“Demagoji Uzmanları”
Başlık,
Çveneburi Kültürel Dergi’nin 1. sayısında yayımlanan bir makaleye ait. Yazarı
ise, bu derginin Yayın Kurulu Üyesi Hayri Hayrioğlu. Hayrioğlu, tarih ve
sayısını belirleyemediğini söylediği bir dergide yayımlanan “Gürcüler” ile
ilgili bir yazı hakkında duygu ve düşüncelerini dile getiriyor. Şöyle yazıyor: “... yazıyı ibret ve hayretle okudum. Bu
kadar ciddi bir konuda bu denli sorumsuzca yazılar yazmak talihsizliktir.
Öteden beri Gürcü tarihini, coğrafyasını, etnonomisini,
tofonomisini tahrif ve saptırma hususunda uzmanlaşmış bazı isimler mevcuttu...”
Hayrioğlu, daha sonra,
yazdıklarından rahatsızlık duyduğu F. Kırzıoğlu, H. Göktürk, M. A. Önder ve M.
Bahçeci’nin adlarını sıralıyor. “İbret ve hayret” ile okuduğunu söylediği
yazıya “kendi anlayışınca” eleştiriler getiriyor. Bu makalesinden iki kısa
alıntı yapmak istiyorum. İlki:
“...Kartvel ailesinin üyeleri: Güneyde Gürcüler, Megreller, Tçan-Lazlar,
Svanlar...” İkincisi: “...
(Gürcüce)... Lazca, Megrelce ve Svanca ile birlikte Kartvel (Gürcü) dil
ocağının bir üyesidir...” İlk ifadesinde “Gürcüler”i “Kartvel”lerden biri
olarak tanımlarken, ikinci ifadesinde “Kartvel”i “Gürcü” ile eşanlamlı olarak
kullandığını görüyoruz. Üstelik Milliyet Büyük Ansiklopedi’nin 7. cildinin
2745. sayfasından alınarak 30. sayfada yayımlanan Kafkasya Halkları tablosu da
bu söyledikleriyle çelişiyor.
Hayrioğlu’nun
“Gürcü” ve “Kartveli” terimlerinin birbirleriyle eşanlamlı olup olmadığı
konusunda bir sorunu bulunduğu anlaşılmaktadır. Gürcüce’den yapmış olduğu bütün
çevirilerde de konu Megrel-Lazlar ve Svanlar olduğunda, daima bu “sorun”la
karşılaşıyoruz.
Lazlar’ın Tarihi
adlı çeviri çalışması 1992’de Ant Yayınları’ndan kitap olarak yayımlandı. Bu
kitapta da Megrel-Lazların “etnik” kökenine ilişkin ilginç ama kendi içinde
tutarsız ve çelişkilerle dolu tanımlamalarla karşılaşıyoruz: “...Tçanlar Gürcü ırk grubunun bir
üyesidir... “Güneyli Gürcü kökenli
Tçan-Lazlar... Kuzeyli Gürcü kökenli Megreller...”, “... Laz Gürcüleri...”,
“Gürcü soyundan Lazlar…”, “Gürcü kırallarından biri nedense Lazlara saldırmış,
ülkeyi orta yerinden ayırıp aralarına esas Gürcü boylarından aileleri
yerleştirmiş...”; ‘... Doğu ve güneydoğu yönünde yaşayan Müslüman
Gürcülerdir. Bunlar arasında Gürcüleşmiş Lazlar da vardır...” (s.10, 34,
36, 40, 61, 72)
Dil
konusunda da çelişkili ifadeleri görüyoruz: “..
Laz lisanı yakın akrabası olan Megrel lisanı yanında az çok farklılıklar
göstermektedir...”, “... Laz ve Megrelce metinlerin karşılaştırılması, bu iki
lehçenin tek bir dilin öğeleri olduğunu ortaya koymuştur...”, “.. Kırsal kesim
Lazcası’nın Megrelce’den pek farkı yok gibidir...”, “... Bugün Laz Megrel
lehçelerinin tek bir lisan Zanca’nın iki ayrı ağzı olduğu hususunda ihtilaf
kalmamıştır...” (s.59, 61, 78, 79)
Ancak
kitap, demagojik ifadeler kullanmaktan da geri durmuyor: “Bu dil (Lazca) Gürcüce’nin bir diyaleğidir...”, “... Bizim dilimiz
(Lazca) Gürcüce’nin bir lehçesidir...”, “... Zancanın... Gürcüce’nin ta kendisi
olduğunu söylemeye gerek olduğunu sanmıyorum...” (s.56, 70, 79)
Hayrioğlu’nun
diğer çevirileri olan Gürcistan Tarihi
ve Doğu Karadeniz Halklarının Tarih ve
Kültürleri adlı kitaplarda da yine “aynı terminoloji” sorununu görüyoruz.
Bunlardan ilk kitapta, “Kartvellik (Gürcülük) Şuuru” ara başlığı altında şu
bilgi veriliyor: “... Gürcü toplumu
değişik kardeş toplum elementlerinin katılımıyla meydana geldi. Kartvelien
gruplar: Kartlar, Megreller-Ç̆anlar ve Svanlar’dır. Bu gruplar kendi aralarında
da birtakım boylara ayrılır: Kartlılar, Kahlılar, Pşav-Hevsurlular,
Mtiul-Mohevliler, İmeretliler, Guryalılar, Raçvelliler, Leçhumlular, Acarlar,
Meshler, Cavahlar, Şavşlar, Klarclar Kartvel boyunu oluşturur...” (s.31).
