5 Ağustos 2019 Pazartesi

“Demagoji Uzmanları”






“Demagoji Uzmanları”


Başlık, Çveneburi Kültürel Dergi’nin 1. sayısında yayımlanan bir makaleye ait. Yazarı ise, bu derginin Yayın Kurulu Üyesi Hayri Hayrioğlu. Hayrioğlu, tarih ve sayısını belirleyemediğini söylediği bir dergide yayımlanan “Gürcüler” ile ilgili bir yazı hakkında duygu ve düşüncelerini dile getiriyor. Şöyle yazıyor: “... yazıyı ibret ve hayretle okudum. Bu kadar ciddi bir konuda bu denli sorumsuzca yazılar yazmak talihsizliktir.

Öteden beri Gürcü tarihini, coğrafyasını, etnonomisini, tofonomisini tahrif ve saptırma hususunda uzmanlaşmış bazı isimler mevcuttu...” Hayrioğlu, daha sonra, yazdıklarından rahatsızlık duyduğu F. Kırzıoğlu, H. Göktürk, M. A. Önder ve M. Bahçeci’nin adlarını sıralıyor. “İbret ve hayret” ile okuduğunu söylediği yazıya “kendi anlayışınca” eleştiriler getiriyor. Bu makalesinden iki kısa alıntı yapmak istiyorum. İlki: “...Kartvel ailesinin üyeleri: Güneyde Gürcüler, Megreller, Tçan-Lazlar, Svanlar...” İkincisi: “... (Gürcüce)... Lazca, Megrelce ve Svanca ile birlikte Kartvel (Gürcü) dil ocağının bir üyesidir...” İlk ifadesinde “Gürcüler”i “Kartvel”lerden biri olarak tanımlarken, ikinci ifadesinde “Kartvel”i “Gürcü” ile eşanlamlı olarak kullandığını görüyoruz. Üstelik Milliyet Büyük Ansiklopedi’nin 7. cildinin 2745. sayfasından alınarak 30. sayfada yayımlanan Kafkasya Halkları tablosu da bu söyledikleriyle çelişiyor.

Hayrioğlu’nun “Gürcü” ve “Kartveli” terimlerinin birbirleriyle eşanlamlı olup olmadığı konusunda bir sorunu bulunduğu anlaşılmaktadır. Gürcüce’den yapmış olduğu bütün çevirilerde de konu Megrel-Lazlar ve Svanlar olduğunda, daima bu “sorun”la karşılaşıyoruz.

Lazlar’ın Tarihi adlı çeviri çalışması 1992’de Ant Yayınları’ndan kitap olarak yayımlandı. Bu kitapta da Megrel-Lazların “etnik” kökenine ilişkin ilginç ama kendi içinde tutarsız ve çelişkilerle dolu tanımlamalarla karşılaşıyoruz: “...Tçanlar Gürcü ırk grubunun bir üyesidir... “Güneyli Gürcü kökenli Tçan-Lazlar... Kuzeyli Gürcü kökenli Megreller...”, “... Laz Gürcüleri...”, “Gürcü soyundan Lazlar…”, “Gürcü kırallarından biri nedense Lazlara saldırmış, ülkeyi orta yerinden ayırıp aralarına esas Gürcü boylarından aileleri yerleştirmiş...”; ‘... Doğu  ve güneydoğu yönünde yaşayan Müslüman Gürcülerdir. Bunlar arasında Gürcüleşmiş Lazlar da vardır...” (s.10, 34, 36, 40, 61, 72)

Dil konusunda da çelişkili ifadeleri görüyoruz: “.. Laz lisanı yakın akrabası olan Megrel lisanı yanında az çok farklılıklar göstermektedir...”, “... Laz ve Megrelce metinlerin karşılaştırılması, bu iki lehçenin tek bir dilin öğeleri olduğunu ortaya koymuştur...”, “.. Kırsal kesim Lazcası’nın Megrelce’den pek farkı yok gibidir...”, “... Bugün Laz Megrel lehçelerinin tek bir lisan Zanca’nın iki ayrı ağzı olduğu hususunda ihtilaf kalmamıştır...” (s.59, 61, 78, 79)

Ancak kitap, demagojik ifadeler kullanmaktan da geri durmuyor: “Bu dil (Lazca) Gürcüce’nin bir diyaleğidir...”, “... Bizim dilimiz (Lazca) Gürcüce’nin bir lehçesidir...”, “... Zancanın... Gürcüce’nin ta kendisi olduğunu söylemeye gerek olduğunu sanmıyorum...” (s.56, 70, 79)

Hayrioğlu’nun diğer çevirileri olan Gürcistan Tarihi ve Doğu Karadeniz Halklarının Tarih ve Kültürleri adlı kitaplarda da yine “aynı terminoloji” sorununu görüyoruz. Bunlardan ilk kitapta, “Kartvellik (Gürcülük) Şuuru” ara başlığı altında şu bilgi veriliyor: “... Gürcü toplumu değişik kardeş toplum elementlerinin katılımıyla meydana geldi. Kartvelien gruplar: Kartlar, Megreller-Ç̆anlar ve Svanlar’dır. Bu gruplar kendi aralarında da birtakım boylara ayrılır: Kartlılar, Kahlılar, Pşav-Hevsurlular, Mtiul-Mohevliler, İmeretliler, Guryalılar, Raçvelliler, Leçhumlular, Acarlar, Meshler, Cavahlar, Şavşlar, Klarclar Kartvel boyunu oluşturur...” (s.31). Fransızca’dan olsa gerek, bu kez “Türkçe literatür”e “Kartvelien” kavramını “kazandırmış”. “Kartlılar”la başlayan cümlesinde saydığı halkların Kartvel boyları olduğunu belirtiyor. İcat ettiği “Kartvelien” ile Kartveli” eşanlamlı olarak mı kullanıyor? Yazım hatalarını, noktalama işaretleri ve ifade bozukluklarını dikkate almasak bile, yalnızca anadilleri Gürcüce olan ve yukarıda sıralanan haklarla ilgili olarak bile terminoloji karışıklığını görüyoruz.

İkinci kitapta da ilginç ifadelere rastlıyoruz: “...Günümüze kadar gelebilen Gürcü urukları ise: Svanlar, Laz-Ç̆anlar-Megreller ve ana unsur olan Kartveller (Gürcüler)dir....” (s.42) Çıkan anlam şu: “Svanlar, Laz-Ç̆anlar-Megreller’ zaten “Gürcü” olan “Kartveller” ile birlikte “Gürcü” olmakla kalmıyor, zaten “Gürcü” olan “Kartveller” bir kez de Svanlar, Laz-Ç̆anlar-Megreller ile birlikte “Gürcü” oluyorlar!

Lazları’ın Tarihi adlı kitabın “Laz Etnografyası” başlıklı bölümünü Fahrettin Çiloğlu yeniden Türkçe’ye çevirmiş. Bu makaleyi editörü olduğu Mamuli adlı derginin 5. sayısında yayınladı. Hayrioğlu’nun çevirisinde geçen “Gürcü”, Çiloğlu’nun çevirisinde “Kartveli” olmuş.

1936 yılında İnegöl’ün Hayriye Köyü’nde doğan Hayri Hayrioğlu bir polis memuru emeklisi. Halen İnegöl’de ikamet ediyor. En önemli özelliği 1877-1878 “Müslüman Osmanlı” - “Hıristiyan Rus” Savaşı sonunda, daha sonra Acara adını alacak olan Rus topraklarından göç etmek zorunda kalan Gürcüce konuşan Müslüman bir ailenin üçüncü kuşak torunlarından olması.

Hayrioğlu, telif veya tercüme her çalışmasında hatta aynı çalışmanın içinde bile kastettiği halklarla ilgili olarak çelişkili terminoloji kullanması ve dipnot açıklamalarını iptal etmesiyle tanınıyor. Bundan sonra yazacaklarında terminoloji tutarlılığına dikkat etmeli ve tercüme ettiği eserlere orijinal gerekli dipnot açıklamalarını eklemelidir. Ayrıca çalışmalarının terminoloji ve dil bakımından redaksiyon katkısına ihtiyaç duyduğuna şüphe yoktur.
Şu an sağlık sorunlarıyla boğuşan Hayrioğlu’nun en kısa zamanda tekrar eski sağlığına kavuşmasını ve uzun bir ömür sürmesini diliyorum. Şövalye ruhlu bu insanın, bana göndermiş olduğu fotokopilerin, “bu konu”da bilgilenmeme büyük katkısı olduğunu itiraf etmek zorundayım. Ümit ederim kesilen mektuplaşmamız yine devam eder.



“Çveneburi Kültürel Dergi”: “Yayın Kurulu”... “Yayın Çizgisi”?!


