1 Mart 2019 Cuma

Lazlar ve "Pontuslular"/ Rumlar








Geçen yılın başlarında, iki gazetede kısa aralıklarla iki kısa “haber” çıktı. İlkinde: “... Bölücülük yaptığı için kapatılan Pontusçu Ogni Dergisi devşirmeleri... “Laz rock” diye bir kavram icat eden Zuğaşi Berepe Grubu...”(1) diğerinde: “... Batı, şimdi “Pontus Rum Devleti” için Lazları kışkırtmaya koyuldu... bölge halkına, “Bu toprakların gerçek sahibi Pontus Rumlar'ı yani sizin atalarınızdır. Konuştuğunuz dil de Rumca'dır...” diye propaganda yapılıyor...”(2) diye yazıyordu.
Bazı satırlarını aktardığım bu iki kısa “haber” beni daha önce “Tarih ve Medeniyet”te yayımlanan bir “Kurban Bayramı tebriği”ni bir kez daha dikkatlice okumaya sevk etti. Bu “Kurban Bayramı tebriği”ndeki şu cümleler özellikle dikkat çekiyordu: “... Oradaki Yunanlılara ait bu kültür temsilcileri gine İ.Ö.ki yıllarda gelerek Karadeniz kıyılarına yerleşerek yerleşmiş ve bilâhare Pontuslular (Lazlar)'dır... kasaba köylerine varıncaya kadar. Pontosça (yunanca) isimleri vardır,..”(3)
Aktarılan bu iddialardan şu sonucun çıkarılması kaçınılmazdır: “... Hz. İsa'dan önceki yıllarda Karadeniz kıyılarına gelerek yerleşen ilk halk Yunan kültürünün temsilcileri olan Pontuslular'dır; Pontuslular, Lâzlar'dır; dolayısı ile Lâzlar Yunan kökenlidir...”(4)
Tarihî gerçeklerle çelişkili bu ve benzeri iddialarla, bilerek veya bilmeyerek, “Pontuslu=Laz/Rum=Laz” ve “Pontusça=Lazca/Rumca=Lazca” gibi, nihaî amacı önceden pek de “kestirilemeyen” bir kavram kargaşasının yayılmasına hizmet edilmeye çalışıldığı açıkça hissedilmektedir.


Mahmut Goloğlu’nun, “... Doğu Karadeniz Bölgesinin ve halklarının eski geçmişleri, bilinerek ya da bilinmeyerek büyük bir bilgisizlik ve karanlık içinde bırakılmıştır...”(5) tespitinin hâlâ geçerli olduğu, aktarılan iddiaların “ciddiyeti”nden kolayca anlaşılmaktadır.
Bu makalenin amacı, yeni kavram kargaşaları ve polemikler ortaya çıkarmak değil, isteyenin kolaylıkla ulaşabileceği kaynaklara dayanarak, konunun önyargılardan uzak olarak tartışılmasına katkı sağlamaya çalışmaktır.






“Pontus” Neresidir?


“Pontus”un kelime anlamı konusunda, P. Minas Bıjışkyan, “... Eski çağda Grekler Karadeniz'e “deniz” manasında olan Pontos adını vermişlerdir...”(6) ; Ömer Asan, “... Pontos, Karadeniz'in adıdır...”(7); M. Goloğlu, “... Pont ya da Pontos kelimesinin (deniz)den başka anlamı yoktur...”(8) açıklamalarını getirmektedirler.
Prof. Dr. Orhan Türkdoğan, “... Pontos, şimdiki Trabzon ve Samsun sahili hinterlandından ibarettir...”(9) ifadesini aktarırken; Stefanos Yerasimos, bu ifadeyi biraz daha somutlaştırmaktadır: “... Pontus bölgesi kabaca, Osmanlıların, Gümüşhane, Lazistan, Samsun (ya da Canik) sancaklarını kapsayan Trabzon vilayetini içine almaktadır... “(l0)
P. M. Bıjışkyan, Ö. Asan ve M. Goloğlu’nun yazdıklarından “Pontus”un “deniz” anlamına geldiğini öğrenirken, hem bu yazarların kitaplarındaki diğer bölümlerden hem de O. Türkdoğan ve S. Yerasimos'un ifadelerinden, “Pontus”un coğrafî bir bölgeyi tanımlamak için de kullanıldığını anlıyoruz. Diğer ülkelerin Karadeniz ile olan bölgeleri değil de, daha sonra yalnızca “Osmanlı” sınırlan içinde olan bir bölgeyi tanımlamak için “Pontus” teriminin kullanıldığı görülüyor. Bunun sebebini, H. Mümtaz Beyazıtoğlu'nun, bölgeyle ilgili olarak verdiği kronolojideki “... M.Ö. 298-63, Pontus devleti...”(11) açıklamasından anlıyoruz. Buna göre; “Pontus”un, coğrafi bir bölgeye adını veren bir de siyasî bir anlamı olduğu ortaya çıkıyor.
Pontus”un taşıdığı bu siyasî anlamla ilgili olarak, yazdıklarından konuya taraf oldukları anlaşılanların bir itirazlarının bulunmadığı ancak, “bu coğrafyadaki” siyasî yapının, yani devletin etnik kökeni ve kesintisizliği veya kesintisizliği konusunda bir “tartışmanın bulunduğu görülmektedir.
M. Goloğlu’nun yazdıklarından, bu bölgeye ait olarak şöyle bir kronoloji ortaya çıkmaktadır: “M.Ö. 298- M.Ö. 63: İlk ve tek Pontos Devleti; M.Ö. 63- 1204: Roma ve ardından da Bizans Egemenliği; 1204-1461: Trabzon Devleti...”(12). Bu dönemlerle ilgili olarak kısaca şu bilgiler verilebilir: M.Ö. 298-M.Ö. 63: “... Pontos Krallarının hiç birinin Yunanlılıkla ilgisi yoktu. Hepsi kendilerini Anadolulu saymışlar, Anadolunun bütünlüğü ve bağımsızlığı için çalışmışlardır...(13)... Ne ülkesinin ne halkının, ne de krallarının Yunanlılıkla bir ilgisi yoktu...”(14); M.Ö. 63-M.S. 1204: “... Pontos devleti yıkılınca hâkimiyet Romalılara geçmiştir. Ancak, Roma imparatorluğu ikiye bölününce, Pontos bölgesi Doğu Roma toprakları bünyesinde ele alınmıştır...”(15); 1204-1461: “... 1204 yılında, İstanbul’un Latinler tarafından işgal edildiği günlerde, Bizanslı prensler üç ayrı yerde, üç yeni devlet kurdular. Bunlardan biri (Epir Despotluğu)'nun devamı idi. Öteki (İznik)'de kuruldu ve Bizans İmparatorluğunun mirasçılığı iddiasında bulundu. Üçüncüsü olan (Trabzon Devleti) ise, ne bir başka devletin devamı oldu, ne de Bizans İmparatorluğunun mirasçısı olmak iddiası peşinde koştu... Bizans'daki olaylara seyirci kaldılar ve Bizans'ın Latin fâtihleriyle dostluk andlaşması yaptılar...”(16).
Bölgedeki siyasî yapılanmaları kesintisiz bir süreklilik içinde değerlendiren Ö. Asan’ın genel değerlendirmesi, “... Amasyalı coğrafyacı Strabon (M.Ö. 63-M.S. 21) Geographika'sında “Pontos Eukseinos'un her tarafı, keza Propontis ve diğer bir çok bölgeler Miletoslular tarafından kolonize edilmiştir” diyor. “Büyük bir olasılıkla Miletliler Pontos kıyılarına geldiklerinde hiçbir zorlukla karşılaşmamış, yerli halklar tarafından dostça karşılanmışlar… Miletliler Pontos'ta kolonileştiklerinde yerli kavimleri de aralarında eritmişler, onlara kendi kültürlerini, dinlerini kabul ettirmişler, Pontos kıyılarında sırayla kentler kurmuşlardı. Başta Sinop. Amasya, Samsun ve Trabzon olmak üzere irili ufaklı bir çok yerleşim merkezleri oluştu. Ticarette, bilimde ve sanatla Yunanca egemen dil oldu... Bu krallığın bir Mithridatlar hanedanı olduğunu biliyoruz. Hanedanın Pers kökenli olduğu ve Yunanlılarla bir ilgisinin olmadığı iddiası bazı tarihçilerimiz tarafından öne sürülür. Bu nedenle Pontos Krallığını Anadolu Millî Devleti olarak kabul ederler. Oysa “Mitridat'ın Yunanca konuştuğu ve Helenizme tutkun olduğu. Yunan sanatına yabancı olmadığı heykeltraş Silamion'un eseri olan bir Platon heykelini Atina akademisine hediye etmesinden anlaşılmaktadır. “...”(17) şeklindedir.
Ancak; bu yazarın yaklaşımı kendi bütünlüğü içinde de çelişkilidir: “... Mithridates veya Pont Krallığı bir ulusa bağımlı değildi... çok uluslu, çok kültürlü, çeşitli etnik unsurları içinde barındıran uyumlu bir devletti. O zamanın hakim dili Yunanca resmî dil, hakim tanrı da Apollon'du...”(18).
“O zaman” ulus kavramı var mıydı? Çok kültürlü, çeşitli etnik unsurların hakim dili, resmî dili Yunanca olabilir miydi? Günümüz “ulus devlet” kavramının bir sonucu olan “resmî dil”, kastedildiği belli olmayan “o zaman”da Yunanca olabilir miydi?



