarını sürdürüyorlar. “Marje”de sunulan programlarla bildiklerimizi hatırladık, bilmediklerimizi öğrendik. Bu sebeple başta Kuban Kural olmak üzere katkısı bulunanlara müteşekkiriz. Türkiye’nin kimlikleri konusunda duyarlı davranan ve destek sunan İMÇ TV’nin de yardımlarını unutmak mümkün değil.

Çerkeslerin haklarını ve kimlik mücadelesini yürüttüğü için Kuban Kural’ın böyle muamelelere uğraması bir ilk değil. Hatırlanacağı üzere; Erol Bilbilik Haftalık Haber-Yorum Dergisi Aydınlık’ın 2 Haziran 2002 / 776. sayısına “Menhus Bir Plan” başlığıyla bir makale yazmıştı. Erol Bilbilik makalesinde, “sürgün”ün 138. Yıldönümünü anma çalışmalarını yürüten “Demokratik Çerkes Platformu”nu suçluyordu. Bu “sürgün”ü anma gününün ilerde Çerkes soykırımını anma gününe dönüştürülmesinden korkuyor ve Rusya adına kaygı duyuyordu!
Oysa Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Boris Yeltsin, “Sürgün”ün 130. Yıldönümü olan 21 Mayıs 1994 tarihinde şöyle diyordu: “Geçtiğimiz asırda Kafkasya topraklarının paylaşımı için Rusya İmparatorluğu, İngiltere, Fransa, İran ve Osmanlı imparatorluğu arasındaki çekişmeler bize uzun yıllar önceki acı olayları anımsatıyor. Tüm bu devletler, Dağlı halkların çektikleri acılardan dolayı manevî sorumluluk altındadır.

Kafkas Savaşlarındaki büyük can ve mal kaybından dolayı bugün Rusya insanları derin üzüntü duymaktadır. Bu savaşlar esnasında veya savaşın yol açtığı kötü koşullar nedeniyle veya anayurtlarından sürülürken yabancı ülke topraklarında yaşamını kaybeden tüm insanları saygı ile anıyor, topraklarının bol olmasını diliyorum. Uzun yıllar önce meydana gelen bu olayların yeni nesiller tarafından unutulmamasını ve bizlerin bu tür felâketlerle bir daha karşılaşmamamızı diliyorum.

Ülkedeki politik havaya uygun olarak, tarihin çeşitli dönemlerine ve 1820-1860'lı yıllarda meydana gelen Kafkas Savaşları’na ilişkin değişik bakış açıları vardır. Demokratik hukuk devleti prensiplerinin ve insanî değerlerin bugünkü Rusya’da Kafkas Savaşları’nın objektif olarak değerlendirme zamanı gelmiştir. Bu savaşlarda Kafkas halkları yaşamlarını, özgürlüklerini ve ulusal varlıklarını korumak için kahramanca mücadele etmişlerdir...”
Genç kuşakların, kendilerini bugüne taşıyan maddi ve manevi değerlerini sahiplenmek, geliştirmek ve kurumsallaştırarak gelecek kuşaklara aktarmak gibi bir hak ve görevleri vardır. Bu meşrudur. Herkesin geçmişiyle yüzleşmesi ve hesaplaşması gerekiyor. İşte bu noktada Kuban Kural’ın duruşu ve mücadelesi anlamlıdır.
Kuban Kural’ın yanında durmak haklı mücadelesinde ona destek vermek oldukça önemlidir. Ahmet Özkan Melaşvili, Gürcü ve Laz kimliğine ilişkin ilk yazılarını Çerkes dergilerinde yazmıştı. 1968’de Ahmet Özkan Melaşvili “Gürcüstan” adlı kitabı yayınlarken kimi Çerkes, Abhaz ve Laz aydınlarından da destek almıştı. Bunları biliyoruz. Çerkesler, Gürcüler, Abhazlar, Lazlar, Çeçenler 1960’lı yıllarda el yordamıyla bir şeyler öğrenmeye ve yayınlamaya başladıklarında birbirlerinden yardım görüyorlardı.

