Milliyet Gazetesi’ni Okumayalım!
Ben Milliyet Gazetesi’ni hiç okumam. Bu sebeple de
aşağıdaki haberden sonradan bilgim oldu. İnternet üzerinden araştırdım. Haber,
Milliyet Gazetesi’nin 21 Mayıs 2012 tarihli nüshasında çıkmış. Haberin başlığı şöyle: “Özgürlük bahçesi mi? Günahlar şehri mi? -1” Gazetede yazıldığına
göre, haberi Miraç Zeynep Özkartal yapmış. Haber, Ozan Güzelce’nin
fotoğraflarıyla veriliyor. Batum’un bu şekilde gündeme getirilmesi, başkalarını
bilmem ancak beni üzdü ve yaraladı. Bu haberin ne kadarı adı geçen gazeteciye
ait, ne kadarı da başkalarının “katkılarıyla” masa başında hazırlanmış; bunu
bilemem. Zaten önemli de değil.
“Batum”
denilince bizden öncekiler, doğru-yanlış Rusya’yı bilirler. Orada bizim gibi
Lazlar varmış. Rusya neresiydi? Batum neresiydi? Lazlar orada ne arıyorlardı?
Sonradan öğrendiklerimiz de oldu az da olsa. Oradaki Lazlar okulda Lazca
dersler görüyorlarmış. Başkalarını bilmem, Laz büyüklerimden, akrabalarımdan
duyduklarımla, küçüklüğümde kafamda bir “Batum” imajı oluşmuştu. Batum, aynı
Paris gibi, aynı Beyrut gibi çocukluk hayallerimi süsleyen şehirlerden biriydi.
Eskiden, bizimkiler İstanbul’u bilmezlermiş. O zamanlar çok daha yoksul olan
yöremizden insanlar “Rusya’ya” giderlermiş gurbete; para kazanmak için. Yani;
Batum’a, Anak’liya’ya, Sokhum’a, Gagra’ya, Oçamçire’ye. Bizim Lazlardan,
Osmanlı Ülkesi’nden “Rusya’ya” (ya da onların söyleyişiyle “Rusye”ye) o
yörelere çalışmaya gidenler önce çok şaşırırlarmış. Onları en çok şaşırtan,
gittikleri bu yerlerin yerli halkı olan Megreller ve Lazlarla kolayca
anlaşabilmeleriymiş. Hem dil olarak anlaşırlarmış onlarla hem de tarz ve tavır
olarak. Megrellerin Hıristiyan olduklarını öğrenince, çok şaşırırlarmış. Bizim
ihtiyarlar, biz Lazların da Megrelden ( onların söyleyişiyle “Mergelden”) dönme
olduğumuzu da söylerler.
Sadece
Çarlık zamanında değil, Sovyetler döneminin ilk yıllarında da “Batum” ile biz
Lazların ilişkisi canlı bir şekilde devam etmiş. Arazisi Sovyetler Birliği
tarafındaki Laz köyünde, evi Türkiye tarafında olan Lazlar varmış. Sabah oraya
giderler akşam buraya dönerlermiş. Ya da tam tersi. Böyleymiş bir zamanlar
bizimkilerden bazılarının hayatları. Sonra 1937 gelmiş. İkinci Bütük Savaş
öncesi. Herşey değişmiş. Oradaki orada, buradaki burada kalmış. Kapı kapanmış.
Ta ki 1988 yılına kadar.
Batum
denilince aklımıza işte o “Rusye” gelirdi işte. Haritalara bakmak hiç aklımıza
gelmezdi; akıl edemezdik demek. Belki de o masalsı anlatımların sihirinin
bozulmasını istemezdik. Büyüklerden,
oraya gidip orada yerleşen insanlarımızı duyardık. Oradan buraya “Rus” gelin
getirenleri duyardık; bilirdik.
İşte
böyle geçti “Soğuk Savaş Yılları”.
Sarp
Sınır Kapısı 31 Ağustos 1988’de açıldı. Gidiş-gelişler başladı. Ve Sovyetler
Birliği 1991 sonunda çözüldü.
Bu
yeni dönemde. Bilmediklerimizi öğrenmeye; yanlış, eksik bildiklerimi düzeltmeye
başladık. Batum (bizim Lazların söyleyişiyle “Batumi”), çocukluğumun bu masalsı
kentini tanımaya başladık; öğrendiklerimizi paylaştık.
Batum’a
iki kez gittim; kaldım. Çocukluğumun masalsı kentine kavuştum. Sokakları,
caddeleri, güzel yapıları, Botanik Bahçesiyle, sahiliyle, camisi, sinogogu ve
kiliseleriyle tarih kokan kent. Batum, sokaklarında Lazca konuştuğum kent.
Gonio Kalesi; Laz komutan K’akhaberi’nin kenti.
İşte böyle bir gönül
bağım var Batum ile. Gidemesem de, kafamın bir yerinde Paris, Roma, Londra
varsa, diğer tarafında da Batum ile Sokhum var.
Milliyet Gazetesi’nin
haberini okuyunca, çocukluk anılarıma, aidiyet duyduğum değerlere pislik bulaştırılmak
istendiğini hissettim. Bu sebeple haberin ayrıntısına girmeyeceğim. Bilinmesi
gereken bir nokta var: Ankara ne kadar kirliyse, Batum’un da o kadar kirli
olmadığını düşünüyorum. Dikkat çeken nokta, Milliyet Gazetesi’nin neden
yakınındaki pislikleri değil de çok uzaklara yöneldiğidir. Batum’un, böyle bir
haberi hak etmediğini düşünüyorum. Milliyet Gazetesi’nin bu haberi, yalnızca
Lazlara ve Gürcülere hakaret etmekle kalmıyor; onların tarihine ve atalarına da
kara çalmaya çalışıyor. Milliyet Gazetesi’ni protesto ediyorum. Bütün duyarlı
insanları, Milliyet Gazetesi’ni okumamaya ve Basın Konseyi’ne şikâyet etmeye
çağırıyorum (23.05.2011)
Ali İhsan Aksamaz