Yeni Çveneburi Kültürel Dergi’nin ilk sayısında 30 Temmuz 1992 tarihinde Tiflis’teki Türkiye Cumhuriyeti ile Gürcistan Cumhuriyeti arasında imzalanan Dostluk, İşbirliği ve iyi Komşuluk Anlaşması metnini yayınlaması, bu derginin “resmi gazeteciliğe” ilk göz kırpması olarak değerlendirilmeli. Nitekim bu derginin bugüne kadar çıkan sayıları bu konuyu şüpheye mahal bırakmayacak şekilde gözler önüne sermektedir.

Çveneburi Kültürel Dergi, 1994/ 11-12. sayıda “Bir Mektup” başlığıyla yayımlanan makale, bu derginin “yayın çizgisi”nin bir başka yüzü hakkında da bilgi veriyor. “Köy Kahvesi”nde bile “acaba dışarıdan biri duyuyor mu?” diye sık sık etrafa bakınmadan anlatılmayacak konulara giren makalenin yayınlanmasında sakınca görülmüyor. “... Huduttan geçer geçmez kapkaççılarla tanıştık. Bizden onar dolar istediler. Mükemmel Türkçe konuşuyorlardı. Ben de onlarla Gürcüce konuştum. Bana “Gürcüce’yi nereden öğrendin?” diye sordular. Ben de “İngilo Gürcüsüyüm” dedim. Gvari sordular, ben de söyledim. Kendisi Memişişi imiş. Yani Laz, belli... Sonra Mafyabaşı Aslan Abaşidze’nin damadı Temuri ile tanıştık...” “Yayın Kurulu”, bir sayısında özerk bir cumhuriyetin cumhurbaşkanını mafyabaşı ilan eden ve bir etnik grubu aşağılayıcı bir makaleyi yayınlıyor, bir başka sayısında (1996/ 26.) “Acara Cumhurbaşkanı İstanbul’da” başlığı altında, “Acara Özerk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı  Sn. Aslan Abaşidze başarılı bir ameliyat geçirerek sağlığına kavuştu...”  haberini veriyor. Üstelik Yayın Kurulu’ndan Mercan’ın da yanında olduğu bir fotoğrafını yayınlayarak!

Son zamanlarda “Bir reklâmını ver, röportajını yapıp hemen yayınlayalım kampanyası”na da ağırlık verdiği gözlenen Çveneburi Kültürel Dergi, yayın politikasıyla resmî ideoloji ve resmî tarih tezi aktarıcılığının yanında, “kör kör parmağım gözüne” misali traji-komik tutumlar sergilemekte, “paparazzi”vari haberlere de imza atmaktan geri durmamaktadır. Bu konuda iki örnek “adeta gözleri yaşartacak” bir “gazetecilik başarısı”nı ortaya koyuyor! İlki 37. sayıda “kapak” da yapılan haber şöyle: “Osmanlı Yönetiminde Bir Gürcü: Hasan Fehmi Paşa”. Kapakta “paşa kıyafeti”nde göbekli bir zat. “Kapak” bile yapılan bu haberin içeriği acaba nedir diye şu “Gürcü Paşa”yı arıyorum. Taa 16. sayfada iki fotoğraflı ve yalnızca “bir sayfa”lık bir makaleyle karşılaşıyorum. Makale, paşanın 1908 İnkılabı’ndan sonra “İhtiyar Jön Türk” diye anıldığını belirtiyor ve ekliyor: “Gürcü kimliğini hiçbir zaman unutmayan Hasan Fehmi Paşa... İkinci Abdülhamit devrinin temiz kalmış adamlarındandır.” Bu “haber”in de 1999/ 33. sayıda verilen “TBMM’de Gürcü kökenli milletvekilleri” haberi gibi bir “özellik”te olduğu ve “birileri”ne hoş görünmek için yayınlandığı anlaşılıyor!

41. sayıda çıkan “ikinci çarpıcı haber” de  kapak yapılmış: “Gürcüstan’da IV.  Murat’ın büstü bulundu” başlığını taşıyor. Haberin yer aldığı 2. sayfayı açınca Murat’ın IV.  değil III. olduğunu görüp şaşırıyorum. “İki sayfa”lık bu makalenin ne amaçla kapak yapıldığı yine belli değil. Ancak teknik imkansızlıktan olsa gerek kapaktaki fotoğraf büstten çok yeni parlatılmış bir saksafonu andırıyor.

Bol bol “kilise yazıları”na da yer veren dergi “Müslüman mahallesinde salyangoz satmak”  misâli işlerle de uğraşıyor. Hele Prof. Şuşana Putkaradze ile yapılan ve Çveneburi Kültürel Dergi’nin 1998/ 28. sayısında “şema ve şekiller” eşliğinde yayınlanan söyleşi kargaları bile saatlerce güldürecek “bilgilendirmeleri”yle üçüncü sınıf mizah dergilerinin ilgisini çekecek “düzey”de, sayın prof.’un diğer yazdıkları ve söyledikleriyle apayrı bir makale konusu oluşturduğuna şüphe yok!

Çveneburi Kültürel Dergi’nin “en ilginç” sayılarından bir tanesi şüphesiz 1994/8- 9. birleşik sayısı. Ogni Kültür Dergisi’nin yayına başladığı ve Megrel-Laz ve Svanların, Gürcistan resmî ideoloji ve tarih tezleri karşısındaki durumuna dikkat çekildiği bir dönem. Çveneburi Kültürel Dergi’nin belirtilen sayısında iki ilginç röportaj yayınlanmış. İlk röportaj Sinema Yönetmeni Marina Tsurtsumia ile yapılmış. Röportajı yapan kişi O. Nuri Mercan. Mercan’ın ilk lâfı şöyle: “Bir Gürcüsünüz, ama Moskova’da doğup büyüdünüz...” Mercan istediği karşılığı alıyor: “Annem Rus fakat babam Gürcü. Megrel kökenli Gürcü...”

Röportajın sonlarına doğru Mercan dayanamıyor ve soruyor: “Megrel kökenli Gürcüler’le Kart kökenli Gürcüler arasında siyasal veya kökene dönük bir uzlaşmazlık var mı? Daha doğrusu Kart kökenli Gürcüler’in Megreller’i asimile ettiği şeklinde bir söylenti var Türkiye’de. Bu doğru mu?” Mercan, soruyu yanlış soruyor. Gürcü halkının Megrel halkını asimile edip etmediği şeklinde anlaşılan bir soru soruyor ve istediği cevabı da alıyor. Böylelikle gol attığını düşünüp mutlu oluyor. Oysa, Ogni Kültürel Dergi de aynı Marina Tsurtsumia ile bir röportaj yapar ve yayınlar. Sorular şovence olmadığı için cevaplar da “garip” olmaz. Ogni Kültür Dergisi’nin 4. sayısında yayımlanan röportajdan aktaracağım cümle bile iki farklı yaklaşımı yansıtması açısından önemli: “... Ben Moskova’da doğdum ve orada yaşıyorum. Babam küçük bir Megrel köyü olan Xobi’de doğdu ve şu an orada yaşayan birçok  akrabamız var. Annem Rus. Ben bütün hayatımı Moskova’da geçirdim. Gürcistan’ı ve Megrelya’yı çok seviyorum...”

Çveneburi Kültürel Dergi’nin aynı sayısında yayımlanan Fahrettin Çiloğlu’nun röportajı da “ilginç”. Röportaj yaptığı kişi Gürcistan Ulusal Demokratik Parti Başkanı Giorgi Çanturia. Çiloğlu, Çanturia’ya çeşitli konularda sorular soruyor ve cevap alıyor. Birden aklına geliyor: “Gerçi değişik  konular üzerinde konuşuyoruz ama, ben gene Gamsahurdia üzerine bir soru sormak istiyorum. Samegrelo’da nasıl bir sorun vardı? Bunu sormamın nedeni şu, Türkiye’de bazı çevreler bir Megrel hareketinden söz ediyor.” Çanturia cevaplıyor: “Ben de bir Megrelim. Gamsahurdia’nın ardından aslında konuşmak istemiyorum ama, Gamsahurdia bu Megrel kartını çok kötü oynadı... Ben Megrelim, sonra Kitovani de Megrel ve Gamsahurdia ‘yı iktidardan düşürenler Megrel’di. Bu nedenle bu bir Megrel sorunu değildi. Gürcistan’da bir Megrel sorunu yok.” Çiloğlu üsteliyor: “Ama burada bir etnik sorun olduğu ileri sürülüyor.” Çanturia ekliyor: “Nasıl etnik sorun yani? Megreller gerçek Gürcüler. Gürcistan’da bütün politik seçkinler Megrel.” Çiloğlu, Ziya Gökalp’e “Kürtler Türk değil mi” misâli soru soruyor ve istediği cevabı da alıyor. Çiloğlu’nun bu röportajından kısa bir süre sonra, Çveneburi Kültürel Dergi’nin (1994/ 11-12), 4 Aralık tarihli Sabah Gazetesinden alıntıladığı haberden öğrendiğimize göre, Çanturia, Tiflis’te uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürülüyor!