Fransızca’dan olsa gerek, bu kez “Türkçe literatür”e “Kartvelien” kavramını
“kazandırmış”. “Kartlılar”la başlayan cümlesinde saydığı halkların Kartvel
boyları olduğunu belirtiyor. İcat ettiği “Kartvelien” ile Kartveli” eşanlamlı
olarak mı kullanıyor? Yazım hatalarını, noktalama işaretleri ve ifade bozukluklarını
dikkate almasak bile, yalnızca anadilleri Gürcüce olan ve yukarıda sıralanan
haklarla ilgili olarak bile terminoloji karışıklığını görüyoruz.
İkinci
kitapta da ilginç ifadelere rastlıyoruz: “...Günümüze
kadar gelebilen Gürcü urukları ise: Svanlar, Laz-Ç̆anlar-Megreller ve ana unsur
olan Kartveller (Gürcüler)dir....” (s.42) Çıkan anlam şu: “Svanlar, Laz-Ç̆anlar-Megreller’
zaten “Gürcü” olan “Kartveller” ile birlikte “Gürcü” olmakla kalmıyor, zaten
“Gürcü” olan “Kartveller” bir kez de Svanlar, Laz-Ç̆anlar-Megreller ile
birlikte “Gürcü” oluyorlar!
Lazları’ın Tarihi
adlı kitabın “Laz Etnografyası” başlıklı bölümünü Fahrettin Çiloğlu yeniden
Türkçe’ye çevirmiş. Bu makaleyi editörü olduğu Mamuli adlı derginin 5. sayısında yayınladı. Hayrioğlu’nun çevirisinde
geçen “Gürcü”, Çiloğlu’nun çevirisinde “Kartveli” olmuş.
1936
yılında İnegöl’ün Hayriye Köyü’nde doğan Hayri Hayrioğlu bir polis memuru
emeklisi. Halen İnegöl’de ikamet ediyor. En önemli özelliği 1877-1878 “Müslüman
Osmanlı” - “Hıristiyan Rus” Savaşı sonunda, daha sonra Acara adını alacak olan
Rus topraklarından göç etmek zorunda kalan Gürcüce konuşan Müslüman bir ailenin
üçüncü kuşak torunlarından olması.
Hayrioğlu,
telif veya tercüme her çalışmasında hatta aynı çalışmanın içinde bile
kastettiği halklarla ilgili olarak çelişkili terminoloji kullanması ve dipnot
açıklamalarını iptal etmesiyle tanınıyor. Bundan sonra yazacaklarında
terminoloji tutarlılığına dikkat etmeli ve tercüme ettiği eserlere orijinal
gerekli dipnot açıklamalarını eklemelidir. Ayrıca çalışmalarının terminoloji ve
dil bakımından redaksiyon katkısına ihtiyaç duyduğuna şüphe yoktur.
Şu
an sağlık sorunlarıyla boğuşan Hayrioğlu’nun en kısa zamanda tekrar eski
sağlığına kavuşmasını ve uzun bir ömür sürmesini diliyorum. Şövalye ruhlu bu
insanın, bana göndermiş olduğu fotokopilerin, “bu konu”da bilgilenmeme büyük
katkısı olduğunu itiraf etmek zorundayım. Ümit ederim kesilen mektuplaşmamız
yine devam eder.
“Çveneburi Kültürel Dergi”: “Yayın Kurulu”... “Yayın
Çizgisi”?!
Yeni
Çveneburi Kültürel Dergi’nin ilk
sayısında 30 Temmuz 1992 tarihinde Tiflis’teki Türkiye Cumhuriyeti ile
Gürcistan Cumhuriyeti arasında imzalanan Dostluk, İşbirliği ve iyi Komşuluk
Anlaşması metnini yayınlaması, bu derginin “resmi gazeteciliğe” ilk göz
kırpması olarak değerlendirilmeli. Nitekim bu derginin bugüne kadar çıkan
sayıları bu konuyu şüpheye mahal bırakmayacak şekilde gözler önüne sermektedir.
Çveneburi
Kültürel Dergi, 1994/ 11-12. sayıda “Bir Mektup” başlığıyla yayımlanan makale,
bu derginin “yayın çizgisi”nin bir başka yüzü hakkında da bilgi veriyor. “Köy
Kahvesi”nde bile “acaba dışarıdan biri duyuyor mu?” diye sık sık etrafa
bakınmadan anlatılmayacak konulara giren makalenin yayınlanmasında sakınca
görülmüyor. “... Huduttan geçer geçmez
kapkaççılarla tanıştık. Bizden onar dolar istediler. Mükemmel Türkçe
konuşuyorlardı. Ben de onlarla Gürcüce konuştum. Bana “Gürcüce’yi nereden
öğrendin?” diye sordular. Ben de “İngilo
Gürcüsüyüm” dedim. Gvari sordular, ben de
söyledim. Kendisi Memişişi imiş. Yani Laz, belli... Sonra Mafyabaşı Aslan
Abaşidze’nin damadı Temuri ile tanıştık...” “Yayın Kurulu”, bir sayısında
özerk bir cumhuriyetin cumhurbaşkanını mafyabaşı ilan eden ve bir etnik grubu
aşağılayıcı bir makaleyi yayınlıyor, bir başka sayısında (1996/ 26.) “Acara
Cumhurbaşkanı İstanbul’da” başlığı
altında, “Acara Özerk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı
Sn. Aslan Abaşidze başarılı bir ameliyat geçirerek sağlığına
kavuştu...” haberini veriyor.
Üstelik Yayın Kurulu’ndan Mercan’ın da yanında olduğu bir fotoğrafını
yayınlayarak!