“Pontus”un Etnik Yapısı Nasıldı?

Ö. Asan, bölgeyi dönemlere ayırmaksızın bir kesintisizlik içinde ele almakla yetinmeyip, bölge halklarını da, “... Miletliler Pontos'ta kolonileştiklerinde yerli kavimleri de aralarında eritmişler, onlara kendi kültürlerini, dinlerini kabul ettirmiştir...”(19) formülüyle tekleştirmektedir.
M. Goloğlu, bir çok yazardan alıntılar yaparak bu halklar konusunda bilgi vermeye çalışmaktadır. Bu halkları şöyle sıralamaktadır: “Halibler, Haldiler, Kolhlar, Tibarenler, Mosinikler, Makronlar, Driller, Skitenler, Lazlar.” (20).
M. Goloğlu, bu halklara ilişkin bir de alıntı yapmaktadır: “... Löba (Lebeau) diyor ki; “Mitridat Pont ülkesine geldiği zaman bu bölgede oturmakta olan halk üç bölümdü. Birincisi İranlılar ki, bir takım tapınak kâhinleriyle soylu kişilerden ibaretti. İkincisi Yunanlılar ki, kıyı illerinin şehirlerinde oturuyorlardı. Üçüncüsü Turanlılar ki, çok eskiden beri burayı vatanları yapmış olan bölgenin asıl yerli ahâlisi idiler”.
Löba, Pontos halkının genel durumunu böylece Özetledikten sonra. Turanlı dediği yerli halkın ünlü uluslarını da sıralamakta ve bunların (Alazonlar, Amazonlar, Beşirler, Busirler, Tibarenler, Tirallar, Halibler, Sanlar, Katagonlar, Marlar, Makronlar, Mosinekler) olduğunu söylemektedir...” (21).
M. Goloğlu'nun, “ulus” olarak sıraladığı bu halkların taşıdıkları adlar, dönemlere göre kapsayıcılıkları, süreklilikleri, eşanlamlılıkları ve kullanıldıkları bölgeler itibarıyla bir belirsizlik göstermektedir (22).
M. Goloğlu'nun, “Pontoslular Kimlerdi?” başlığı altında incelediği bölge halklarının “Pontusluluğu’nun etnik ayniyetten değil, aynı coğrafî bölgede yaşamaktan geldiği anlaşılmaktadır. Nitekim P. M. Bıjışkyan’ın, “Pontuslu” tarifi de etnik anlamda değildir: “... Bu ad (Pontos), denizin güney sahillerine de şamil olarak bu topraklar dahi aynı adı taşımış ve sakinlerine Pontoslu denmişti...” (23)
“Pontus” olarak adlandırılan bölgenin ve o bölgede yaşayan halkların geçmişleri konusunda günümüze kadar sağlıklı bir sonuca ulaşılamadığı, bu konuya ilişkin “tartışmalar”in hâlâ devam etmesinden anlaşılmaktadır. Bunun sebebinin, dönem ve etnik yapı farklılığını gözetmeyen monoist yaklaşım olduğu söylenebilir.
O. Türkdoğan'ın, konunun sonuca ulaştırılmasıyla ilgili yaklaşımı oldukça önemlidir: “... Tarihî süreç içinde Türk nüfus alanları ile Rum nüfus potansiyeli karşı karşıya gelmiş bulunmuyordu. Bu Önemli nokta, kanımca üzerinde durulması gereken hassas dokuyu teşkil etmektedir. Pontos kimdir? Etnik yapısı nedir? Bunlar inceleme kapsamı içine alınmalı ve tahlil edilmelidir. Belgelere dayalı, gerçekçi yorumlarla bu bitmeyen kavga bir çözüme bağlanmalıdır...”(24).
Ö. Asan’ın, “o zaman” dediği, ancak ne zamanı kastettiği müphem bir zaman kavramıyla, bölge tarihi ve etnik yapısını tekmiş gibi gösterdiği tezi bir noktada kopukluk arz ediyor. Bu kopukluğu şu ifadesinden de anlıyoruz: “... iki bin yıl önceki Pontos gerçeği ile bu yüzyılımızdaki “Pontus” olayını birbirinden kolayca ayırt edebiliriz. Osmanlının son dönemlerinde ortaya çıkan milliyetçilik akımlarının etkisiyle yeni bir “Pontus Devleti” hülyalarına kapılan Karadenizli Rumların tarihi yanılgıları ayrı bir inceleme alanıdır...”(25).
Bu kopukluğu neden belirtme ihtiyacı hissediyor? Eğer amacı yalnızca, “kendisinin dahil olduğu kültürü” ifade etmekse, neden bölgenin tamamını “Pontus Kültürü” kavramıyla açıklama yolunu seçiyor? Bu kopukluk, tezi içindeki kesintisizlikle bir çelişki teşkil etmiyor mu?
Yazarın kopukluk arz eden dönemine ilişkin olarak S. Yerasimos şu tespiti yapıyor: “... Ortodoks Hıristiyan nüfus, 19. yüzyılın başında yeni bir canlanma sürecine giren kilise ile yeni burjuvazinin birlikte yürüttükleri çabaların etkisi altına girecek ve kökeni ne olursa olsun Anadolu'da yaşayan, Türkçe ya da Rumca konuşan bütün Ortodoks Hıristiyanlar gibi, Yunan ulusuna ait olma duygusunu benimsemeye başlayacaktır. Osmanlıların dine dayalı eski “millet” yapılarını kendi içinde eriten milliyetçilik olgusunun inkâr edilemeyecek yükselişi karşısında artık etnik kökenler tartışmasının fazla bir önem taşımadığı görülmektedir...”(26).