Bütün bu örnekler, Çveneburi Kültürel Dergi’nin anadilleri Gürcüce olan Müslümanlar’ın Türkiye’deki kültürel hakları için mi yoksa Gürcüstan’daki resmi ideoloji ve resmi tarih tezlerini yaymak için mi yayımlanmakta olduğunu gözler önüne sermektedir.


Bir “Milâd”: “Gürcüstan”

“Bu terminoloji sorunu”nun Türkiye’deki miladı Ahmet Özkan imzasını taşıyan Gürcüstan adlı kitabın yayımlandığı (1945’i saymazsak) 1968 yılıdır. Bu kitapta Kamil Olgun ve Hayri Hayrioğlu’nun bazı çalışmaları da yer alıyor.

Gürcüstan adlı kitap bazı kaynaklara dayanarak “Gürcü adının menşei” alt başlığıyla şu bilgiyi veriyor: “Primitif çağda, Güney-Batı Kafkasya, Horos, Hurüz, Kürüz, Kurzün adlı bir kavim tarafından iskan edilmişti. Bu isim hâlâ komşuları tarafından Gruz, Gurc, Gurci, Gürcü olarak muhafaza edilmektedir.

Aynı kavim adı (etnonim) bize İranlılar tarafından da intikal etmiştir. Bu ülke, horoz milleti anlamına, Horos, Huruz denilmişti, bu isim sonradan Gürci, Gürcü şekline girmiştir.
Altın Post Yurdu Kolhit (Batı Gürcistan) ismi de, prehistorik çağda buralarda, Kuruz, Hruz milletinin varlığına tanıklık etmektedir.

Bir açıklamaya göre Kolhit Halkı Kork’tan, Kork, Korc, Gurci, Gürcü, adı ortaya çıkmıştır. Gürcü ulusunun yaşadığı ülkeye de Gürcüstan denir.’”(s.64)

“Kartveli adının menşei” alt başlığıyla yine bazı kaynaklara dayanarak şu bilgilere yer veriliyor: “... Efsaneye göre, Kafkasya milletlerinin, Yafes’in oğlu Targamos (Torgoma)’tan geldiği hakkındaki efsaneyi nakleden Saint Martin (...)’e göre, gürcülerin efsanevi cetleri ve Torgoma’nın ikinci oğlu Kartlos, şarkta Tiflis altındaki Borçalı çayı ağzınadan garpta Suram dağlarına kadar olan bölgede yerleşmiş ve Kartvel ismi buradan doğmuştur. İşte Nuh Peygamber oğlu Yafes oğlu Torgoma’nın ikinci oğlu Kartlos’a izafeten Kartvel adı ortaya çıkmıştır..

... Bilimsel olarak, a) Kartvel adının, Gürcüler’in ilk anayurtları olarak kabul edilen ve Kalde ile ilgili sanılan Kardu’dan geldiği iddia edilmektedir. Buna göre, Sümerler’le bir dil ailesine mensup olan İberler, Kalde-Urartu camiasına dahil iken, milattan önce VI. asıra, Van havalisinden çıkarıldıktan sonra kendilerinden önceki kavimleri kısmen şimale (kuzeye) sürerek ve kısmen de onlar ile karışarak Kafkasya’ya yerleşmişlerdir.
b) Kura Vadisi halkı kendilerini Kartveli olarak adlandırır. En yetkili etnologlara göre Kartveller, Kafkasya’nın bu bölgesinin yerli halkı değildir. Güney ve güneybatıdan göçle gelmişlerdir. Kartvel adlı iki elemandan meydana gelir:

1- Karduklar’ı hatırlatan Kar, Kart (Kard) ve Küçük Asya’nın Kar’ları;
2- Tvel=Tubal=Pontik kıyısal Tiberenoi;
Bu hattın uçları arasında Kardukların ülkesi ile Tibarenlerin ülkesi yer alır ki, Kartvellerin asıl yurdunu burada kabul etmek gerekir. Kutsal kitaplarda Tibaren, Tubal, Tobal zikredilir.

Bu iki eleman birleşince, Kar-Tubal, Kar-Tvel, Kartvel meydana gelir.
Başka bir açıklamaya göre, Tubal’lar, Anadolu’dan doğuya göç etmiş bugünkü Kura Nehri vadisine yerleşmişlerdir. Yeni göçmenlere Kura-Tubal’ları adı verildi. Buradan da Kura-Tubal (Tobal), Kur-Tvel, Kartvel doğmuştur....”(s.64-65).

Gürcüstan adlı kitap şu açıklamaları da yapıyor: “Kartveli: Gürcü”, “Kartuli: Gürcüce”, “Sakartvelo:Gürcüce”…(s.65). Gürcü Dili (Kartuli)başlığıyla verilen bilgiler arasında bir sınıflandırma daha görürüz “Gürcüce (Kartuli) grubu”:, a-Gürcüce, b-Mingrelce (Hıristiyan laz dili) c- Çtan Dili (Müslüman laz dili), d- Svan Dili...” (s.132). Gürcüce’nin nasıl Gürcüce (Kartuli) grubundan olduğu havada kalıyor. Gürcüstan’da Edebiyat Dili olan Kart Dili’nin yanı sıra “Kah Dili”, “İngilo Dili”, “Hevsur Dili”, “Pşav Dili”, “Mohev Dili”, “Mtiul Dili”, “İmeretili Dili”, “Raçalı Dili” ve “Gurya Dili” gibi Gürcüce’nin diyalektleri olarak kabul edilen diller de konuşulmaktadır. Ancak bunlar Gürcüce’nin (Kartuli) grubuna dahil edilebilir. Gürcüce (Kartuli)’den farklı diller olan Megrelce, Lazca ve Svanca “Gürcüce (Kartuli) grubu”na dahil edilemez.

Kitap, Sovyet yönetiminin “yönetilmiş evrim” ile Gürcüler ve Gürcüce’ye cömertçe her alanda sağladığı imkânları görmüyor, Sovyetler Birliği’nden ayrılmayı ima eden anekdotu aktarıyor. Yani ‘bugün’ü özlüyor?!

Gürcüstan adlı kitabın yayımlandığı yıllarda ben küçük bir çocuktum. “Konu”ya henüz muttali olmamıştım. Ancak 1990’lı yıllarla birlikte konuya ilgi duymaya başlayınca, çocukluk günlerimde yayımlanmış çalışmalarla ilgili araştırmalarım sırasında Gürcüstan kitabı ile ilgili olarak o dönemde yazılan “çeşitli eleştiriler”e de rastladım. Onlara değinmek istemiyorum. Yalnızca Birleşik Kafkasya adlı dergide “Yeni Neşriyat Köşesi”nde Osman Çelik tarafından yazılan “Gürcüstan” başlıklı makaleden bazı alıntılar yapmakla yetineceğim. Çelik’in yazdıkları bugün de bazı nasyonalistlere uyarıcı olma özelliğini taşıyor: “...Kitabın tarihi bölümü, yeterli bilgi vermekten uzaktır. Kesiksiz bir tarih şeridi işlenememiştir. “Gürcü” isminin ve Gürcü halkının kaynağı izah edilirken, İspanyadaki Bask’larla Gürcü’lerin akrabalığından bahsedilmekte, her nedense Kuzey Kafkasya halklarından özellikle Abhazlardan söz açılmamaktadır. Ayrıca şu husus çok gariptir. Kafkasya’da Gürcü’ler kadar eski bir kültüre sahip diğer Kafkas halklarından bahsedilmemektedir…

Yazar, bağımsız Gürcüstan ile Rusya’ya bağlı Gürcistan’ı zaman zaman birbirine karıştırmıştır. 1877-1878 Osmanlı- Rus savaşında, Ruslar’ın Artvin ve Kars dolaylarını işgal etmelerini yanlış tefsir etmiştir. “XIX. yüzyılda Lazistan hariç diğer bölgeler tekrar Gürcistan’a geçmiştir.” denilmektedir. Halbuki, XIX. yüzyılda, Osmanlılar’ın karşısında Gürcü’ler değil, Ruslar vardır. Bu hata, yazarın istifade ettiği kaynaklardan gelmektedir. Çünkü, istifade edilen eserlerin büyük kısmının yazarları, laik, Kafkasya kültür birliğine dahil Gürcüstan’ı değil, hıristiyan Gürcüstan’ı işlemişlerdir. Maalesef eserin her bölümünde bu husus açıkça görülmektedir...

(...)
Yüksek Mimar Ahmet Özkan’ın eseri, “Ben Gürcüyüm” diyor. Buna, “Hayır” diyen yok. Fakat, ya bütün Kafkasya! Tanıtılmak istenen tarih ve milli kültürün ortakları, ya onlar! Muhaceretteki bir Kafkasyalı daha yapıcı, daha bağımsız düşünmeliydi...”