Son
zamanlarda “Bir reklâmını ver, röportajını yapıp hemen yayınlayalım
kampanyası”na da ağırlık verdiği gözlenen Çveneburi
Kültürel Dergi, yayın politikasıyla resmî ideoloji ve resmî tarih tezi
aktarıcılığının yanında, “kör kör parmağım gözüne” misali traji-komik tutumlar
sergilemekte, “paparazzi”vari haberlere de imza atmaktan geri durmamaktadır. Bu
konuda iki örnek “adeta gözleri yaşartacak” bir “gazetecilik başarısı”nı ortaya
koyuyor! İlki 37. sayıda “kapak” da yapılan haber şöyle: “Osmanlı Yönetiminde Bir
Gürcü: Hasan Fehmi Paşa”. Kapakta
“paşa kıyafeti”nde göbekli bir zat. “Kapak” bile yapılan bu haberin içeriği
acaba nedir diye şu “Gürcü Paşa”yı arıyorum. Taa 16. sayfada iki fotoğraflı ve
yalnızca “bir sayfa”lık bir makaleyle karşılaşıyorum. Makale, paşanın 1908
İnkılabı’ndan sonra “İhtiyar Jön Türk” diye anıldığını belirtiyor ve ekliyor: “Gürcü kimliğini hiçbir zaman unutmayan
Hasan Fehmi Paşa... İkinci Abdülhamit devrinin temiz kalmış adamlarındandır.”
Bu “haber”in de 1999/ 33. sayıda verilen “TBMM’de Gürcü kökenli
milletvekilleri” haberi gibi bir “özellik”te olduğu ve “birileri”ne hoş
görünmek için yayınlandığı anlaşılıyor!
41.
sayıda çıkan “ikinci çarpıcı haber” de
kapak yapılmış: “Gürcüstan’da IV.
Murat’ın büstü bulundu” başlığını taşıyor. Haberin yer aldığı 2. sayfayı
açınca Murat’ın IV. değil III. olduğunu
görüp şaşırıyorum. “İki sayfa”lık bu makalenin ne amaçla kapak yapıldığı yine
belli değil. Ancak teknik imkansızlıktan olsa gerek kapaktaki fotoğraf büstten
çok yeni parlatılmış bir saksafonu andırıyor.
Bol
bol “kilise yazıları”na da yer veren dergi “Müslüman mahallesinde salyangoz
satmak” misâli işlerle de uğraşıyor.
Hele Prof. Şuşana Putkaradze ile yapılan ve Çveneburi
Kültürel Dergi’nin 1998/ 28. sayısında “şema ve şekiller” eşliğinde yayınlanan
söyleşi kargaları bile saatlerce güldürecek “bilgilendirmeleri”yle üçüncü sınıf
mizah dergilerinin ilgisini çekecek “düzey”de, sayın prof.’un diğer yazdıkları
ve söyledikleriyle apayrı bir makale konusu oluşturduğuna şüphe yok!
Çveneburi Kültürel Dergi’nin
“en ilginç” sayılarından bir tanesi şüphesiz 1994/8- 9. birleşik sayısı. Ogni Kültür Dergisi’nin yayına başladığı
ve Megrel-Laz ve Svanların, Gürcistan resmî ideoloji ve tarih tezleri
karşısındaki durumuna dikkat çekildiği bir dönem. Çveneburi Kültürel Dergi’nin belirtilen sayısında iki ilginç
röportaj yayınlanmış. İlk röportaj Sinema Yönetmeni Marina Tsurtsumia ile
yapılmış. Röportajı yapan kişi O. Nuri Mercan. Mercan’ın ilk lâfı şöyle: “Bir Gürcüsünüz, ama Moskova’da doğup
büyüdünüz...” Mercan istediği karşılığı alıyor: “Annem Rus fakat babam Gürcü. Megrel kökenli Gürcü...”
Röportajın
sonlarına doğru Mercan dayanamıyor ve soruyor: “Megrel kökenli Gürcüler’le Kart kökenli Gürcüler arasında siyasal veya
kökene dönük bir uzlaşmazlık var mı? Daha doğrusu Kart kökenli Gürcüler’in
Megreller’i asimile ettiği şeklinde bir söylenti var Türkiye’de. Bu doğru mu?” Mercan,
soruyu yanlış soruyor. Gürcü halkının Megrel halkını asimile edip etmediği
şeklinde anlaşılan bir soru soruyor ve istediği cevabı da alıyor. Böylelikle
gol attığını düşünüp mutlu oluyor. Oysa, Ogni
Kültürel Dergi de aynı Marina Tsurtsumia ile bir röportaj yapar ve
yayınlar. Sorular şovence olmadığı için cevaplar da “garip” olmaz. Ogni Kültür Dergisi’nin 4. sayısında
yayımlanan röportajdan aktaracağım cümle bile iki farklı yaklaşımı yansıtması
açısından önemli: “... Ben Moskova’da
doğdum ve orada yaşıyorum. Babam küçük bir Megrel köyü olan Xobi’de doğdu ve şu
an orada yaşayan birçok akrabamız var. Annem Rus. Ben bütün hayatımı
Moskova’da geçirdim. Gürcistan’ı ve Megrelya’yı çok seviyorum...”
Çveneburi Kültürel Dergi’nin
aynı sayısında yayımlanan Fahrettin Çiloğlu’nun röportajı da “ilginç”. Röportaj
yaptığı kişi Gürcistan Ulusal Demokratik Parti Başkanı Giorgi Çanturia.
Çiloğlu, Çanturia’ya çeşitli konularda sorular soruyor ve cevap alıyor. Birden
aklına geliyor: “Gerçi değişik
konular üzerinde konuşuyoruz ama, ben gene Gamsahurdia üzerine bir soru sormak
istiyorum. Samegrelo’da nasıl bir sorun vardı? Bunu sormamın nedeni şu, Türkiye’de
bazı çevreler bir Megrel hareketinden söz ediyor.” Çanturia cevaplıyor: “Ben de bir Megrelim. Gamsahurdia’nın
ardından aslında konuşmak istemiyorum ama, Gamsahurdia bu Megrel kartını çok
kötü oynadı... Ben Megrelim, sonra Kitovani de Megrel ve Gamsahurdia ‘yı
iktidardan düşürenler Megrel’di. Bu nedenle bu bir Megrel sorunu değildi.