Yakın tarihte de Çerkeslerin, Gürcülerin, Çeçenlerin, Abhazların, Lazların dayanışmalarına da tanık olduk. Bunun en güzel örneği isim babası olduğum “Kafkasya Yazıları”dır. Laz dili, tarihi ve kimliği üzerinde yazmaya başladığımda dayanışma gösterip bana sayfalarını açan “Özgür Gündem”, “Alaşara”, “Yeni Kafkasya”, Çveneburi” ve “Jineps” adlı yayın organlarını unutmak mümkün değil. Aynı dayanışmayı yeni anayasa çalışmaları sırasında da gördük. 1 Mayıs 2012’de Taksim’de Gürcüler, Çerkesler, Lazlar yine birlikteydik. Bu yıl 21 Mayıs 2012 anmalarında yine birlikte Taksim’deydik. Aynı duyarlılığı 5 Temmuz 1980’de katledilen Ahmet Özkan Melaşvili’yi anmada da gösterebilmeliyiz.

Türkiye’deki Kafkasyalıların ve aydınların ihtiyaç duydukları en önemli şey dayanışma ve kardeşleşmedir. Bu kardeşleşmeyi Kuban Kural’ın yanında durarak gösterelim. 11 Haziran 2012 Pazartesi günü saat 13:00’de İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi’nde Kuban Kural’a destek olmak için yapılacak basın açıklamasına katılalım.


 (07.06.2012)

Ali İhsan Aksamaz
aksamaz@gmail.com


Çerkes Çalıştayı ve Kimlik Mücadelesi





Çerkes Çalıştayı ve Kimlik Mücadelesi


25-26 Şubat 2012 tarihlerinde Çerkes Hakları İnisiyatifi tarafından Derbent’te gerçekleştirilen “Birinci Çerkes Çalıştayı”na ben de davetli katılımcıydım. İki gün süren bu çalıştayı her yönüyle baştan sona, mümkün olduğunca izledim; bilgi edinmeye çalıştım; yeni dostluklar kazandım; eski dostları yıllar sonra tekrar görme imkanım oldu. Dolu dolu iki gün geçirdim. Gözlemlerimi, duygularımı, düşüncelerimi, dostça eleştirilerimi, önerilerimi notlarımı ve genel olarak da değerlendirmelerimi kaleme alıyorum; ilgilenenlerle paylaşacağım. Şunu söylemeden geçemeyeceğim: Türkiye’de yaşayan Çerkesler de, Gürcüler de, Abhazlar da, Lazlar da diğerleri de benzer bilinçli asimilasyona tabi tutuldular. Geçmişte aynı kaderi paylaştılar. Bu sebepledir ki, bugün hepsinin dilleri, yani kimlikleri ciddi tehlike altında; aynı kaderi paylaşıyorlar. O halde; bu halkların aydınlarının somut projeleri hayata geçirme konusunda hem kendi içlerinde hem de birbirleriyle kolektif dayanışma duygusuyla hareket etmeleri ve kardeşleşmeleri gerekiyor. Öncelikle bu hiç göz ardı edilmemeli. Aynı asimilasyon çarkı dün de bugün de işliyor ve bütün anadillerimizi ve kimliklerimizi aynı şekilde acımasızca öğütüyor. Kaderimiz de kurtuluşumuz da beraber. Aydınların, somut gerçeklikten hareket ve doğru bir duruşla beraber davranmaları ve kimlik mücadelesi vermeleri gerekiyor. Bugün, bu gerçeklik kendisini daha da açık bir şekide dayatıyor. Kazanım, birlikte hareket etmekten geçiyor.

“Birinci Çerkes Çalıştayı”nın, yankı uyandırdığına kuşku yok. Dostları sevindirdik. Anadillerimizin, kimliklerimizin düşmanılarını ise, kızdırdık. Henüz çalıştay bitmiş, otobüsümüz çalıştayın yapıldığı Kocaeli Üniversitesi Derbent Uygulama Otelinin önünden ayrılmak üzereydi ki, bir arkadaş internet bağlantılı tabletinden çalıştaya ilişkin yazılmış bir makale hakkında bilgi verdi. Makale www.kocaeligazetesi.com.tr’de çıkmış. M. Tanzer Ünal, makalesinin her satırında linç mantığıyla hareket ediyor. Makalesinin Başlığı: “Türkiye’de yeni bir ihanet grubu: Çerkez Hakları İnisiyatifi… Türk Bayrağı? Yok… O da ne ki?” M. Tanzer Ünal insanları “birilerine” hedef de gösteriyor: Ortada görünen bir iki isim var… Sözcü… Üye… Kenan Kaplan, Murat Özden gibi… Kimdir, nedir, ne iş yaparlar? İsimleri çok dikkatli okuyun! Doğu Erbil, Osman Can, Şeref Oğuz, Ufuk Uras, Zeynel Abidin Besleney, Can Ataklı, Yavuz Baydar, Emre Aköz, Ferhat Kentel, Gülden Aydın, Ramazan Coşkun, Setenay Nil Doğan, Barış Altıntaş, Orhan Miroğlu, Mehmet Altan, Rojin, Abdurrrahman Dilipak, Hasan Öztürk, Fuat Dündar, Ardan Zentürk, Sadık Bilge, Selahattin Esmer, Melih Altınok, Süleyman Soylu, Ali Bayramoğlu, Üzeyir İlbak, Gülay Göktürk, Sümeyra Tansel, Candaş Tolga, Fethi Güngör, Selçuk Bağlar, Argun Karaçay, Oğuz Berk, Ali İhsan Aksamaz, Ali Bulaç.”