“Pontus Dili” Nedir?


Bölgeyle bağlantılı olarak, diğer bir kavram karışıklığı da konuşulan dillerle ilgilidir.
M. Goloğlu şöyle yazıyor: “... gerek milâddan önceki yıllarda  bilim, sanat ve ticaret yolu ile, gerekse milâddan sonraki din aracılılığı ile Yunan dilinin Doğu Karadeniz Bölgesine gelip topluma yayıldığı şüphesizdir ama Yunancanın Doğu Karadeniz Bölgesine egemen dil olamayıp yerli dillerle karışıp yenildiği, hiç kimsenin ve özellikle Yunanlıların anlamadığı özel bir dilin meydana çıktığı ve tarihçilerin bu dile önce (Trabzon Grekçesi) demek istedikleri  ve fakat sonunda sadece (Trabzon Dili) demek zorunda kaldıkları da bir gerçektir...”(27)
Bir dilin, zaman içindeki tabii gelişimiyle ilgili bir yorum konumuz dışındadır. Ancak, Ö. Asan’ın, çalışmasındaki ifadeler dikkat çekicidir: “... köyümüzde konuşulan dili sorgulamakla başladım. Köylüler (Erenkoy-Of) kendi aralarında rumca dedikleri dili konuşuyorlardı... Oysa anadilimiz rumcaydı...” (28) Yazar, konuştukları dilin Rumca olduğunu belirtmesine rağmen, kitabında dili, “Pontos Dili Of Diyaleği” başlığı altında incelemektedir. Yine aynı kitabında, “Rumca-Türkçe/Türkçe-Rumca” bir sözlüğe bölüm ayırmaktadır. “Bu dil halen Trabzon'da 51 köy ve beş merkezde konuşulmaktadır.” (29) diye de belirtmektedir.
Yazarın, “bu dil” dediği dil, Rumca mıdır? Pontos Dili midir? Pontos Dili Of Diyaleği midir?
“Bu dil” hakkında Peter Alford Andrews'ın aktardığı bilgi şöyledir: “... Pontus Rumcası (Romaikâ), Kapadokya Rumcası ile bazı benzerlikleri olan arkaik bir lehçe (bugün büyük olasılıkla Türkiye'de konuşulmamaktadır).” (30)
Bu alıntıdan da kolayca anlaşılacağı üzere, “Pontus”, coğrafî bir anlamda kullanılmasına rağmen, Ö. Asan’ın dil konusunda, “Pontus” genellemesi de “anlaşılmazdır”. Halbuki, bölgedeki “...etnik yapıların tek tek kültürel kimliklerini sorgulama olanağı olmadığı için bize miras kalan bugünün kültürünü sorguladım. Tüm Karadeniz yerine bir köyü yani kendi köyümü ve kültürünü Of’a yayarak ele aldım...” (31) itirafında bulunmasına rağmen, “... Bugünkü Karadeniz kültürünün kökleri Pontus kültüründedir. Halen konuşulan dil ve aksanlar Pontus Kültürünün kalıntılarıdır...”(32) diye yazmakta bir çelişki görmemektedir. Farkına varamadığı bu çelişkisini daha sonra bir dergide şöyle somutlaştırmaktadır: “... Pontos Kültürü bugün dört dille yaşamaya devam ediyor. Türkçe, Rumca, Lazca ve Ermenice'de...” (33).




Belirsiz Terimlerin Kullanımı


Konuyla ilgili çalışmaları olanlar, itidal içindeyken (34), Ö. Asan, “Pontus”, “Pontus Dili”, “Rumca” vb. terimleri bazen her biri kendi içlerinde bütünlük ve kesintisizlik arz edecek şekilde; bazen de yine bu terimleri farklı anlamlar taşır bir şekilde kullanmaktadır. Kitabında, adını anmaktan özenle kaçındığı M. Goloğlu'nu işine geldiği noktada devreye sokmakta ve adının önüne de, “TBMM'de Trabzon milletvekili olarak görev yapmış olan ünlü tarihçi...”  “ifadesini” koymakta bir “çelişki” görmemektedir “(35).
Ö. Asan, “Anadolu tarihini yakından inceleyenler Pontos sözcüğünün bir milletin adı olmadığını bilirler. Bu sebeple, Pontos milleti/ ulusu diye bir tanımlama tarih içinde... yapılmamıştır. Dolayısıyla Pontos adlı bir ırk ya da etnik bir grup yoktur...” (36) diye yazarken, en azından kitabının önsözünün yazan Prof. Dr. Neoklis Sarris'in, “... Elen (Rum)...”(37); “... (Pontos elencesi= rumcası)… Pontoscanın... Elenceye (bugünkü Rumca'ya)...”(38); “... Elence (Rumca)...” (39)“ vb. şekilde kullandığı terimler bu “konu”ya daha “sağlıklı” yaklaşmaktadır.
Yazar, konuya öbür kıyıdan taraf olanların açıklığını ifade etme cesaretini gösteremeyerek, N. Sarris’in, “... Türkiyeli bir Elen olarak selâm sana...” (40)  ifadesinde, “... Türkiyeli bir Elen,..”den kendisini değil, önsöz yazarının kendi kendisini kastettiği noktasına takılıp kalmaktadır (41). Öyle ya da böyle ne fark ediyor? Bu noktada, “... okuyalım, tartışalım ve tarihimizle yüzleşme cesaretini gösterelim.,.”(42) yaklaşımındaki “ciddiyet”in bir anlamı kalıyor mu? Eğer, “Pontos”a yüklediği anlam, yalnızca “Toros, Trakya vb.” gibi bir bölge anlamındaysa neden kesintisiz bir çizgide “Pontus”u, “Elen” Kültürüne mal etme çabası içinde gözüküyor?
Şu sözlerine katılmamak mümkün değil: “Bilimsel bir çalışma veya araştırma yaparken, konunun politik bir gündem oluşturup oluşturmayacağı veya istismar edilip edilmeyeceği gibi sübjektif durumlar, ilim adamını veya araştırmacıyı ilgilendirmez...”(43). Ancak; “... Tüm Karadeniz yerine bir köyü yani kendi köyümü ve kültürünü Of a yayarak ele aldım...”(44) ifadesi, bu söyledikleriyle çelişiliyor mu? Günümüzde bir köyde kullanılan bir dil ve o köyün kültürü, bütün bir bölgenin, “bilinmeyen zamanlar”dan beri etnik yapısını ve kültürel özelliklerini yansıtabilir mi? Bir köy temel alınarak yapılan böylesi bir çalışma genellendiğinde “bilimsel” olabilir mi? Yapılan “bu çalışma”yla, “Bir düşünce özgürlüğü öncüsü ve “savaşçısı”(45) unvanına lâyık görülen yazar, dilini “konuştuğu” insanların “kimliğini” savunmaktan vazgeçerek, “Pontos” diye bir ırk olmadığını ısrarla belirtmesine rağmen, komşularına, “kendisine göre” bir anlam yüklemeye çalıştığı muğlak(!) “Pontuslu Kimliği”ni empoze eder bir misyon üstlenmiş gözükmektedir.
“Pontus” terimi, çeşitli dönemlerde yüklenen anlamlarıyla günümüzde kullanılmamaktadır. Yabancı dillerdeki anlamı Karadeniz'dir. Etnik bir anlamı yoktur.“Pontuslu” olarak kastedilenler olsa olsa, mübadelede göç edenler, eski Sovyet coğrafyasında yaşayanlardır. “Rumca” konuşanları ifade etmek için kullanılmaktadır. “Pontusça” ise, bu anlamda “Rumca” ile eşanlamlıdır (46).