Gürcistan’da bir Megrel sorunu yok.” Çiloğlu üsteliyor: “Ama burada bir etnik sorun olduğu ileri
sürülüyor.” Çanturia ekliyor: “Nasıl
etnik sorun yani? Megreller gerçek Gürcüler. Gürcistan’da bütün politik
seçkinler Megrel.” Çiloğlu, Ziya Gökalp’e “Kürtler Türk değil mi” misâli
soru soruyor ve istediği cevabı da alıyor. Çiloğlu’nun bu röportajından kısa
bir süre sonra, Çveneburi Kültürel Dergi’nin
(1994/ 11-12), 4 Aralık tarihli Sabah
Gazetesinden alıntıladığı haberden öğrendiğimize göre, Çanturia, Tiflis’te
uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürülüyor!
Bütün
bu örnekler, Çveneburi Kültürel Dergi’nin
anadilleri Gürcüce olan Müslümanlar’ın Türkiye’deki kültürel hakları için mi
yoksa Gürcüstan’daki resmi ideoloji ve resmi tarih tezlerini yaymak için mi
yayımlanmakta olduğunu gözler önüne sermektedir.
Bir “Milâd”: “Gürcüstan”
“Bu
terminoloji sorunu”nun Türkiye’deki miladı Ahmet Özkan imzasını taşıyan Gürcüstan adlı kitabın yayımlandığı
(1945’i saymazsak) 1968 yılıdır. Bu kitapta Kamil Olgun ve Hayri Hayrioğlu’nun
bazı çalışmaları da yer alıyor.
Gürcüstan
adlı kitap bazı kaynaklara dayanarak “Gürcü adının menşei” alt başlığıyla şu
bilgiyi veriyor: “Primitif çağda,
Güney-Batı Kafkasya, Horos, Hurüz, Kürüz, Kurzün adlı bir kavim tarafından
iskan edilmişti. Bu isim hâlâ komşuları tarafından Gruz, Gurc, Gurci, Gürcü
olarak muhafaza edilmektedir.
Aynı kavim adı (etnonim) bize İranlılar tarafından da
intikal etmiştir. Bu ülke, horoz milleti anlamına, Horos, Huruz denilmişti, bu
isim sonradan Gürci, Gürcü şekline girmiştir.
Altın Post Yurdu Kolhit (Batı Gürcistan) ismi de,
prehistorik çağda buralarda, Kuruz, Hruz milletinin varlığına tanıklık
etmektedir.
Bir açıklamaya göre Kolhit Halkı Kork’tan, Kork, Korc,
Gurci, Gürcü, adı ortaya çıkmıştır. Gürcü ulusunun yaşadığı ülkeye de Gürcüstan
denir.’”(s.64)
“Kartveli
adının menşei” alt başlığıyla yine bazı kaynaklara dayanarak şu bilgilere yer
veriliyor: “... Efsaneye göre, Kafkasya
milletlerinin, Yafes’in oğlu Targamos (Torgoma)’tan geldiği hakkındaki efsaneyi
nakleden Saint Martin (...)’e göre, gürcülerin efsanevi cetleri ve Torgoma’nın
ikinci oğlu Kartlos, şarkta Tiflis altındaki Borçalı çayı ağzınadan garpta
Suram dağlarına kadar olan bölgede yerleşmiş ve Kartvel ismi buradan doğmuştur.
İşte Nuh Peygamber oğlu Yafes oğlu Torgoma’nın ikinci oğlu Kartlos’a izafeten
Kartvel adı ortaya çıkmıştır..
... Bilimsel olarak, a) Kartvel adının, Gürcüler’in ilk
anayurtları olarak kabul edilen ve Kalde ile ilgili sanılan Kardu’dan geldiği
iddia edilmektedir. Buna göre, Sümerler’le bir dil ailesine mensup olan
İberler, Kalde-Urartu camiasına dahil iken, milattan önce VI. asıra, Van
havalisinden çıkarıldıktan sonra kendilerinden önceki kavimleri kısmen şimale
(kuzeye) sürerek ve kısmen de onlar ile karışarak Kafkasya’ya yerleşmişlerdir.
b) Kura Vadisi halkı kendilerini Kartveli olarak adlandırır.
En yetkili etnologlara göre Kartveller, Kafkasya’nın bu bölgesinin yerli halkı
değildir. Güney ve güneybatıdan göçle gelmişlerdir. Kartvel adlı iki elemandan
meydana gelir:
1- Karduklar’ı hatırlatan Kar, Kart (Kard) ve Küçük Asya’nın
Kar’ları;
2- Tvel=Tubal=Pontik kıyısal Tiberenoi;
Bu hattın uçları arasında Kardukların ülkesi ile
Tibarenlerin ülkesi yer alır ki, Kartvellerin asıl yurdunu burada kabul etmek
gerekir. Kutsal kitaplarda Tibaren, Tubal, Tobal zikredilir.
Bu iki eleman birleşince, Kar-Tubal, Kar-Tvel, Kartvel
meydana gelir.
Başka bir açıklamaya göre, Tubal’lar, Anadolu’dan doğuya göç
etmiş bugünkü Kura Nehri vadisine yerleşmişlerdir. Yeni göçmenlere
Kura-Tubal’ları adı verildi. Buradan da Kura-Tubal (Tobal), Kur-Tvel, Kartvel
doğmuştur....”(s.64-65).