Çok “Duygusal” Bir Adam Ve Mektupları

“Yeni Ülke gazetesinde 11-17 Ekim tarihinde Bedia Leba imzasıyla yayımlanan Lazlar ile ilgili yazıya Osman Nuri Mercan’dan bir eleştiri gelir ve aynı gazetede “Söz Okurun Köşesi”nde yayımlanır. Mercan, Çveneburi Kültürel Dergi’nin yayın kurulu üyesi ve sonra da sahibidir. “Giriş”ten sonra Mercan şunları yazıyor: “Sayın Leba’nın yazısına biraz daha açıklık getirecek aşağıdaki açıklamaları yapmakta fayda görüyorum.

Lazca, Gürcü dilleri grubundandır. Gürcü Dili üç ana bölüme ayrılır: Kart Dili: Türkiye’de yaşayan Gürcülerle Gürcistan’ın güneybatısı, orta ve doğu bölümlerinde konuşulur. Türkiye’de iki milyon civarı Gürcü, Gürcistan’da da 2,5 milyon civarında Gürcü bu dili konuşmaktadır. Svan Dili: Gürcistan’ın Svaneti bölgesinde 100 bin civarı Gürcü bu dili konuşur.

Laz-Megrel Dili: Türkiye’de 100 bin civarında ve Gürcistan’da bir milyon civarında Gürcü bu dili konuşur. Laz-Megrel ve Svanlar ayrıca ana dili olarak Gürcüce de konuşur...”

Mercan’ın, Atlas Dergisi’nin Aralık 1997/ 57. sayısında “ilgi alanımızlada ilgili” “Acarlar Diye Bir Halk Yoktur” başlıklı bir başka mektubu yayımlanır. Şu satırları “ilginç”: “Lazlar ve Megreller etnik bir halk değil Acara’da. Bunlar da öz ve öz Gürcü’dür… Bilgi için özellikle belirtmek istiyorum. Gürcü halkı üç temel boydan oluşur: Kartlar, Svanlar, Lazlar/Megreller. Bu gerçek, Gürcü ulusunu anlatan en basit kitaplarda dahi görülebilir…” (s. 172). Gürcüce, Megrelce, Lazca ve Svanca’yı Gürcüstan’da, Gürcüce ve Lazca’yı Türkiye’de konuşanların sayılarıyla ilgili verdiği rakamları hangi verilere dayandırdığını belirtmeyen Mercan’ın Gürcüstan ile ticaret ilişkisi bu ülkenin resmî ideoloji ve resmi tarih tezlerine karşı çıkmayı “duygusal” bir insan olarak göze almasını engelliyor anlaşılan. Bu tezleri gönüllü olarak savunması ve canhıraş bir şekilde yaymaya çalışması, konunun ne kadar “duygusal boyutlu” olduğuna dair insanı fikir sahibi yapmaya yetiyor.

Kendisinin bu konularda okuması, ama çok okuması gerekiyor. Öncelikle “icat ettiği terimler”i bir makalede bile tutarlı olarak kullanmadığını görmeli. Kendisinin “Kart Dili” (Kartuli Ena) dediği dil, Gürcüstan’daki “Kartli Halkı”nın dilidir. Ancak iddia ettiği gibi Türkiye’deki Gürcüler’in kullandığı dil “Kart Dili” değildir. “Kart Dili” Gürcüce’dir. “Kart Dili” edebi dil olduğu için “Kah Dili”, “İngilo Dili”, “Hevsur Dili”, “Pşav Dili”, “Mtiul Dili”, “İmeretili Dili”, “Raçalı Dili” ve “Gurya Dili” de “Kart Dili”nin yani “Gürcüce”nin diyalektleri olarak kabul edilmektedir. Meselâ, bu dillerden biri “aynı şekilde” “edebi dil olma” ve/ veya “bu dil” konuşanları “siyasi irade sahibi olma” şansını yakalayabilseydi, “Gürcüce” olarak anılacak, “Kart Dili” (Kartuli Ena) onunla yer değiştirecekti. Mercan, “bu diller”e değinmiyor. “İncil Dili” kendisine bir ipucu olabilir!

Megrel-Lazca (yani Zanca) ve Svanca Gürcüce’nin yani Kart Dili’nin diyalektleri değil, ayrı dilleridir.

Dilleri edebi dil olan Kartli Halkı, esas alınırsa, “Kartlar” Gürcü” Kahlar, İngilolar, Hevsurlar, Pşavlar, Mohevler, Mtiullar, İmeretilililer, Raçalılar ve Guryalılar da doğal olarak Gürcü boyları olarak anılmalıdır. Meselâ bu halklardan biri “aynı şekilde” “edebi dile sahip olma” ve/ veya “siyasi irade sahibi olma” şansını yakalayabilseydi, o halk Gürcü olarak anılacak, Kartlar onunla yer değiştirecekti. Mercan “bu halklar”a değinmiyor.
Gürcü boyları gibi bir kavramdan söz edilecekse, Megrel-Lazlar, Svanlar, Gürcü boyları değil Gürcüler’e akraba olan halklardır. Hem Sovyet yönetiminin Gürcüce ve Gürcüler’e karşı ne kadar cömert davrandığını şöyle bir hatırlasın!




Bir Başka “Versiyon”

Ana Britannica ansiklopedisinde de çalışmış ve “Kafkasya/ Gürcüstan” vb. gibi konular hakkında “bugün kaynak gösterilen maddeler” bile yazmış olan Fahrettin Çiloğlu, Çveneburi Kültürel Dergi’nin 1. sayısında yayımlanan “Çveneburi” başlıklı makalesinde, Türkiye’de kendisinin ait olduğu ve dilini konuştuğu insanların, kendilerini ve dillerini tanımlamak için neden “Çveneburi” terimini kullandıklarına ilişkin olarak şunları yazıyor: “... “Çveneburi” sözcüğünün “Kartuli” (Gürcüce) ve “Kartveli” (Gürcü) anlamlarında nasıl ya da neden kullanılmaya başlandığını kesin bilmiyorum. Bu konuda yazılmış bir yazının olup olmadığını da...” (s. 3). Çiloğlu, Osmanlı-Rus Savaşı nedeniyle Rus topraklarından Osmanlı topraklarına göç eden Gürcüce konuşan Müslümanlar’ın neden kendilerine “Kartveli” değil de “Çveneburi” dediklerine akıl sır erdiremiyor. Göçün olduğu yıllarda henüz “Kartveli” diye bir kavramın ortaya atılmamış olduğunu aklına getiremiyor. “Kartveli” kavramının Sovyetler Birliği’nin kuruluşundan sonra “önce dar daha sonra da geniş anlamıyla” kullanılmaya başlandığını da bilmiyor. Aktardığımız satırları büyük bir titizlikle kaleme aldığı görülen aynı Çiloğlu, iş dönüp dolaşıp Megrel-Lazlar ve Svanlar’a gelince kesin yargılı ifadeler kullanmaktan tereddüt etmiyor ve Gürcüler’in Tarihi adlı kitabında kesin hükümlerde bulunuyor: “... Gürcüler tarihsel olarak, Kartlar, Megrel-Çanlar (Lazlar) ve Svanlar olmak üzere üç boydan oluşur. Günümüzde bir ulus olarak Gürcüler dendiğinde, genel olarak (Gürcüstan’daki) Kartveli halk (Gürcü, Megrel, Laz, Svan) anlaşılır...” (s.12)

Kendisinin de “yayın kurulu üyesi” olduğu Çveneburi Kültürel Dergi’nin 1. sayısında yayımlanan “Kafkasya Halkları tablosu” ile söyledikleri uyuşuyor mu?

Çiloğlu, bir açıklama yapma ihtiyacı hissediyor. “... Gürcüce’deki Kartveli ile Kartleli sözcüklerinin Türkçede tek sözcükle (Gürcü) karşılandığını, bunun da zaman zaman anlam karışıklığına yol açtığını belirtelim” diye yazıyor. Biz de Kartleli’nin Kartli’den olan Kartlili anlamına geldiğini belirtelim.

Çiloğlu, Birikim Dergisi’ndeki makalesinde “Kartveli”nin Türkiye’de kimlere denebileceğini şöyle açıklıyor: “... Türkçe’de Gürcü olarak karşıladığımız “Kartveli” terimi Türkiye’de yalnızca, tarihsel olarak Kartlar’dan gelen ve “Kartuli Ena”yı Guria ağzıyla konuşan topluluğu (Gürcüler) ifade etmektedir...” Bu açıklamasını da şu “makul bilgi”ye dayandırıyor: “... Türkiye ve Gürcüstan’da iki ayrı tarihsel yaşandığı, “Kartveli” sözcüğünün anlamında da tam bir örtüşme olmadığı söylenebilir.” Ancak Türkiye’deki Gürcüler’in Kartlar’dan yani Kartli’den olanlardan geldiğini ve bir genellemeyle bunların Kartuli Ena’nın Guria ağzını konuştuklarını nereden biliyor? Türkiye ve Gürcüstan’daki iki ayrı ve farklı süreçten bahsediyor. Bu süreçleri neden sorgulamıyor? Mesela “doğal evrim” ve/ veya “yönlendirilmiş evrim”in Gürcüstan’da nasıl yaşandığını biliyor mu? “Ulus tanımı”ndaki “dil birliği”, “bölge birliği”, “ekonomik hayat birliği” ve “kültürel birlik” şartları nedir?
Kitabında “parantez içi” açıklamaları önemseyen aynı Çiloğlu, Birikim Dergisi’ne yazdığı makalesinde şunları söyleyebiliyor: “...(...) “Kartveli” terimi, Kart, Svan, Laz-Megrel boylarının ortak adı kabul edilmektedir...” (s.125)

“Gürcüce” konuşan Çveneburilerin kendilerini “Kartveli” kabul etmemelerine akıl sır erdiremeyen, bu durumu da kendine göre açıklamaya çalışan Çiloğlu, iş Lazlar’a gelince, “Türkiye’de kendilerini Kartveli saymayan Laz aydınları” gibi bir tanımlamayı kullanması bir “sıkıntısı”nı açığa çıkarıyor.