“Laz” Teriminin Kaynaklarına ilişkin Görüşler


Evliya Çelebi, “...Gezgi dağı da Trabzon'un doğu tarafında olduğundan halkına Gezgi Kavmi sözünden galat olarak Lazki derler- Bazıları K ile Y'yi hafifletmek için atarak, Laz Kavmi derler”(47)   şeklinde bir açıklama getirirken, İslâm Ansiklopedisi, “....Katip Çelebi ve Evliya Çelebi Kafkasya has adlarındaki ses benzerliklerine aldanıp (Viven de Martin de böyle yanılmıştır.) Lezgi ve Laz kelimelerinin aynı olduğunu ileri sürmüşlerdi...”(48) diye yazmaktadır.
Prof. Michael E. Meeker, S. Deligiorgis'in anlattıklarını şöyle aktarmaktadır: “... Laz terimi Rumlar tarafından, hiçbir şekilde Türkler ya da Lazlarla ilgili olarak düşünülmez, tam tersine, onun özellikle, Rumca bir terim olduğu öne sürülür. Laz'ın “Yaşasın Yunanistan'ın bozuk bir söylenişi olduğu inancı vardır ve Pontus Rumlarının Türklere direnmesi onurlandırılır. Etimoloji, atalardan aktarılan bir rivayetle ilişkilidir: Sözde Türkler, Pontus Rumlarının bir kuşağında bütün erkeklerin dillerini kesmişler. Bu, onların Rumcadaki kötü aksanını (Yaşasın Yunanistan'ın tuhaf söylenişinde olduğu gibi) doğurmuştur...”(49).
Laz sözcüğünün, kesik dille söylenen “Yaşasın Yunanistan” sloganının Rumcası olduğu iddiası her ne kadar demogojik bir açıklamayı çağrıştırıyorsa da, ileriye dönük amaçlara da hizmet etmek noktasından hareketle çok sonradan ortaya atılmış bir iddia olduğu anlaşılmaktadır. Zaten kaynağın da belirttiğine göre; bir rivayettir (50). İslâm Ansiklopedisi ise şöyle yazmaktadır: “... Lazoinin malûm olan en eski yerleri Lazos şehri yahut eski Lazika'dır ki, Arrianus buranın mukaddes limanın (Noworossisk) tahminen 124 km cenubunda, Pityus'un 185 km şimalinde. Yani Tuapse civarında bulunduğunu söyler... Arrianus (2. asır) zamanında, Lazoi Suhum’da oturmakta idi...”(51).
B. Ömer Büyüka, “Lazlarla ilgili adların hepsi Abhazca'dır... bu adın anlamı Abhazca'da hem Mavi Gözlü, az-gözcüsü, as-sınır koruyucu hem de Az-Dahili, As-dahili, Aslara dahil olan, aslardan olan demektir. Bu adın bu manadan birine göre söylenmiş olduğu anlaşılıyor...”(52) diye bir yaklaşım sergilemektedir.
M. Fahrettin Kırzıoğlu, “... Laz adı ise, Kafkaslar bölgesindeki birçok coğrafya ve kavim hatta kişi adları başındaki seslinin yutulmuş biçimiyle söylenen adlar gibi, aslında başındaki seslinin yutulmuş biçimiyle söylenen adlar gibi, aslında başında bir sesli bulunan Alaz (Alas) idi. Buna, iki ırmağa da adını veren Alaz'lar anlamındaki Alazon'dan öğreniyoruz...”(53)“ derken; Bilge Umar, “Gördüğümüz üzere Aiazia, Alazonia ve Alazon'iar Mysia yöresi tarihsel coğrafyasının adlarıdır. Hal böyle iken F. Kırzıoğlu'nun Alazon'ları Laz'lara eşitlemesi neye dayanmış olabilir, bilemiyorum...”(54) diye yazmaktadır.
V. Minorsky, N. Mar’rın, “Halys ismini, “nehir” anlamına gelen Laz kelimesi ile izah ettiğini” belirtmektedir.”(55)
W. E. D. Allen; “Gürcülerin, Lazların yaşadıkları yerleri Ç'aneti ve insanlarını da Ç'ani olarak adlandırdıklarını” belirterek, “Ç'aneti'nin Svan Dilinde Lazan anlamına geldiğini”(56) açıklamak tadır. Allen ayrıca, “Lazlara oldukça benzer bir dilleri ve fiziksel özellikleri olan Megrellerin, komşuları Svanlar tarafından Çan-ar olarak adlandırıldıklarını”(57) da yazmaktadır.
Andrew Mango, Hıristiyanlığın “Pontuslu”lara Lazca tebliğ edildiğini belirtmektedir.(58)
M. Burhan Oğuz ise şunları söylemektedir: “... Bu ad ilk Hıristiyanlık devrinden beri Karadeniz'in doğu körfezinin ülke ve insanlarıyla irtibatlandırılmıştır...”(59).
Laz sözcüğünün başlangıçta çok değişik etnik unsurları ifade ettiği, ancak zaman İçinde, ifade ettiği insan topluluklarının daraldığı söylenebilir. Türk Ansiklopedisinin, “... Bugün kendilerine Laz adını veren ve Lazca konuşan küçük bir topluluk Hopa-Pazar ilçelerinde yaşamaktadır...” (60) şeklinde ifade ettiği insanlara Gürcüler ve Ruslar, Ç'ani demektedir (61). Bugün Türkiye'de Laz denildiğinde, Türk Ansiklopedisi'nin tanımını yaptığı insanlar akla gelirken, Gürcüstan ve Abhazya'da Müslüman Ç’aniler ve Hıristiyan Megreller anlaşılmaktadır(62).
B. Oğuz'un aktarmaları oldukça açıktır: “...Kelime, çoğu zaman, değişik dil konuşan değişik toplumları içine toplama sonucuna götürmüş: bu itibarla Laz mutlaka belli bir etnik veya linguistik grup olarak mütalaa edilmemelidir. Gerçek Lazlar, mahsusî bir ırk teşkil edip Karadeniz kıyılarının doğusunda Pazar (Atina) ilçesi ile Çoruh nehri arasındaki sahada bulunurlar. Dilleri Gürcüstan Megrelya lehçesine çok yakından bağlı olup esas Gürcüce ve yine bu ülkenin Svan dili ile de münasebeti vardır...”(63).
“…O devirlerde “Laz” tabiri, yabancıların dilinde Pont halklarını topluca ifade ediyor, yerlilerce ise, tamamen Bizans'lılaşmış, Grekçe konuşan Pontik'liler (Rhomaioi)'lerden tefrik edilmek üzere yeterli derecede Bizans kültürü almamış, Lazoi'leri işaret etmek için kullanılmıştır. Bugün buna benzer bir durumu görmek mümkündür...”(64).