Gürcüstan adlı
kitap şu açıklamaları da yapıyor: “Kartveli:
Gürcü”, “Kartuli: Gürcüce”, “Sakartvelo:Gürcüce”…(s.65). Gürcü Dili
(Kartuli)başlığıyla verilen bilgiler arasında bir sınıflandırma daha görürüz
“Gürcüce (Kartuli) grubu”:, a-Gürcüce, b-Mingrelce (Hıristiyan laz dili) c-
Çtan Dili (Müslüman laz dili), d- Svan Dili...” (s.132). Gürcüce’nin nasıl
Gürcüce (Kartuli) grubundan olduğu havada kalıyor. Gürcüstan’da Edebiyat Dili
olan Kart Dili’nin yanı sıra “Kah Dili”, “İngilo Dili”, “Hevsur Dili”, “Pşav
Dili”, “Mohev Dili”, “Mtiul Dili”, “İmeretili Dili”, “Raçalı Dili” ve “Gurya
Dili” gibi Gürcüce’nin diyalektleri olarak kabul edilen diller de
konuşulmaktadır. Ancak bunlar Gürcüce’nin (Kartuli) grubuna dahil edilebilir.
Gürcüce (Kartuli)’den farklı diller olan Megrelce, Lazca ve Svanca “Gürcüce
(Kartuli) grubu”na dahil edilemez.
Kitap,
Sovyet yönetiminin “yönetilmiş evrim” ile Gürcüler ve Gürcüce’ye cömertçe her
alanda sağladığı imkânları görmüyor, Sovyetler Birliği’nden ayrılmayı ima eden
anekdotu aktarıyor. Yani ‘bugün’ü özlüyor?!
Gürcüstan
adlı kitabın yayımlandığı yıllarda ben küçük bir çocuktum. “Konu”ya henüz
muttali olmamıştım. Ancak 1990’lı yıllarla birlikte konuya ilgi duymaya
başlayınca, çocukluk günlerimde yayımlanmış çalışmalarla ilgili araştırmalarım
sırasında Gürcüstan kitabı ile ilgili
olarak o dönemde yazılan “çeşitli eleştiriler”e de rastladım. Onlara değinmek
istemiyorum. Yalnızca Birleşik Kafkasya
adlı dergide “Yeni Neşriyat Köşesi”nde Osman Çelik tarafından yazılan
“Gürcüstan” başlıklı makaleden bazı alıntılar yapmakla yetineceğim. Çelik’in
yazdıkları bugün de bazı nasyonalistlere uyarıcı olma özelliğini taşıyor: “...Kitabın tarihi bölümü, yeterli bilgi
vermekten uzaktır. Kesiksiz bir tarih şeridi işlenememiştir. “Gürcü” isminin ve
Gürcü halkının kaynağı izah edilirken, İspanyadaki Bask’larla Gürcü’lerin
akrabalığından bahsedilmekte, her nedense Kuzey Kafkasya halklarından özellikle
Abhazlardan söz açılmamaktadır. Ayrıca şu husus çok gariptir. Kafkasya’da
Gürcü’ler kadar eski bir kültüre sahip diğer Kafkas halklarından
bahsedilmemektedir…
Yazar, bağımsız Gürcüstan ile Rusya’ya bağlı Gürcistan’ı
zaman zaman birbirine karıştırmıştır. 1877-1878 Osmanlı- Rus savaşında,
Ruslar’ın Artvin ve Kars dolaylarını işgal etmelerini yanlış tefsir etmiştir. “XIX. yüzyılda Lazistan hariç diğer bölgeler tekrar
Gürcistan’a geçmiştir.” denilmektedir.
Halbuki, XIX. yüzyılda, Osmanlılar’ın karşısında Gürcü’ler değil, Ruslar
vardır. Bu hata, yazarın istifade ettiği kaynaklardan gelmektedir. Çünkü,
istifade edilen eserlerin büyük kısmının yazarları, laik, Kafkasya kültür
birliğine dahil Gürcüstan’ı değil, hıristiyan Gürcüstan’ı işlemişlerdir.
Maalesef eserin her bölümünde bu husus açıkça görülmektedir...
(...)
Yüksek Mimar Ahmet Özkan’ın eseri, “Ben Gürcüyüm” diyor.
Buna, “Hayır” diyen yok. Fakat, ya
bütün Kafkasya! Tanıtılmak istenen tarih ve milli kültürün ortakları, ya onlar!
Muhaceretteki bir Kafkasyalı daha yapıcı, daha bağımsız düşünmeliydi...”
Çok “Duygusal” Bir Adam Ve Mektupları
“Yeni
Ülke gazetesinde 11-17 Ekim tarihinde Bedia Leba imzasıyla yayımlanan Lazlar
ile ilgili yazıya Osman Nuri Mercan’dan bir eleştiri gelir ve aynı gazetede
“Söz Okurun Köşesi”nde yayımlanır. Mercan, Çveneburi
Kültürel Dergi’nin yayın kurulu üyesi ve sonra da sahibidir. “Giriş”ten
sonra Mercan şunları yazıyor: “Sayın
Leba’nın yazısına biraz daha açıklık getirecek aşağıdaki açıklamaları yapmakta
fayda görüyorum.
Lazca, Gürcü dilleri grubundandır. Gürcü Dili üç ana bölüme
ayrılır: Kart Dili: Türkiye’de yaşayan Gürcülerle Gürcistan’ın güneybatısı,
orta ve doğu bölümlerinde konuşulur. Türkiye’de iki milyon civarı Gürcü,
Gürcistan’da da 2,5 milyon civarında Gürcü bu dili konuşmaktadır. Svan Dili:
Gürcistan’ın Svaneti bölgesinde 100 bin civarı Gürcü bu dili konuşur.