M. Tanzer Ünal, insanları hedef göstermekle kalmıyor. Anadilleri ve kimliklerinin yaşatılması konusunda çaba gösteren Çerkes Hakları İnisiyatifi’ni marjinal bir grup olarak da göstermeye çalışıyor. Çerkes Hakları İnisiyatifi ile diğer Çerkes kuruluşları ve Çerkesler arasında var olduğunu düşündüğü çelişkileri aklınca derinleştirmeye çalışıyor: Dikkat edin, “Çerkezler” demiyorum.Tanıdığım, tanımadığım tüm Çerkez kökenlileri, “ihanet” ifadesinin dışında tutuyorum.Hele hele, çoğunu yakından tanıdığım Kocaeli’deki Çerkez kardeşlerimin, devlete, millete ve ortak değerlerimize bağlılıklarından zerre kadar şüphe etmiyorum.Onlar, “müstesna” insanlar…”

M. Tanzer Ünal; Çerkesçenin, Lazcanın, Abhazcanın, Gürcücenin, kimliklerimizin bölünmeye ve ayrışmaya değil, birlik ve beraberliğe hizmet edeceğini anlayamıyor. Anadillerimize ve ortak anlaşma dilimiz Türkçe’ye ortak vatan duyusunun farkında değil. Yurtseverlik ve yurttaşlık gibi kavramların içinin artık palavralarla doldurulamayacağı bir dünyada yaşadığımızı görmek istemiyor. Aklı “Soğuk Savaş dönemi”nde takılı kaldığı için, ABD menşeli, insanları birbirlerine düşürecek linç çizgisinin kalemşörlüğüne soyunuyor. Makalesi; Türkçe, tarih ve kompozisyon yazımı açılarından da değerlendirilmeyi hakediyor. Ancak bu konumuz dışı! Öncelikle otuzlu yıllardan itibaren gazete koleksiyonlarını okumalı; bilgilenmeli. Ülkesini, insanları tanımalı ve insanlara yapılan eziyetleri öğrenmeli.
M. Tanzer Ünal, insanlara hakaret etme, onları küçümseme, hedef gösterme, linç ettirme hakkını nereden buluyor? “Türk” burjuvazisi, Batılı burjuvazilere üzenerek ve emperyalist-kapitalist sistemin açık desteğiyle oluşturduğu alanda, resmi ideoloji ve resmi tarih tezlerleriyle insanlarımızı emperyalist-kapitalist sistem çıkarına tektipleştirilmeye çalışılmıştır. M. Tanzer Ünal’ın bütün bunlardan bihaber olduğu açıkça anlaşılıyor. Eğer Türkiye’de demokrasi olsaydı, kimliklerimize ve anadillerimize karşı düşmanca duygular beslediği ve insanlar arasında bölücülük tohumları ektiği ve bu ülkelerin sorunlarına çözüm yolları arayan aydınları hedef gösterdiği için M. Tanzer Ünal hakkında savcılık kendiliğinde soruşturma açardı.

Geçtiğimiz günlerde Çerkes Hakları İnisiyatifi’den Murat Özden ve Kenan Kaplan Kocaeli Gazetesi yazarı M. Tanzer Ünal hakkında, Türk Ceza Kanunu’nun 216. maddesinde düzenlenmiş olan “halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağıladığı” ve bir grubu kamuoyu önünde hain ilan ederek “nefret suçu işlediği” gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu ve dava açtı.
M. Tanzer Ünal’in makalesine ilişkin önemli bir gelişme daha yaşandı. (KAFFED) Kafkas Dernekleri Federasyonu bir açıklama yaptı. Böylece de M. Tanzer Ünal’in aklınca Çerkesi Çerkese boğdurma taktiği geri püskürtüldü; hevesi de kursağında kaldı.