Lazlar Kimdir?


Şemseddin Sami şunları yazıyor: “Karadeniz'in cenub-şarkisi sevahilinde (Güney Doğu kıyılarında) memalik-î Osmaniye'nin (Osmanlı ülkesinin) Trabzon vilayetinde ve Rusya devletine tâbi (bağlı) Batum cihetinde (yöresinde) sakin (oturan) bir kavim olup, esasen akvam-ı Kafkasiye'den (Kafkas kavimlerinden) olmakla, Gürcilerle (Gürcülerle) karabet-i cinsiyeleri (soy akrabalıkları)vardır.
Lazlar simaca tamamiyle ırk-ı Kafkasiyeye mensup (Kafkas ırkından) olup, kafaları büyük ve armudî (armut biçiminde), alınları vasi (açık), burunları düz ve bazen azıcık kemerli, saçları ekseriya kestane veya kumral, gözleri elâ veya mai (mavi) ve kametleri mevzun (boyları ölçülü) ve meşy (yürüyüş) ve hareketleri levendanedir (hızlıdır). Kendileri cesur ve cest (atak) ve çalak (çevik), çalışkan ve zeki ademler (kişiler) olup, harp esnasında yağmaya meyilleri varsa da, işte pek namuslu ve sadık ademlerdir (kişilerdir). Gemicilikte maharetleri dahi meşhur olup, Osmanlı donanmasının en iyi neferat (askerler) ve zabitanı (subayları) bunlardandır...”(65).
Lazlardan, adlarıyla ilk bahseden Plinius'tur (66). M. Arrianus, Ptolemeus, Priskos, Prokopius, Agathias, Menandros ve Theophanes gibi birçok yazar Lazlardan, Lazların komşuları ve Roma/Bizans ve Pers devletleriyle olan ilişkilerinden bahseder (67).
6. yüzyıl Bizans tarihçisi Prokopius, “... eskiden kullanılan Kolh adının, Laz adıyla yer değiştirdiğini”(68) belirtirken, çağdaşı Agathias da, “... çok eski çağlarda Lazlara Kolh”(69) denildiğini yazmaktadır.
Kolh ülkesi anlamına gelen “Kolheti” hakkında, B. Umar. “Anadolu'nun kuzeydoğu ucu da dahil olmak üzere, Doğu Karadeniz kıyıları...”(70); Hayrı Ersoy ve Aysun Kamacı, “Kolkhide kültür alanının sınırları Batıdaki Psov nehri, Kuzeyde Kafkas sıra dağları, Doğuda Suram etekleri, Güneyde ise Karadeniz'i izleyerek Trabzon'a uzanır...(71) demektedir.
Kolheti adından ilk kez M.Ö. 8. yüzyıla ait Urartu Yazıtları'nda bahsedilmiştir(72).
M. Goloğlu, Lazlar hakkında şunları yazıyor: “... Milâdın birinci yüzyılı içinde, Roma İmparatoru Avgustos ile Neronun hükümdarlıkları arasındaki zamanda, Kafkaslardan batıya doğru, kıyı boyunca, yeni ve büyük bir göç oluyor, Lazlar Doğu Karadeniz Bölgesine gelip yerleşiyorlar... İşte, büyük ihtimalle, birinci yüzyılın ilk yarısında Lazların bu göçleri karşısında ülkesini savunamayacağını anlayan Polemon II, milâdın 63. yılında hükümetini Romalılara teslim etti. Doğu Karadeniz Bölgesi de Roma’nın yeni bir
 vilâyetinin içine girdi ve bu vilâyete Pontos Polemonyakos Vilâyeti dendi...(73).



 Lazika (Egrisi) Krallığı Nerede Kuruldu?