Laz-Megrel Dili: Türkiye’de 100 bin civarında ve
Gürcistan’da bir milyon civarında Gürcü bu dili konuşur. Laz-Megrel ve Svanlar
ayrıca ana dili olarak Gürcüce de konuşur...”
Mercan’ın,
Atlas Dergisi’nin Aralık 1997/ 57.
sayısında “ilgi alanımızlada ilgili” “Acarlar Diye Bir Halk Yoktur” başlıklı
bir başka mektubu yayımlanır. Şu satırları “ilginç”: “Lazlar ve Megreller etnik bir halk değil Acara’da. Bunlar da öz ve öz
Gürcü’dür… Bilgi için özellikle belirtmek istiyorum. Gürcü halkı üç temel
boydan oluşur: Kartlar, Svanlar, Lazlar/Megreller. Bu gerçek, Gürcü ulusunu
anlatan en basit kitaplarda dahi görülebilir…” (s. 172). Gürcüce, Megrelce,
Lazca ve Svanca’yı Gürcüstan’da, Gürcüce ve Lazca’yı Türkiye’de konuşanların
sayılarıyla ilgili verdiği rakamları hangi verilere dayandırdığını belirtmeyen
Mercan’ın Gürcüstan ile ticaret ilişkisi bu ülkenin resmî ideoloji ve resmi
tarih tezlerine karşı çıkmayı “duygusal” bir insan olarak göze almasını
engelliyor anlaşılan. Bu tezleri gönüllü olarak savunması ve canhıraş bir
şekilde yaymaya çalışması, konunun ne kadar “duygusal boyutlu” olduğuna dair
insanı fikir sahibi yapmaya yetiyor.
Kendisinin
bu konularda okuması, ama çok okuması gerekiyor. Öncelikle “icat ettiği
terimler”i bir makalede bile tutarlı olarak kullanmadığını görmeli. Kendisinin
“Kart Dili” (Kartuli Ena) dediği dil, Gürcüstan’daki “Kartli Halkı”nın dilidir.
Ancak iddia ettiği gibi Türkiye’deki Gürcüler’in kullandığı dil “Kart Dili”
değildir. “Kart Dili” Gürcüce’dir. “Kart Dili” edebi dil olduğu için “Kah
Dili”, “İngilo Dili”, “Hevsur Dili”, “Pşav Dili”, “Mtiul Dili”, “İmeretili
Dili”, “Raçalı Dili” ve “Gurya Dili” de “Kart Dili”nin yani “Gürcüce”nin
diyalektleri olarak kabul edilmektedir. Meselâ, bu dillerden biri “aynı
şekilde” “edebi dil olma” ve/ veya “bu dil” konuşanları “siyasi irade sahibi
olma” şansını yakalayabilseydi, “Gürcüce” olarak anılacak, “Kart Dili” (Kartuli
Ena) onunla yer değiştirecekti. Mercan, “bu diller”e değinmiyor. “İncil Dili”
kendisine bir ipucu olabilir!
Megrel-Lazca
(yani Zanca) ve Svanca Gürcüce’nin yani Kart Dili’nin diyalektleri değil, ayrı
dilleridir.
Dilleri
edebi dil olan Kartli Halkı, esas alınırsa, “Kartlar” Gürcü” Kahlar, İngilolar,
Hevsurlar, Pşavlar, Mohevler, Mtiullar, İmeretilililer, Raçalılar ve Guryalılar
da doğal olarak Gürcü boyları olarak anılmalıdır. Meselâ bu halklardan biri
“aynı şekilde” “edebi dile sahip olma” ve/ veya “siyasi irade sahibi olma”
şansını yakalayabilseydi, o halk Gürcü olarak anılacak, Kartlar onunla yer
değiştirecekti. Mercan “bu halklar”a değinmiyor.
Gürcü
boyları gibi bir kavramdan söz edilecekse, Megrel-Lazlar, Svanlar, Gürcü
boyları değil Gürcüler’e akraba olan halklardır. Hem Sovyet yönetiminin Gürcüce
ve Gürcüler’e karşı ne kadar cömert davrandığını şöyle bir hatırlasın!
Bir Başka “Versiyon”
Ana
Britannica ansiklopedisinde de çalışmış ve “Kafkasya/ Gürcüstan” vb. gibi
konular hakkında “bugün kaynak gösterilen maddeler” bile yazmış olan Fahrettin
Çiloğlu, Çveneburi Kültürel Dergi’nin
1. sayısında yayımlanan “Çveneburi” başlıklı makalesinde, Türkiye’de kendisinin
ait olduğu ve dilini konuştuğu insanların, kendilerini ve dillerini tanımlamak
için neden “Çveneburi” terimini kullandıklarına ilişkin olarak şunları yazıyor:
“... “Çveneburi” sözcüğünün “Kartuli” (Gürcüce) ve “Kartveli” (Gürcü) anlamlarında
nasıl ya da neden kullanılmaya başlandığını kesin bilmiyorum. Bu konuda
yazılmış bir yazının olup olmadığını da...” (s. 3). Çiloğlu, Osmanlı-Rus
Savaşı nedeniyle Rus topraklarından Osmanlı topraklarına göç eden Gürcüce
konuşan Müslümanlar’ın neden kendilerine “Kartveli” değil de “Çveneburi”
dediklerine akıl sır erdiremiyor. Göçün olduğu yıllarda henüz “Kartveli” diye
bir kavramın ortaya atılmamış olduğunu aklına getiremiyor. “Kartveli”
kavramının Sovyetler Birliği’nin kuruluşundan sonra “önce dar daha sonra da
geniş anlamıyla” kullanılmaya başlandığını da bilmiyor. Aktardığımız satırları
büyük bir titizlikle kaleme aldığı görülen aynı Çiloğlu, iş dönüp dolaşıp
Megrel-Lazlar ve Svanlar’a gelince kesin yargılı ifadeler kullanmaktan tereddüt
etmiyor ve Gürcüler’in Tarihi adlı
kitabında kesin hükümlerde bulunuyor: “...