Ben de, M. Tanzer Ünal’ın hedef gösterdiği listede yeraldığım için kendisini, gazecetecilik tutum ve davranışlarıyla bağdaşmayan tutum ve davranışlar sergilediği için Basın Konseyine şikayet ediyorum. Gelişmelere göre, gerekirse ben de, Murat Özden ve Kenan Kaplan’ın açtığı davaya müdahil olabilirim.

Yine geçtiğimiz günlerde, Çerkes Hakları İnisiyatifi, “Birinci Çerkes Çalıştayı Sonuç Bildirgesi”ni Hükümet Sözcüsü, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce, AK Parti Grup Başkanvekili, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, AK Parti Genel Başkan Danışmanı Akif Gülle, MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural’a iletti. Bu ziyaretler sırasında da traji-komik olaylar yaşandı.

CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce, önce CHP Genel eski Genel Başkanı Deniz Baykal ve eski Genel Sekreter Önder Sav Çerkes olduğunu hatırlatır. Söylediklerine kulak verelim şimdi: “Kendimizi Türk kimliği ile ifade etmemiz lazım. Anadili eğitimi talebi, radyo ve tv talebi, farklı kimliklerin tanınması talebi bölücülükle eşdeğer taleplerdir. Biz Türkiye'nin kaynaklarının bu kadar etnik dilin öğretim, eğitimine harcanmasını gereksiz görüyoruz. Türkiye'nin buna gücü yoktur. Biz kaynaklarımızı matematik, İngilizce diğer yabancı dillerin öğretimi, eğitimi için harcayalım.”

Emperyalist-kapitalist sistem, Türkiye’de kendi acentalığını yapacak bir “Türk” Burjuvazisinin palazlanmasını istiyordu. Bu sebeple CHP’ye yol verdi. CHP de resmi ideoloji ve resmi tarih tezleriyle bu emperyalist-kapitalist sistemin istediği “Türk” Burjuvazisini yarattı. CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce’nin söyledikleri, CHP’nin dün de bugün de aynı olduğunu, hiç değişmediğini gösteriyor. Bu CHP ve Milli Şefleri İsmet İnönü değil miydi ABD ile gizli ve açık anlaşmaları 1940’larda imzalayan?! Muharrem İnce, ezberlerini bozmadıklarını ortaya koymuş. Muharrem İnce, ezberini bozmak istememiş! Kendisini oraya oturtan iradeden bihaber olan Muharrem İnce, “Birinci Çerkes Çalıştayı Sonuç Bildirgesi” dosyasına bir bakmış aralarından benim de bulunduğum katılımcıların tamamını şıp diye cumhuriyet karşıtı ilan edivermiş!

MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, kendisine teslim edilen dosyada dile getirilen taleplere şöyle bir göz atmış ve talepleri tehlikeli bulmuş. Oktay Vural, MHP’de pek çok Çerkes bulunduğunu söyleme ihtiyacı hissetmiş. Bildirgede yer alan taleplerin Çerkeslerin talebi olduğuna inanamamış. Şöyle demiş: “Çerkesler bunu duyarsa muhakkak size karşı çıkarlar. Çerkeslerin böyle bir Çalıştaydan haberleri olduğunu da zannetmiyorum. Olsaydı mutlaka buna engel olurlardı.“

M. Tanzer Ünal’daki hedef gösterme, Çerkesi Çerkese kırdırma ve linç psikolojisinin Oktay Vural’da da yüzeye çıkıyor. MHP’nin CHP, aslında CHP’nin MHP olduğunu görüyoruz. “Soğuk Savaş İdeolojisi”nden beslenenlerin aynı ezbere sahip olduğu artık açıkça anlaşılıyor.

Uluslararası emperyalist-kapitalist sistemin beslemesi “Türk” Burjuvazisinin resmi ideoloji ve resmi tarih tezleri ülkenin tüm kimliklerini öğüttü; öğütmeye devam ediyor. Ancak kaderleri aynı olanlar, birlikte durdukları, doğru mücadele yöntemleriyle hareket ettikleri sürece kimliklerinini geleceğe taşıyabilecek. Bunun bilincinde olamak zorundayız.

(27 Mart 2012)

Ali İhsan Aksamaz
aksamaz@gmail.com




"TÜRKİYE'NİN ANADİLİ ZENGİNLİĞİ" / "TURKİAŞİ NANANENAŞ XAMPOBA"

   "TURKİAŞİ NANANENAŞ XAMPOBA" Baba çkimi Faik Aksamazis…   GOʒ̆OTKVALE Nananena, p̆olit̆ik̆uri var adamuri ar tema ren...