  M. F. Kırzıoğlu bu konuda şunları yazıyor: “... İslâmlığın çıkışından beri yazılı kaynaklar, “Laz” adlı boyun, şimdiki Çoruk ırmağı batısında ve Karadeniz kıyısındaki ormanlık ve balkanlık dar bir bölgede yaşadığını gösterir, İslâmlık çıkmadan 150 yıl önceleri ' bunlar, Çoruk ağzı ile, Abaza-Megrel sınırını ayıran Engür-Suyu arasındaki kıyılarda ve içeride Faş/Riyon ırmağı boylarında, Roma imparatorluğuna bağlı bir “Lazik Kırallığı” kurmuş olarak yaşıyorlardı...”(74)
Gürcü (75) ve Abhaz-Abaza kaynaklarında Egrisi Krallığı(76), Roma  ve Bizans kaynaklarında Lazika Krallığı olarak geçen krallık hakkında Fahrettin Çiloğlu şu bilgileri veriyor: “... 2. yüzyılda Batı Gürcüstan'da yerel siyasal birimler kesin biçimini aldı. Lazika, Apsilia (Apşileti) ve Abasgia (Abhazya) prenslikleri ortaya çıktı. Bunlardan Lazika giderek güçlendi ve 4. yüzyılda neredeyse bütün Batı Gürcüstan'ı denetimi altına aldı; Apsilialılara, Abasglara ve  Svanlara boyun eğdirdi. Lazika Krallığı doğrudan Kolha'nın (Kolheti) mirasçısıydı...”(77)
Nodar Lomouri'nin tespiti, “... 5. yüzyıldan başlamak üzere Lazika Krallığı önemli ölçüde gücünü geliştirdi. Bu durum herşeyden önce, bölgesel genişlemesinde görülür... Lazika Krallığı'nın gelişmesi, Bizans İmparatorluğunun çıkarlarını tehdit etmiyordu. Doğu ileri karakollarının Persler, Gothlar ve daha sonra da Hunlar tarafından bertaraf edilmesi, Lazika'yı doğuda Bizans için dayanılması gereken bir “müttefik” konumuna getirdi.
Ancak Lazika'nın gelişmesinde, Bizans'ın gerilemesi kısmen etkili olmuştur. Üçüncü ve dördüncü yüzyıllarda Bizans İmparatorluğu kendi sorunlarını kendi başına çözememekteydi. Lazika krallarının bağımsızlık yönelimleri ve bölgesel yayılmasını kabullenmek zorundaydı. Bu durum, MS'ki ilk yüzyıllarda doğuda başlamış olan Roma güç kaybının mantıkî bir sonucuydu...”(78) şeklindedir.
G. Amıcba, Bizans-Lazika anlaşmazlığı konusunda şöyle yazıyor: “... 5. yüzyılın ortalarında Doğu Egrisi ve onu destekleyen Abhaz etnik kökenli halklar Anti-Bizans hareketlere başladılar... Bunun üzerine Bizans yöneticileri asker... çıkardılar. Bu mücadelede Abhaz etnik kökenli halklar Egrisi'nin yanında yer aldılar...
Savaş Bizans'ın istediği gibi bitmişti ama Bizans durumdan oldukça tedirgin olmuştu. Çünkü Abhazlar'la Laz kökenli halkların bu savaşta omuz omuza savaşması Bizanslılara uzun vadede problemlere neden olabilecek bir durum olarak görünmeye başlamıştı. Onları birbirlerinden koparmaları hatta gerektiğinde birbirleri ile savaştırmaları gerekiyordu. Bu yaklaşımların sonucu olsa gerek, 6. yüzyılın ikinci yarısında Apsilyalılar'la Abazgialılar'ın Eğrisi birliğinden ayrılmaya karar verdiklerini görüyoruz...(79)
8. yüzyıla gelindiğinde artık Lazika (Egrisi) Krallığı ortadan kalkmış, onun eski yönetim alanında Abhazya Krallığı ortaya çıkmıştı. (80)
Lazika Krallığı'nın Rioni havzasının güney kesimi, 5. ve 6.yüzyıllardaki Bizans-Pers savaşları nedeniyle, Laz nüfusunun tamamına yakınını yitirmişti. Bu yüzden, Arap istilâlarından etkilenen Gürcüler, Kartli (İberya/ Bugünkü Doğu Gürcüstan)'den kitlesel olarak göç ederek, bugün Batı Gürcüstan olarak bilinen Lazika
Krallığı yönetsel alanına da yerleştiler. Böylece günümüzde Müslümanları Laz, Hıristiyanları Megrel olarak adlandırılan Megrel-Lazlar arasında Gürcülerden oluşan ve yine günümüzde Gurya/Acara olarak bilinen tampon bölge oluştu. (81)  






“Lazia Tema'sı” ve “Lazistan Sancağı” Nedir?      

1204'te kurulan ve 1461'e kadar yaşayan Lazia Teması(82), bölgenin Osmanlı yönetimine girmesinden sonra da değişik bir adla devam etti. 1519'da Trabzon, Batum'un da dahil edilmesiyle ayrı bir eyalet haline getirildi”(83). Bu bölgeyi 1640'ta dolaşmış olan Evliya Çelebi, eyaletin beş sancağı bulunduğunu yazar: Canik, Trabzon, Gönye (Gonio), Aşağı Batum ve Yukarı Batum. Lazistan Sancağı'nın merkezi Gönye idi. Kazaları ise, Atina, Sumla, Viçe ve Arhavi idi. Koch, 15 Laz derebeyliği sayar: Atina (Pazar, iki), Bulep, Arteşin, Viçe, Kapiste, Arhavi, Kisse, Hopa, Makrial, Gonio, Batum, Maradit, Perlevan ve Çat derebeylikleri.
“...Acara bölgesi... Aşağı Guria ile birlikte 1851'de, yeni kurulmuş olan Lazistan sancağına bağlandı...”(84)
1877-1878 (93) Osmanlı-Rus Harbi sonucu, Batum'un Rusların eline geçmesiyle birlikte, Lazistan Sancağı'nın merkezi Rize'ye taşındı.(85)



Sonuç



Yukarıda zikredilen terimlerin, ifade ettikleri yapıların ortaya çıktıkları kabul edilen zamandan günümüze kadar olan zaman dilimleri içinde, daralan veya genişleyen anlamlar taşıdıkları görülmektedir. Bu yapıları her bakımdan homojen görmek veya göstermek ve dönem farklılıklarını; üretim ilişkilerini ve “millet”in tanımlanmasında önemli bir faktör olan “din”i göz ardı etmek konuyu daha da içinden çıkılmaz ve spekülasyonlara açık bir hale sokmaktadır.
O. Türkdoğan'ın, “... Doğu Roma imparatorluğunun hâkim olduğu topraklara-bilindiği üzere- Romania; halkına da Romais denilmişti. Araplar ise bu sözü Rum şeklinde belirtiyorlardı. Arif Müfit Mansel'e göre, Rum deyiminin bugünkü ile hiçbir ilgisi yoktur…”(86) ve  “... Patrik Eren Erol... bir milyondan fazla Türk Ortodoksunun Lozan antlaşmasıyla-gaflet ve ihmalle-Yunanistan a gönderildiğine işaret etmektedir...”(87) ifadeleri oldukça dikkat çekicidir.
“... Yaşayamamak, yani kendini ifade edememek...”(88); “... Ezelden beri bir takım önyargılara sahip olan belli çevreler böylesi bir çalışmayı “Türkiye'nin bütünlüğünü bozmaya yönelik” olarak değerlendireceklerini biliyorum...”(89); “... tarihi tahrif etmek suçtur, düzenbazlıktır...”(90) diye yazanların, “... Miletliler Pontos'ta kolonileştiklerinde yerli kavimleri de aralarında eritmişler, onlara kültürlerini, dinlerini kabul ettirmişler,... Ticarette, bilimde ve sanatta Yunanca egemen dil oldu...” (91); “... Her ne hikmetse bu neşeli insanlar (Lazlar) kazandıkları şöhretle Karadeniz'in bir zamanlar Lazistan olarak anılmasını sağlamış, bu söylentiyi günümüze kadar taşımışlar. Oysa tarihîn hiçbir döneminde Karadeniz'e egemen bir Laz krallığı kurulmamış, böyle bir tanımlamayı gerektirecek bir nüfus yoğunluğu da saptanmamış. Bazı Romalı tarihçilere atfen ileri sürülen Laz Krallığı hakkında günümüze somut hiçbir kanıt ulaşmamış...”(92) gibi “büyük lâflar” etmeleri de tam bir tezattır.
M. Goloğlu'nun tespiti bugün de geçerlidir (93). Baştaki alıntılarda ifade edilmek istenenlerle(94), Ö. Asan’ın çeşitli makalelerinde dillendirmeye çalıştığı bilgiler (!) aynı “resmî ideoloji ve tarih”e hizmet etmektedir.
“Pontus” denilen bölgede çeşitli dönemlerde ortaya çıkmış siyasî yapıları zaman, mekân, etnik yapı vb. gözetmeksizin bir kesintisizlik ve homojenlik içinde değerlendirmek, Doğu Karadeniz'de ortaya çıkmış Lazika (Egrisi) Krallığı ve sonradan oluşturulan Lazia Teması ve Lazistan Sancağı'nı yok saymak tarihî ve sosyolojik gerçeklerin inkârı anlamına gelmektedir.
Ortaya konulmaya çalışıldığı üzere, bugün “Pontuslu/ Rum” terimleriyle ifade edilen insanların, Laz olarak ifade edilen insanlarla; “Pontusça/Rumca” olarak ifade edilen dilin Lazca ile bir akrabalığı bulunmamaktadır.
Aslında “konu” gayet açıkken, “özgürlük savaşçıları”, asparagas haber yazanlar ve benzerlerinin, Lazları ve Lazcayı yok sayma noktasında buluşmaları; Lazları “Rum” ve Lazcayı “Rumca” olarak gösterme çabaları düşündürücü bir durumdur.
Şüphesiz Rum olmanın veya Rumca konuşmanın olumsuz bir tarafı yoktur. Ancak, binlerce yıllık sosyolojik gerçeklerin farklı anlamlar yüklenen kavramlarla çarpıtılması dikkat çekicidir.