Gürcüler tarihsel olarak, Kartlar, Megrel-Çanlar (Lazlar) ve Svanlar olmak
üzere üç boydan oluşur. Günümüzde bir ulus olarak Gürcüler dendiğinde, genel
olarak (Gürcüstan’daki) Kartveli halk (Gürcü, Megrel, Laz, Svan) anlaşılır...”
(s.12)
Kendisinin
de “yayın kurulu üyesi” olduğu Çveneburi
Kültürel Dergi’nin 1. sayısında yayımlanan “Kafkasya Halkları tablosu” ile
söyledikleri uyuşuyor mu?
Çiloğlu,
bir açıklama yapma ihtiyacı hissediyor. “...
Gürcüce’deki Kartveli ile Kartleli sözcüklerinin Türkçede tek sözcükle (Gürcü) karşılandığını, bunun da zaman zaman anlam
karışıklığına yol açtığını belirtelim” diye yazıyor. Biz de Kartleli’nin Kartli’den olan Kartlili anlamına geldiğini belirtelim.
Çiloğlu,
Birikim Dergisi’ndeki makalesinde
“Kartveli”nin Türkiye’de kimlere denebileceğini şöyle açıklıyor: “... Türkçe’de Gürcü olarak karşıladığımız
“Kartveli” terimi Türkiye’de yalnızca, tarihsel olarak Kartlar’dan gelen ve
“Kartuli Ena”yı Guria ağzıyla konuşan topluluğu (Gürcüler) ifade etmektedir...”
Bu açıklamasını da şu “makul bilgi”ye dayandırıyor: “... Türkiye ve Gürcüstan’da iki ayrı tarihsel yaşandığı, “Kartveli”
sözcüğünün anlamında da tam bir örtüşme olmadığı söylenebilir.” Ancak
Türkiye’deki Gürcüler’in Kartlar’dan yani Kartli’den olanlardan geldiğini ve
bir genellemeyle bunların Kartuli Ena’nın Guria ağzını konuştuklarını nereden
biliyor? Türkiye ve Gürcüstan’daki iki ayrı ve farklı süreçten bahsediyor. Bu
süreçleri neden sorgulamıyor? Mesela “doğal evrim” ve/ veya “yönlendirilmiş
evrim”in Gürcüstan’da nasıl yaşandığını biliyor mu? “Ulus tanımı”ndaki “dil
birliği”, “bölge birliği”, “ekonomik hayat birliği” ve “kültürel birlik”
şartları nedir?
Kitabında
“parantez içi” açıklamaları önemseyen aynı Çiloğlu, Birikim Dergisi’ne yazdığı makalesinde şunları söyleyebiliyor: “...(...) “Kartveli” terimi, Kart, Svan,
Laz-Megrel boylarının ortak adı kabul edilmektedir...” (s.125)
“Gürcüce”
konuşan Çveneburilerin kendilerini “Kartveli” kabul etmemelerine akıl sır
erdiremeyen, bu durumu da kendine göre açıklamaya çalışan Çiloğlu, iş Lazlar’a
gelince, “Türkiye’de kendilerini Kartveli
saymayan Laz aydınları” gibi bir tanımlamayı kullanması bir “sıkıntısı”nı
açığa çıkarıyor.
Kitabındaki
“Gürcüler kimdir” bölümüne kesin bir tanım ile başlıyor: “Kendilerine Kartveli diyen Gürcüler’in “Sakartvelo” (Gürcü Ülkesi,
Gürcüstan) dedikleri topraklarda eskiden beri yaşadıkları sanılır...” (s12.)
Böyle kesin ifade ve vurguları taşıyan bir cümleyi “sanılır” ile bitiriyor.
Çünkü “Kartveli” kavramının geçmişi konusunda bilgisi bulunmuyor. “Kartveli”
kavramı Sovyetler Birliği’nde ortaya atılmış bir kavram, aynen “Sakartvelo”
gibi. Kendisi pek hazetmiyor ama, Müslüman ataları “Hıristiyan” Rusya’nın
ordularının zulmünden “Müslüman” Osmanlı topraklarına göç ettikleri tarihlerde
ne “Kartveli” ne de “Sakartvelo” kavramları vardı. Geçmişi, bugünkü kavramlarla
değerlendirmeye çalışılması, insanı türediği atasını reddetme noktasına kadar
getirebilir.
Birikim Dergisi’ndeki
makalesinde hiçbir kaynağa dayanmaksızın şu önemli tespitte bulunuyor: “... Eski çağlardan başlayarak değişik
coğrafi ve tarihsel bölgeleri içeren Gürcüstan, 10. yüzyılda “Kartveliler’in
Ülkesi” anlamında “Sakartvelo” olarak adlandırıldı. Bugünkü Türkiye
Gürcüleri’nin atalarının yaşadığı bölge, bu tarihsel ve Ortodoks Sakartvelo’nun
bir parçasıydı...” “Konu”ya seküler yaklaşması gerekirken “Hıristiyan
teolojisi kavramları”na göz kırpıyor. Bugünkü “Sakartvelo” ya da “Gürcüstan”
kavramlarını 28 Mayıs 1918’den daha eski tarihlere çekmeye çalışmaktadır.