Kitabındaki “Gürcüler kimdir” bölümüne kesin bir tanım ile başlıyor: “Kendilerine Kartveli diyen Gürcüler’in “Sakartvelo” (Gürcü Ülkesi, Gürcüstan) dedikleri topraklarda eskiden beri yaşadıkları sanılır...” (s12.) Böyle kesin ifade ve vurguları taşıyan bir cümleyi “sanılır” ile bitiriyor. Çünkü “Kartveli” kavramının geçmişi konusunda bilgisi bulunmuyor. “Kartveli” kavramı Sovyetler Birliği’nde ortaya atılmış bir kavram, aynen “Sakartvelo” gibi. Kendisi pek hazetmiyor ama, Müslüman ataları “Hıristiyan” Rusya’nın ordularının zulmünden “Müslüman” Osmanlı topraklarına göç ettikleri tarihlerde ne “Kartveli” ne de “Sakartvelo” kavramları vardı. Geçmişi, bugünkü kavramlarla değerlendirmeye çalışılması, insanı türediği atasını reddetme noktasına kadar getirebilir.

Birikim Dergisi’ndeki makalesinde hiçbir kaynağa dayanmaksızın şu önemli tespitte bulunuyor: “... Eski çağlardan başlayarak değişik coğrafi  ve tarihsel bölgeleri içeren Gürcüstan, 10. yüzyılda “Kartveliler’in Ülkesi” anlamında “Sakartvelo” olarak adlandırıldı. Bugünkü Türkiye Gürcüleri’nin atalarının yaşadığı bölge, bu tarihsel ve Ortodoks Sakartvelo’nun bir parçasıydı...” “Konu”ya seküler yaklaşması gerekirken “Hıristiyan teolojisi kavramları”na göz kırpıyor. Bugünkü “Sakartvelo” ya da “Gürcüstan” kavramlarını 28 Mayıs 1918’den daha eski  tarihlere çekmeye çalışmaktadır. Ancak Çiloğlu’nun kendisi de bu durumu kitabında “Gürcü kırallıkları”nın ve kırallarının adlarını vererek tespit ve kabul etmiş oluyor. Sonradan yakıştırmalı ifadelere itibar edilse bile, kendi verdiği bilgiler arasında da “Sakartvelo Kırallığı veya Prensliği” gibi “siyasi yapılar” yok. “Tao-Klarçeti Prensleri”, “Birleşik Gürcistan Kırallığı”, “Kartli Kıralları”, “Kaheti  Kıraları”, “Kartli ve Kaheti Kıralları” gibi kırallıkların adlarını verebiliyor (s.71-74). Bunlar da “modern zamanlar”ın “ulus esasına dayanan” siyasi yapıları değil. Sovyetler Birliği’nin kuruluşundan önce veya çok daha önce yazıldıkları yıllarda bugünkü anlamda veya değil, “Kartveli” ve “Sakartvelo” kavramlarını kullanan eserleri de ortaya serme şansı bulunmamaktadır. “Kartveli” ve “Sakartvelo” kavramlarının resmî olarak kullanılmaya başlandığı dönemden itibaren yeniden basılan eski eserlerde “Kartveli” ve “Sakartvelo” kavramlarının kullanılmış olması kendisini yanıltmasın!

Ruslar’ın Kafkasya’da etkili olmaya başlamalarından önce, 17. yüzyılda, bugün Gürcüstan olarak bilinen coğrafyada üç kırallık bulunuyordu. Başkenti Tiflis olan Kartli Kırallığı; kuzey-doğuda Kaheti Kırallığı ve batıda Kutaisi civarını elinde bulunduran İmereti Kırallığı. Bu kırallıkların ilk ikisi  İranlılar’ın, sonuncusu da Osmanlılar’ın denetimindeydi. Doğu Karadeniz kıyıları, adı geçen bu üç kırallığın egemenlik alanı dışındaydı. Kuzeyde Soçi-Sohumi arası Abhazya’ya; Sohumi-Poti arası Megrelya’ya; güneyde Poti-Batumi arası Gurya’ya aitti. Bu üç prenslik Osmanlı’ya haraçla bağlıydı. Güney-batıda ise Samtshe ve Saatabego prenslikleri vardı. Bu prensler, zamanla İslâmiyet’i benimsedi ve Osmanlı’ya doğrudan bağlı birer valilik haline geldi.

Gürcüler, Rusya ile yaptıkları 1783 Georgievsk Anlaşması ile Gürcü askeri yolunun açılmasına ortam hazırlamış oldu.

1783’te Kırım’ı ilhak etmelerinden sonra, Ruslar ertesi yıl Petrovsk’u ve kentin Dağıstan’daki art bölgesini işgal etti ve Kaheti’yi de kendine bağlamış olan Kartli (Gürcüstan) Kırallığı’nı koruma altına aldı. Ruslar, Viladikafkas kenitni kurdu ve Gürcüstan ile doğrudan ilişki kurmalarına imkan veren Daryali Boğazı’nı açtı. Son Kartli (Gürcüstan) Kıralı ölürken yaptığı vasiyetle kırallığını Rusya’ya bıraktı. 1803’te Megrelya, 1804’te İmereti ve Gurya, 1856’da Svaneti Rusya’nın egemenliğine geçti.

Görüldüğü üzere, 19. yüzyıla gelindiğinde bile, değil Gürcü boyu (!!!) Megreller’den, Lazlar’dan, Svanlar’dan ve Acarlar’dan, bugünkü Gürcüstan coğrafyasından bahbetmek mümkün değildi.

Çiloğlu, kitabında şöyle yazıyor: “.. Gürcüler Gürcistan nüfusunun yalnızca yüzde 70,1’ini oluşturmaktadır. Buna göre Gürcüstan’daki Gürcü nüfusu 3.843.000’dir. Ülkede yaşayan Laz, Megrel ve Svanlar da bu sayının içindedir...” (s.28). Eğer “Gürcü nüfusu” söz konusu ise Megrel, Laz ve Svanlar’ın neden “Gürcü nüfusu” olduklarını kendi kendisine sormak aklına gelmiyor!

Yayın yönetmeni olduğu Çveneburi Kültürel Dergi’ye “Dünyada ne kadar Gürcü var” başlıklı bir makale yazan Fahrettin Çiloğlu, “önemli” bir dipnot açıklaması yapıyor: “Gürcüstan’daki Gürcü nüfusu tüm Kartveli (Kart, Svan, Laz-Megrel) nüfusunu kapsar. Türkiye’deki Gürcü nüfusu verilirken Lazlar dahil edilmemiştir.” Kendisine bu davranışı için teşekkür etmek borcumuz olsun!

Çiloğlu; kitabında,  “Kartveli Dili” diye de bir kavram icat ediyor ve “Svanca’nın Kartveli dilinin ilk biçiminden Gürcü, Laz ve Megrel dillerinden daha önce ayrılmış olduğunu” yazıyor. (s.18). Bu “yeni icat” “Kartveli Dili” kavramını kabul etsek bile, bu “Gürcüce” anlamına gelir. Gürcüce, Gürcüce’den nasıl ayrılmış? Sonra Megrel-Lazca (Zanca) ve Svanca niye “Kartveli Dili”nden yani “Gürcüce”den ayrılmış olsun? Madem bu ayrılışlar ve ayrılıklar kendisini çok ilgilendiriyor. Neden “Kart Dili”, “Kah Dili”, “İngilo Dili”, “Hevsur Dili”, “Pşav Dili”, “Mohev Dili”, “Mtiul Dili”, “İmeretili Dili”, “Raçalı Dili” ve “Gurya Dili”nin  icat ettiği bu “Kartveli Dili”nden ne zaman ayrıldıklarından hiç bahsedilmiyor?