DİPNOTLAR



1. Öncü Gazetesi, 26 Ocak 1999.
Ogni Dergisi, “Pontusçu” değildi ve kapatılmadı.
2. Asabi Gazetesi, 2 Şubat 1999.
3.Tarih ve Medeniyet, Sayı 42, s. 45, Eylül 1997.
4. H. Mümtaz Beyazıtoğlu, Tarih ve Medeniyet, Sayı 42, s. 44, Eylül 1997.
5. Mahmut Goloğlu, Anadolu'nun Millî Devleti PONTOS, s. xııı, Ankara, 1973.
6.P. Minas Bıjışkyan, Hrand D. Andreasyan (çev.), Pontos Tarihi, s. 15, İkinci Baskı, Çiviyazıları, İstanbul, 1998.
7. Ömer Asan, Pontos Kültürü, s.53, Belge Yayınları, İstanbul, 1996.
8. M. Goloğlu, a.g.k, s. 74.
9. Dr. Orhan Türkdoğan, Etnik Sosyoloji, s. 230, Timaş Yayınlan, İstanbul, 1997.
10. Stefanos Yerasimos, Milliyetler Ve Sınırlar, Balkanlar, Kafkasya ve Orta-Doğu, s. 352, İletişim Yayınlan, İstanbul, 1994.
11. H. M. Beyazıtoğlu, a.g.d.
12. M. Goloğlu, a.g.k.
13.M. Goloğlu, a.g.k., s. 102.
14. M. Goloğlu, a.g.k., s. 103.
15. O. Türkdoğan, a.g.k., s. 230.
16.M. Goloğlu, a.g.k., s. 149.
17. Ö. Asan, a.g.k., s. 7,9.
18. Ö. Asan, a.g.k., s. 21.
19. Ö. Asan, a.g.k., s. 9.
20. M. Goloğlu, a.g.k., s. 81-101.
21. M. Goloğlu, a.g.k., s. 78.
22. Bkz.: M. Goloğlu, a.g.k., s. 81-101.
23. P. M. Bıjışkyan, a.g.k., s. 15.
24. O. Türkdoğan, a.g.k., s. 234.
25. Ö. Asan, a.g.k., s. 20.
26. S. Yerasimos, a.g.k., s. 353.
27.M. Goloğlu, a.g.k., s. 104.
28. Ö. Asan, a.g.k., s. xxıı.
29. Ö. Asan, Yeterince tartışılmamış bir konu. Tarih ve Medeniyet, Sayı 47, s. 48, Şubat 1998.
30. Peter Alford Andrews, Mustafa Küpüşoğlu (çev.), Türkiye'de Etnik Gruplar, s. 204-205, Ant/Tümzamanlar Yayıncılık, İstanbul, 1992.
31.Ö. Asan, a.g.k., s. xxııı.
32. Ö. Asan, a.g.k., s. 21.
33. Ö. Asan, Pontos Kültürü, Radikal Gazetesi Pazar Eki (Kitap Tanıtımı), Sayı 3.
34- O. Türkdoğan, a.g.k., s. 234.
35.Ö. Asan, a.g.m., s. 47, Tarih ve Medeniyet, Şubat 1998.
36. Ö. Asan, a.g.m.
37. Bkz.: Ö. Asan, a.g.k., s. xv.
38. Bkz.: Ö. Asan, a.g.k., s. xvı.
39. Bkz.: Ö. Asan, a.g.k., s.xvıı.
40. Bkz.: Ö. Asan, a.g.k., s. xıx.
41. Ö. Asan, a.g.m., s. 47, Tarih ve Medeniyet. Şubat 1998.
42. Ö. Asan, a.g.m., s. 48, Tarih ve Medeniyet. Şubat 1998.
43. Ö. Asan, a.g.m., s. 47, Tarih ve Medeniyet, Şubat 1998.
44. Ö. Asan, a.g.k., s. xxuı.
45. Bkz.: Ö. Asan, a.g.k., s. xıx.
46. P. A. Andrews, a.g.k., s. 204-205, 252.
 Ö. Asan'ın, özellikle Stalin döneminde ağır baskılara uğrayan kültürel hakları ellerinden alınan “Pontuslular”a (Rumlara) hiç değinmemesi oldukça ilginçtir. Bu konuda bkz.: Vlasis Agtzidis, The Persecution of Pontic Greeks in the Soviet Union, Journal of Refugee Studies, Vol. 4, No 4,1991.
47. Evliya Çelebi Seyahatnamesi. Cilt 1-2, s. 452, Üçdal Neşriyat, İstanbul.
48. İslam Ansiklopedisi, Cilt 7, s. 26/a, Maarif Basımevi, İstanbul, 1957.
49. M. E. Meeker, The Black Sea Turks, s. 332, International Journal of Middle East Studies, Sayı 2, Cambridge. 1971.
50.Nitekim, giriş bölümünde sözünü ettiğimiz iki “haber” bizi haklı çıkarmaktadır. “Kurban Bayramı tebriği” de...
51.İslam Ansiklopedisi, a.g.y.
52. B. Ömer Büyüka, Kafkas Kaynaklarına Göre İlk Yaratılışlar/İlk İnsanlık /Kafkas Gerçekleri. Cilt 2, s. 23, İstanbul, 1986.
53. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Lazlar /Ç anarlar, VII. TTK. Cilt 1, s. 429, Ankara,1972.
54. Bilge Umar, Türkiye'de Tarihsel Adlar, s. 47, İnkilap Kitapevi, İstanbul,1993.
55. İslam Ansiklopedisi. a.g.y.
56. W.E.D. Allen, The March-Lands of Georgia, s. 138. Geographical Journal.Sayı 74,1929.
57. W.E.D.Allen, a.g.y.
58. Andrew Mango, Discovering Turkey, s. 39, BT Batsford Ltd., 2. Baskı, Paperback, London, 1973.
59. Burhan Oğuz, Türkiye Halkının Kültür Kökenleri-1, s. 201, İstanbul Matbaası, İstanbul, 1976.
60. Türk Ansiklopedisi. Cilt 22, s. 498, Millî Eğitim Bakanlığı, Ankara, 1975.