Çiloğlu’nun da Megrelce, Lazca ve Svanca ile de “sıkıntı”sı var. “...Bazı dilbilimciler Laz-Megrel ve Svan dillerini, Gürcüce’den ayrı bir dil değil, Gürcüce’nin lehçeleri olarak kabul ederler. Ancak bir Gürcü’nün, bu diller arasındaki temel yapı benzerliklerine karşın, Laz-Megrel ve Svan dillerini anlaması mümkün değildir...” “Laz-Megrel ve Svan Dilleri” ifadesini kendisi kullanıyor ve ardından da bunların bazı dilbilimciler tarafından “Gürcüce”nin, yani “Kartuli Ena”nın lehçeleri olarak kabul edildiğine de özel vurgu yapıyor. Kim bu bazı dilbilimciler?

Bütün bu “sıkıntılar”dan kurtulması için resmî ideoloji ve tarih tezleri aktarıcılığından vazgeçmesi gerekiyor. Böylelikle derin bir “iç huzur”a ulaşacak ve Çveneburi Kültürel Dergi’nin 1996/ 19-21. sayısına yazdığı “Çveneburi”den başlıklı ve editör imzalı makalesinin üçüncü paragrafında sözünü ettiği ve kendisini inciten gelişmeleri de işlevsiz kılma şansına sahip olabilecektir.



“Çonguri de çalarım ...”


Bir zamanlar hayatının önemli bir kısmını “çiçek falı” bakar misali “Gürcüstan mı Gürcistan mı” diye kendi kendine sorular sorarak geçiren ve sonunda da “kopya çekerek” de olsa bu konuda birbirinden “nadide örnekler”le bezediği kısa ama öz bir makale yazmayı başaran İberya Özkan da Çveneburi Kültürel Dergi’nin önemli isimlerinden.
Ağustos 1995’te yapılan söyleşi önce Folklora Doğru Dergisi’nde sonra da Çveneburi Kültürel Dergi’nin çeşitli sayılarında bölüm bölüm yayımlanır. Folklora Doğru Dergisi’nin sorularını İberya Özkan cevaplıyor. İberya Özkan da, “diğerleri” gibi davranıyor ve “bildik ifadeleri” tekrarlıyor: “... Gürcü’nün karşılığı “Kartveli” olduğu için Gürcüce’de Kartveli (Kartuli) halk müziği de diyebiliriz. Ama örneğin Megreller’in, Megrelce yarattığı müzikler de Gürcü (Kartveli) halk müziği içinde değerlendiriliyor doğal olarak. Türkiye’de son yıllarda kafa karışıklığına neden olan bir tartışmaya da ışık tutmak için söylüyorum: “Megrel Müziği de Gürcü müziğidir” dendiği zaman Megreller’in milliyet olarak asimile edilmesi ve Gürcüleştirilmek istenmesi gibi bir durum yok. Gürcü deyince Megrel, Svan ve “Kartveli”den oluşan bir toplumdan söz edilmektedir. Svanca, Megrelce, Kartvelce diye ayrı diller var ama...”

Yıllardır “aynı kulvar”da koşan Özkan, Lazları ve Lazcayı “unutuyor”!  “Kartveli (Kartuli) halk müziği” diyor. “Gürcü”, “Kartveli” demekse ve bu da “Kartuli” anlamına geliyorsa “Kah Dili”, “İngilo Dili”, “Hevsur Dili”, “Pşav Dili”, “Mohev Dili”, “Mtiul Dili”, “İmeretili Dili”, “Raçalı Dili”, “Gurya Dili” nedir? Özkan, bununla da yetinmiyor ve “Kartvelce” diye bir terim icat ediyor.

Yine Folklora Doğru Dergisi’nin 62. sayısında yayımlanan röportajdan aktaracağımız “ifadeleri” tanımlamak için “uygun bir sıfat” bulamıyorum. “Müzisyen” İberya Özkan bu kez Acara’ya ilişkin bol “yani”li yorumlarda bulunuyor: “... Gürcüstan’ın Acara bölgesi Osmanlı hâkimiyetindeydi, dolayısıyla Türk’tür, İslam’dır vb. deniyor. Yani ayrım politik düzeyde var. Zaten Acara Muhtar Cumhuriyeti’nin varoluşu bile politik bir geçmişe dayanıyor. Yani Osmanlı döneminde, Osmanlı-Rus Savaşı sırasındaki bir anlaşmayla Acara, Gürcüstan’a dahil edildiği zaman, Acara MuhtarCumhuriyeti’nin ayrı bir cumhuriyet olma şartı ileri sürüldü. O bile bir ur olarak bugüne kadar kalmış bir sorun...” Benim bildiğim kadarıyla Özkan, Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Acara Bölgesi’ni daha ortada olmayan bir ülkeye yani Gürcüstan’a dahil etme başarısını gösteriyor (!) ve bu durumu olumluyor. Bugün ise Özerk Acara Cumhuriyeti’ni de “bir ur” olarak niteliyor.

Gerçi Zülfü Livaneli, 27 Mart 1997 tarihli Milliyet gazetesinde İberya Özkan’ı “Gürcüstan’ın fahrî  kültür elçisi gibi” çalışan bir kişi olarak niteliyorsa da, en azından yukarıda söyledikleri ve “Megrel kavalı” (ilili) da dahil her türlü müziksel aleti başarıyla çalabilme yeteneğine doğuştan sahip olduğu için Gürcüstan Senfoni Orkestrası Şefliğini Cansug Kahidze’den daha fazla hak ettiğine şüphe yok.



Sonuç: Her Şeye Rağmen Hâlâ Dostuz Ve Dost Acı Söyler

1960’ların sonlarından başlamak üzere günümüze kadar olan zaman dilimi içinde bazı kişiler tarafından ya kendi adlarıyla ya da takma adlarla yayımlanan telif veya çeviri kitap ve makaleler, söyleşi, dizi yazı, açıklama ve okuyucu mektupları ve Çveneburi Kafkasoloji Dergisi, Çveneburi Kültürel Dergi gibi periyodikler incelendiğinde karşımıza oldukça uyumlu bir çizgi çıkıyor. Bunların yayınlarındaki ortak yaklaşımları dönemlerine göre şöyle sıralamak mümkündür:

- Türkiye’de yaşayan yerli veya 93 Harbi göçmeni Gürcüce konuşan Müslümanların dillerinin yaşatılması konusunda tek bir satır ciddi ve tutarlı tavır gösterilmemektedir.
- Gürcüstan’ın resmî ideolojisi ve tarih tezlerine dayanan görüşler gizli ya da açık bir şekilde sahiplenilmekte ve yayılmaya çalışılmaktadır.

- Gürcüstan’ın resmî ideolojisi ve tarih tezlerinin bir diğer dayanağı olan Ortodoks Hıristiyan teolojisi de temel alınmakta, insanların Müslüman olmadan önce dinlerinin ille Hıristiyanlık olduğu gibi bir anlayış dayatılmaktadır. Toptan din değiştirmeler olduğu gibi bir saplantı içinde de olunmaktadır.

- Çarlık Rusyası ve Sovyetler Birliği’nin Gürcüstan ve Gürcüce’nin korunup gelişmesine olan katkıları göz ardı edilmekte, dönemlere göre koyu bir Rus, Bolşevik ve Sovyet düşmanlığı sergilenmektedir.

- Gürcüstan ve Sakartvelo, Gürcü ve Kartveli gibi kavramları göz önünde bulundurulmamaktadır. Örneğin, Gürcüstan önce Kartli, sonra Kartli-Kaheti iken, daha sonra bugünkü coğrafi yapıyı nasıl kapsar hale geldiğine ilişkin bir bilginin yanından bile geçilmemektedir.

- Bilimsel metot kaygısı ve terminolojik tutarlılık önemsenmemekte, bazen bir makale içinde bile tutarsız terminoloji kullanımı gözlenmektedir.

- Türkiye’deki Gürcü Kimliği’ni göremeyen ve kendilerini Gürcü veya Çveneburi olarak tanımlayamayan kalemler, iş Megrel-Laz ve Svanlar’a gelince, bu halkları hemen “Gürcü”/”Kartveli” boyu ilan edebilmektedir. Acarlar ve Acara (Acaristan) konularında da şovenist yaklaşımlar sergilenmektedir.

- Yine söz Megrel-Lazca (yani Zanca) ve Svanca’dan açılınca, bu diller “Gürcüce”nin veya “Kartvelce”nin önemsiz lehçeleri, diyalektleri ve/ veya şiveleri ilan edilmektedir.
- 1939’a kadar Megrel-Lazlar ve Svanlar’ın nüfus sayımlarında kendi kimlikleriyle kayıtlara geçerken, neden bu tarihten sonra “Gürcü”/ “Kartveli” olarak kayıtlara geçirildiklerine hiç değinilmiyor.

- Megrel-Lazlar ve Svanlar’ın kültürel hakları konusuna da hiç değinilmemekte, Sovyetler birliği’nin ilk yıllarındaki olumlu uygulamalar hakkında bir yorum yapılmamaktadır.

- Gürcüstan Halkı’nın, Sovyetler Birliği dönemindeki eğitim, sağlık, mesken, iş güvenliği vb. konularındaki kazanımları ve refah düzeylerine ilişkin tek satır bulunmamaktadır.

- Sovyetler Birliği’nin çözülüşünden sonra Gürcüstan’da ortaya çıkan fakirliğe hiç dikkat çekilmemekte, Laleli’de çanak-çömlek satmaya gelen fakir insanlar konu edilmemektedir.

- Şevardnadze’nin ABD’ye göz kırpması, üs vermesi ve Irak’a asker göndermesi gibi konulara temas edilmemektedir.

- Tarihsel olaylar anlatılırken, “Mamçakoğlu filmleri”vari yaklaşımlar sergilenmekte, üretim, mülkiyet ve paylaşım ilişkilerinin uluslaşmadaki etkileri ve doğal evrim süreçleri görmezlikten gelinmektedir. Sovyetler Birliği dönemindeki yöneltilmiş evrim de görmezlikten gelinen bir diğer önemli konu.

- Emperyalizm çağının ortaya çıkardığı kavramlarla hareket edilmekte, post-modern, pragmatik vb. yaklaşımlar sergilenmektedir. Geçmiş, günümüzün ürünü kavramlarla açıklanmaya çalışılmaktadır. Gürcüstan’ın, dünya ve içinde bulunduğu bölgede meydana gelmiş olaylar ve dengeler sonucu ortaya çıkan bir devlet olduğu unutulmaktadır.

- Aynı kaynağın işe gelen yeri kullanılmakta, işe gelmeyen tarafı hiç görülmemekte, bir gün bu durumun açığa çıkacağı akıl edilememektedir.

- Kendi yazdıkları ve savundukları fikirler eleştirildiğinde, cesaret gösterip kendi yayınlarında cevap verememekte, bunun yerine başkaları konuşturulmakta veya kulis faaliyetine girilmekte ve “ağabeyler”den medet umulmaktadır.

- Gürcüstan’da Megrel-Lazca ve Svanca’nın kurumsal olarak yaşatılmasına vb. konulara ilişkin her düşünce veya demokratik talebin arkasında Rusya’nın karanlık eli aranmaktadır.

- On yılı aşkın bir süreden beri yaptığımız yazılı dostça eleştiri dikkate alınmamakta, aynı tutum ve davranışlar allanıp pullanıp yeniden sergilenmektedir.




Sözün Kısası: Önce Dürüst Sonra Da Birlik Olalım!


Türkiye’deki kültürel ve dilsel zenginliklerin yaşatılması alanında gözükenlerin, her resmî ideoloji ve resmî tarih tezine karşı mücadele içinde olmaları beklenir. Tutarlı çizgisi olmayanların, örneğimizde görüldüğü gibi, şovenizmin bataklığına saplanmaları ve yalpalamaları kaçınılmazdır. Kendilerinden ancak Müslüman Gürcü ve/ veya “Çveneburiler”in dillerini yaşatma noktasında mücadele vermeleri beklenenlerin, bunu yapmak yerine resmî ideoloji ve resmî tarih tezlerinin Türkiye’deki acentalığına soyunmaları birçok açıdan ciddi olarak sorgulanması gereken ilginç bir konudur. Bununla beraber Gürcü Ulusu veya Kartveli Ulusu’ndan hareketle “Gürcüstan” veya “Sakartvelo” siyasi örgütlenmesinin resmî ideoloji ve resmî tarih tezlerinin Türkiye’de acentalığını yapanlar, “ulus” kavramının kapitalist sistemle ilgili bir kavram olduğunu unutmamaları gerekir. “Ulus” kurgulamaları yerine, günümüzde Gürcüstan olarak bilinen coğrafyada, Gürcüstan’ın kurulduğu 1918’den önceki üretim ilişkileri ve Gürcü ulusal ticaret ve/ veya sanayi burjuvazisi ve Gürcü kapitalizminin üretim ilişkilerinin yol açtığı “doğal bir evrim sonucu” gelişen bir ulus ve ulusal mücadelesi mi Gürcü Devleti’ne yol açmıştır? Bu soruya, cevabı Çiloğlu farkında olmadan kitabında veriyor: “1917 Devrimi’nden sonra üç Transkafkasya ulusu (Gürcüler, Ermeniler ve Azeriler) Ozakom olarak bilinen St. Petersburg’taki bir komitenin yönetimi altına girdi. Bolşevikler’in Ekim Devrimi’yle iktidarı ele geçirmelerinden sonra Menşevikler Rusya’dan ayrılarak bir federasyon kurma yoluna gitti. Ozakom’un yerine “Seym”  denen bir meclis kurdular. Ama iç çekişmeler ve Osmanlı kuvvetlerinin batıdan ilerleyişi federasyonun dağılmasına yol açtı. Bunun üzerine Gürcüstan 26 Mayıs 1918’de bağımsızlığını ilan etti. Gürcüstan... Almanya’nın korumasına girdi. 28 Mayıs 1918’de Almanya ile bir anlaşma imzaladı... sınırları tanındı. Almanya ile kurduğu ilişkiler sonucunda güçlenen Gürcüstan 4 Haziran 1918’de Osmanlı Devleti ile de bir barış anlaşması imzaladı... Stalin ve Orconikidze’nin yönetimindeki Kızıl Ordu Gürcüstan’a girerek Menşevik hükümetini devirdi ve 25 Şubat 1921’de Tiflis’te Sovyet yönetimini kurdu.” (s. 64-65)


Çarlık Rusyası’nın yönetimindeki coğrafyada Gürcüstan adlı bir siyasî yapının kuruluşu, Gürcü ulusal ticaret ve/ veya sanayi burjuvazisi ve Gürcü kapitalizminin üretim ilişkilerinin yol açtığı “doğal bir evrim” sonucu gelişen bir “ulus” ve “ulusal mücadele” sonucu değil, Sovyetler Birliği’nin kuruluşunu önlemek ve Kafkasya’da ellerini güçlendirmek isteyen emperyalistlerin çatışmaları sonucunda, yine o emperyalistlerin bölgeye dayattığı dengeler çerçevesinde oluşturulmuştur. “Doğal evrim” sonucu gelişen ne Ulusal Gürcü burjuvazisi ne “ulus” ne “ulusal mücadele” ne “ulusal dil”. Daha sonraki dönemde “Doğal evrim” ile değil ama, önce devlet sonra “yöneltilmiş evrim” ile” ulus” ve “ulusal dili” yaratma süreci ancak başlayabilmiştir. Ülkedeki Megrel-Laz ve Svanlar’ın dillerinin ve kimliklerinin günümüzde bile yok sayılmasının ve “Gürcü” / “Kartveli” kimliğinin dayatılmasının nedeni de Gürcü ulusal ticaret ve/ veya sanayi burjuvazisi ve Gürcü kapitalizminin üretim ilişkilerinin yol açtığı “doğal bir evrim” sonucu gelişen bir ulus ve “ulus devlet”in hâlâ oluşturulamamış olmasındandır.

Türkiye’deki aktarıcılar, kavramlarla ne kadar “akıllıca” oynarlarsa oynasınlar, bu kavramlara ne anlam yüklemeye çalışırlarsa çalışsınlar, gerçeği değiştiremez ve kimseyi kandıramazlar. Fakir Gürcü veya Gürcistan halkı adına değil, şovenist resmî ideoloji ve resmî tarih tezleri adına hareket ediyorlar. Bu resmî ideoloji ve resmî tarih tezlerinin ne Türkiye’de yaşayan Lazlar’a Gürcüler’e, Çveneburiler’e ve Acarlar’a ne de Gürcüstan’da yaşayan Megreller’e, Lazlar’a, Svanlar’a, Acarlar’a ve “Gürcüler”e / “Kartveliler”e yani Kartlara, Kahlara, İngilolara, Hevsurlara, Pşavlara, Mohevlere, Mtiullara, İmeretililere, Raçalılara ve Guryalılara artık bir faydası olamaz.

Türkiye’de genelde Kafkasya ve özelde ise Gürcüstan ve halklarına ilişkin resmî ideoloji ve resmî tarih aktarıcılığından kaynaklanan etnik adlandırmalara ilişkin kavram kargaşalarını görmesek bile, yine de tanımlamada bazı sorunların bulunduğu aşikâr. Etnik adlandırmaların resmî ideoloji ve resmî tarih tezlerinin etkisinden uzak, doğru olduğu şekilde ve dönemlere göre, yeniden tanımlanması en azından okuyucunun bilgilenmesi yolunda önemli bir adım olabilir. Böylesi bir çaba, aynı zamanda resmî ideoloji ve resmî tarih tezlerine ve bunların Türkiye’deki aktarıcılarına önemli bir darbe vuracaktır. Gürcüstan’daki Gürcü, Megrel, Laz ve Svan halkları ile Türkiye’deki Laz, Acar, Çveneburi ve Gürcü halkları ve diğer halklar arasındaki yakınlaşmayı sağlayacak ve dostluk ve dayanışma duygularını kuvvetlendirecektir.