61. A. Bryer, Some Notes on The Laz and Tzan, s. 174, Bedi Kartlisa, Revue deKartvé1ologie, Volume XXl-XXII, No. 50-51, Paris, 1966.
62. News from the Georgian Republic, Sayı 2, s. 11, Swedish-Georgian Society, Stockholm. December 1991,
63. B.Oğuz,a.g.y.
64. B.Oğuz, a.g.k., s. 201.
65. Şemseddin Sami, Fahrettin Çiloğlu (çevriyazı, sadeleştirme), Kâmus-ül Alâm'da Lazlar ve Lazistan, Çveneburi Kültürel Dergi, Sayı 2-3, Mart-Haziran 1993.
66. P. A. Andrews, a.g.k., s. 312.
67. M. F. Kırzıoğlu, a.g.y.
68. Şalva Tevzadze, Çveneburi Kafkasoloji Dergisi, Sayı 4, Stockholm, 1977.
69. Ş. Tevzadze, a.g.y.
70. B. Umar, a.g.k., s. 453.
71. Hayri Ersoy-Aysun Kamacı, Çerkeş Tarihi, s. 23, Tümzamanlar Yayıncılık ,İstanbul, 1992.
72. Encyclopedia Americana, Cilt 7, s. 219.
73. M. Goloğlu, a.g.k., s. 109-110.
74. M. F. Kırzıoğlu, a.g.y.
75. Fahrettin Çiloğlu, Gürcülerin Tarihi, s. 37, Ant Yayınları, İstanbul, 1993.
76. Gerg Amıcba. Hayri Ersoy (çev.), Ortaçağ'da Abhazlar, Lazlar, s. 7, Nart Yayıncılık, İstanbul. 1993.
77. F. Çiloğlu, a.g.y.
78. Nodar Lomouri, History of the Kingdom of Egrisi/Lazika, From its Us toThe fıfth century, Bedi Kartlisa, Sayı 26, Paris. 1969.
79. G. Amıcba, a.g.k., s. 14.
80. F. Çiloğlu, a.g.y.
81. Peter Gold, Frank J. Gillis, Indiana University, Archives of Traditionai Music Folklore Institute, Bhomington. USA.; Hayri Hayrioğlu (çev.), Yüzyıl Önce Ç'aneti, Ogni Kültür Dergisi, Sayı 1, Kasım 1993,
82. Bkz.: Alexandre Toumarkine, Les Lazes én Turquic, s. 108, Les Editions ISIS. İstanbul, 1995.
83. V, Minorsky, Lazlar, İslam Ansiklopedisi, Cilt 7, Maarif Basımevi, İstanbul,1957.
84.F. Çiloğlu, a.g.k., s. 79.
85. Hans Vogt, Caucasian Languages. Collier's Encyclopedia, Cilt 5, s. 578/a,Macmillan Educational Company. New York, 1985; T. Halasi-Hun, A.H. Kuipers, K. H. Menges, Peoples and Languages of Caucasus, s. 13-14, Mouton/Co., Printers, The Huge, The Netherlands, 1959; İsmail Avcı Bucaklişi/ Hasan Uzunhasanoğlu, Lazuri-Turkuli Nenapuna (Lazca-Türkçe Sözlük),Akyüz Yayıncılık, İstanbul, 1999; Yrd. Doç. Dr. Metin Erten, Lazca-Türkçe,Türkçe-Lazca Sözlük. Anahtar Kitaplar, İstanbul, 2000.
86.O. Türkdoğan, a.g.k., s. 230.
87. O. Türkdoğan, a.g.k., s. 236.
88. Ö. Asan, a.g.k., s. xıı.
89.Ö. Asan, a.g.k., s. xxıv.
90. Ö. Asan, a.g.k., s. 28.
91.Ö. Asan, a.g.k., s. 9-10.
92.Ö. Asan, Karadeniz'in Atmacaları Lazlar, Gezi Traveler, Sayı 3, Aralık 1997.
Dergi, yazarın gezi notları arasına sıkıştırdığı bilgiler(!)den dolayı okuyucularının yoğun tepkisiyle karşılaştığında, tarafımdan bilgi aldı. Ancak son söz yine aynı yazara söyletildi (bkz.: Gezi Traveler, Sayı 4 (Tartışma, s. 145). Ocak 1998.
Yazar, günümüzde oldukça yaygınlık kazanan ve Sovyetler Birliği sonrası hızla sirayet eden “entelektüel cambazlık” hastalığına düçâr olmuş gözüküyor. Bu hastalığın en belirgin özelliği, “resmî ideoloji ve tarihe” karşı çıkıyor gözüküp “resmî ideoloji ve tarihlere” hizmet etmektir. Bu hastalığa düçâr olanlara “düşünce özgürlüğü öncüsü ve savaşçısı” da denilmektedir.
Yazar, en azından Georg Ostrogorsky'nin Bizans Devleti Tarihi adlı kitabını “görseydi” (çev.: Prof. Dr. Fikret Işıltan, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1986), “büyük lâflar” edemeyecekti!
93. M. Goloğlu, a.g.k., s. xııı.
94. Bkz.: 1, 2 ve 3 no'lu dipnotlar.


(14- 20 Şubat 1999)



Yazan : Ali İhsan AKSAMAZ,  “Dil-Tarih-Kültür-Gelenekleriyle Lazlar”, 1. Baskı (Sayfa: 60-78), Sorun Yayınları, İstanbul,  Haziran 2000; 2. Baskı Baskı (Sayfa: 93-113), Belge Yayınları, İstanbul, Ocak 2014.


“Romani nç̆aralobaşi irişen ʒ̆oxlemxtimu noʒ̆ile ren!”

      “Romani nç̆aralobaşi irişen ʒ̆oxlemxtimu noʒ̆ile ren!”     [ Goʒ̆otkvala : Ma A. Cengiz Bukeri doviçini dido ʒ̆anapeş ʒ̆oxle...