Türkiye’deki mevzuyu “ekmek parasının yolu yapanlar”ın dışında, bilmeden şovenizm batağına saplanarak yıllardır resmî ideolojisi ve resmî tarih tezlerinin aktarıcılığını yapanlar için şimdi düşünme zamanıdır. Ancak özeleştiri kapısı hepsine hâlâ ardına kadar açık!”(05.06.2002)




Faydalanılan Kaynaklar Ve/ Veya Önerilen Okumalar


*Akar, Rıdvan (1998): “Bir Bürokratın Kehaneti Ya Da ‘Bir Resmî Metin’de Planlı Türkleştirme Dönemi”, Birikim, sayı 110.
*Aksamaz, Ali İhsan (1997): “Gürcü/ Kartveli/ Georgian Terimleri Ve Lazlarla İlişkisi”, Kafkasya’dan Karadeniz’e Lazların Tarihsel Yolculuğu, Çiviyazıları Yayınları, İstanbul.
* Aksamaz, Ali İhsan (2000): Dil- Tarih-Kültür- Gelenekleriyle Lazlar, sorun Yayınları, İstanbul.
*Allen, W.E.D.–Muratoff, Paul (1996): Kafkas Harekâtı, 1828-1921 Türk-Kafkas Sınırındaki Harplerin Tarihi, Genel Kurmay Basımevi, Ankara.
*Amıcba, Gerg (1993): Ortaçağ’da Abhazlar, Lazlar, Nart Yayıncılık, İstanbul.
*Canaşia, S.- Berdzenişvili, N. (1987): “Türkiye’den Haklı İstemlerimiz”, Tarih ve Toplum, sayı 46, İstanbul.
*Berdezenişvili, Niko- Canaşia, Simon (1997): Gürcüstan Tarihi, Sorun Yayınları, İstanbul.
*“Bir Film: Albaya Mektup Yok”, Ogni Kültür Dergisi, sayı 4, Mayıs-Haziran 1994.
*Cancğava, G. V. (2001): “XIX. yy. Sonunda Gürcüstan Nüfusu”, Çveneburi Kültürel Dergi, sayı 40.
*Çelebi, Fevzi (2001): “Mesele Ne?”, Çveneburi Kültürel Dergi, sayı 42.
*Çelik, Osman (1967-68): “Gürcüstan”, Birleşik Kafkasya, sayı 13-14-15, Ağustos-Ocak, Fatih.
*Çiloğlu, Fahrettin (1993): Gürcüleri Tarihi, Ant Yayınları, İstanbul.
*Çiloğlu, Fahrettin (1994): “Gürcüceye Giriş”, Çveneburi Kültürel Dergi, sayı 7, İstanbul, Ocak.
*Çiloğlu, Fahrettin (1995): “Bir Etnik Grup Olarak Gürcüler”, Birikim, sayı 71-72, Mart- Nisan.
*Çiloğlu, Fahrettin (1995): “Dünyada Ne Kadar Gürcü Var”, Çveneburi Kültürel Dergi,sayı 13, Ocak-Şubat.
*Çiloğlu, Fahrettin (1997): “Sovyetler Birliği’nin Dağılışının Beşinci Yılında Gürcüstan ve Türkiye’nin Dış Politikası”, Mamuli Kültürel Dergi, sayı 1.
*Çiloğlu, Fahrettin (1998): “Her Yol Mubah Mı?”, Kafkasya Konusunda Yanılgılar Ve Yanlışlar”, Kafkasya Yazıları, sayı 3, Çiviyazıları, İstanbul.
*Çiloğlu, Fahrettin (1998): “Gürcistan Tedirgin mi?” (entelektüel bakış), Milliyet Gazetesi, 17 Mart.
*Dolay, Nur (2001): Kafkasya Çemberi, Çiviyazıları/ Mjora, İstanbul.
*Folklora Doğru Dergisi ( 1996): “İberya Özkan İle Gürcü Müziği Üzerine Söyleşi”, Çveneburi Kültürel Dergi, sayı 22-24, Temmuz-Aralık.
*Dzhodzhua, Nugzar (1994): “Ben Bir Megrelim”, Ogni Kültür Dergisi, sayı 6, İstanbul.
*Fuller, Liz (2000): “Mingrelian Demands For Autonomy Engender Unexpected Counter- Move From Tbilisi”, Causasus Report, volume 4, Number 26, 16 July.
htttp://www.rferl.org/caucasus-report/2001/01/26-160701.html.
*Georgia (987): Novosti Press Agency Publishing House, Moscow.
*Habiçoğlu, Bedri (1993): Kafkasya’dan Anadolu’ya Göçler, Nart Yayıncılık, İstanbul.
*Hayrioğlu, Hayri (1993): “Demagoji Uzmanları”, Çveneburi Kültürel Dergi, sayı 1(8), Bursa.
* Hayrioğlu, Hayri (1998): Trabzon’dan Abhazya’ya Doğu Karadeniz Halklarının Tarih ve Kültürleri, Sorun Yayınları, İstanbul.
*Hewitt, George (1995): “Çeçenler ve Komşuları”, Birikim, sayı 78, Ekim.
*Hewitt, B.  George (1996): “Kafkasya ve Megrel-Lazların Kültürel Hakları”, Birikim, sayı 85, İstanbul.
*Hewitt, George (1999): “Diller Dağı: Kafkasya”, Tarih ve Toplum, sayı 189.
*İsayev, M. I. (1997): National Languages in the USSR: Problems and Solutions, Progress Publishers, Moscow.
*Karayel Erol (1998): “Evet Her Yol Mubah”, Kafkasya Yazıları, sayı 4, Çiviyazıları, İstanbul.
*Koçiva, Selma (1999): Lazona Laz Halk Gerçekliği Üzerine, BDE Druck, Deutschland.
*Komahidze, Nodar (1997): “Yakın Geçmişte Gürcüstan-Türkiye İlişkileri”, Mamuli Kültürel Dergi, sayı 3.
*Lang, David Marshall (1962): A Modern History Of Georgia (?), London.
*Lordkipanidze, Mariam (1987): Georgia In The XI-XII Centuries, Ganatleba Publishers, Tbilisi.
*Mercan, Osman Nuri (1998): “Şuşana Putkaradze İle Söyleşi”, Çveneburi Kültürel Dergi, sayı 28.
Miminoşvili, Otari (1999): Gürcüstan’da Etnografik Yolculuk, Çiviyazıları/ Mjora, İstanbul.
*Özkan, Ahmet (1968): Gürcüstan, Aksiseda Matbaası, İstanbul.
 *Özkan (Melaşvili), İberya (1994): “İstanbul’da Tiflisli Bir Gitarist”, Çveneburi Kültürel Dergi, sayı 7.
*Özkan, İberya (1998): “Gürcüstan, Gürcistan Hangisi Doğru?”, Kafkasya Yazıları, sayı 3, Çiviyazıları, İstanbul.
*Sovyet Ordusu (1998): Sorun Yayınları, İstanbul.
*Sovyetler Birliği Komünist Partisi Tarihi (1970): “Proleter Devrimci Aydınlık Yayınları, İstanbul.
*Tavkul, Dr. Ufuk (2002): Etnik Çatışmaların Gölgesinde Kafkasya, Ötüken, İstanbul.
*Tokcan, Muhammet Emin (2002): Kafkasyalı, Kayıp Ülkenin, Kayıp İnsanları, An Yayıncılık, İstanbul.
*Türkiye İhtilâlci İşçi Köylü Partisi Davası Savunma (1974): 1. Baskı, Aydınlık Yyaınları, İstanbul.
*Vanilişi, Muhammed- Tandilava, Ali (1992): Lazlar’ın Tarihi, Ant Yayınları, İstanbul.
*Wixman, Ronald (1984): The Peoples of the USSR, Michigan.
*Wixman, Ronald (1999): “Sovyetler Birliği’nde Etnik Kimlik”, Kafkasya Yazıları, sayı 7, Çiviyazıları, İstanbul.
*Yerasimos, Stefanos (1994): Milliyetler ve Sınırlar, s. 276-277, İletişim Yayınları, İstanbul.
*Zeyrek, Yunus (2000): “Acara Ve Acaralılar”, Tarih ve Toplum, sayı 199.


aksamaz@gmail.com


Kaynak: Ali İhsan Aksamaz, “Doğu Karadenizde Resmî İdeolojiler Kuşatması”, 1. Baskı Sorun Yayınları, 2003; 2. Baskı, Belge Yayınları, 2012, İstanbul.



"TÜRKİYE'NİN ANADİLİ ZENGİNLİĞİ" / "TURKİAŞİ NANANENAŞ XAMPOBA"

   "TURKİAŞİ NANANENAŞ XAMPOBA" Baba çkimi Faik Aksamazis…   GOʒ̆OTKVALE Nananena, p̆olit̆ik̆uri var adamuri ar tema ren...