Ancak Çiloğlu’nun kendisi de bu durumu kitabında “Gürcü kırallıkları”nın ve
kırallarının adlarını vererek tespit ve kabul etmiş oluyor. Sonradan
yakıştırmalı ifadelere itibar edilse bile, kendi verdiği bilgiler arasında da
“Sakartvelo Kırallığı veya Prensliği” gibi “siyasi yapılar” yok. “Tao-Klarçeti
Prensleri”, “Birleşik Gürcistan Kırallığı”, “Kartli Kıralları”, “Kaheti Kıraları”, “Kartli ve Kaheti Kıralları” gibi
kırallıkların adlarını verebiliyor (s.71-74). Bunlar da “modern zamanlar”ın
“ulus esasına dayanan” siyasi yapıları değil. Sovyetler Birliği’nin
kuruluşundan önce veya çok daha önce yazıldıkları yıllarda bugünkü anlamda veya
değil, “Kartveli” ve “Sakartvelo” kavramlarını kullanan eserleri de ortaya
serme şansı bulunmamaktadır. “Kartveli” ve “Sakartvelo” kavramlarının resmî
olarak kullanılmaya başlandığı dönemden itibaren yeniden basılan eski eserlerde
“Kartveli” ve “Sakartvelo” kavramlarının kullanılmış olması kendisini
yanıltmasın!
Ruslar’ın
Kafkasya’da etkili olmaya başlamalarından önce, 17. yüzyılda, bugün Gürcüstan
olarak bilinen coğrafyada üç kırallık bulunuyordu. Başkenti Tiflis olan Kartli
Kırallığı; kuzey-doğuda Kaheti Kırallığı ve batıda Kutaisi civarını elinde
bulunduran İmereti Kırallığı. Bu kırallıkların ilk ikisi İranlılar’ın,
sonuncusu da Osmanlılar’ın denetimindeydi. Doğu Karadeniz kıyıları, adı geçen
bu üç kırallığın egemenlik alanı dışındaydı. Kuzeyde Soçi-Sohumi arası
Abhazya’ya; Sohumi-Poti arası Megrelya’ya; güneyde Poti-Batumi arası Gurya’ya
aitti. Bu üç prenslik Osmanlı’ya haraçla bağlıydı. Güney-batıda ise Samtshe ve
Saatabego prenslikleri vardı. Bu prensler, zamanla İslâmiyet’i benimsedi ve
Osmanlı’ya doğrudan bağlı birer valilik haline geldi.
Gürcüler,
Rusya ile yaptıkları 1783 Georgievsk Anlaşması ile Gürcü askeri yolunun
açılmasına ortam hazırlamış oldu.
1783’te
Kırım’ı ilhak etmelerinden sonra, Ruslar ertesi yıl Petrovsk’u ve kentin
Dağıstan’daki art bölgesini işgal etti ve Kaheti’yi de kendine bağlamış olan
Kartli (Gürcüstan) Kırallığı’nı koruma altına aldı. Ruslar, Viladikafkas
kenitni kurdu ve Gürcüstan ile doğrudan ilişki kurmalarına imkan veren Daryali
Boğazı’nı açtı. Son Kartli (Gürcüstan) Kıralı ölürken yaptığı vasiyetle
kırallığını Rusya’ya bıraktı. 1803’te Megrelya, 1804’te İmereti ve Gurya,
1856’da Svaneti Rusya’nın egemenliğine geçti.
Görüldüğü
üzere, 19. yüzyıla gelindiğinde bile, değil Gürcü boyu (!!!) Megreller’den,
Lazlar’dan, Svanlar’dan ve Acarlar’dan, bugünkü Gürcüstan coğrafyasından
bahbetmek mümkün değildi.
Çiloğlu,
kitabında şöyle yazıyor: “.. Gürcüler
Gürcistan nüfusunun yalnızca yüzde 70,1’ini oluşturmaktadır. Buna göre
Gürcüstan’daki Gürcü nüfusu 3.843.000’dir. Ülkede yaşayan Laz, Megrel ve
Svanlar da bu sayının içindedir...” (s.28). Eğer “Gürcü nüfusu” söz konusu
ise Megrel, Laz ve Svanlar’ın neden “Gürcü nüfusu” olduklarını kendi kendisine
sormak aklına gelmiyor!
Yayın
yönetmeni olduğu Çveneburi Kültürel Dergi’ye
“Dünyada ne kadar Gürcü var” başlıklı bir makale yazan Fahrettin Çiloğlu,
“önemli” bir dipnot açıklaması yapıyor: “Gürcüstan’daki
Gürcü nüfusu tüm Kartveli (Kart, Svan, Laz-Megrel) nüfusunu kapsar.
Türkiye’deki Gürcü nüfusu verilirken Lazlar dahil edilmemiştir.” Kendisine bu
davranışı için teşekkür etmek borcumuz olsun!
Çiloğlu;
kitabında, “Kartveli Dili” diye de bir
kavram icat ediyor ve “Svanca’nın
Kartveli dilinin ilk biçiminden Gürcü, Laz ve Megrel dillerinden daha önce
ayrılmış olduğunu” yazıyor. (s.18). Bu “yeni icat” “Kartveli Dili”
kavramını kabul etsek bile, bu “Gürcüce” anlamına gelir. Gürcüce, Gürcüce’den
nasıl ayrılmış? Sonra Megrel-Lazca (Zanca) ve Svanca niye “Kartveli Dili”nden
yani “Gürcüce”den ayrılmış olsun? Madem bu ayrılışlar ve ayrılıklar kendisini
çok ilgilendiriyor. Neden “Kart Dili”, “Kah Dili”, “İngilo Dili”, “Hevsur
Dili”, “Pşav Dili”, “Mohev Dili”, “Mtiul Dili”, “İmeretili Dili”, “Raçalı Dili”
ve “Gurya Dili”nin icat ettiği bu
“Kartveli Dili”nden ne zaman ayrıldıklarından hiç bahsedilmiyor?
Çiloğlu’nun
da Megrelce, Lazca ve Svanca ile de “sıkıntı”sı var. “...Bazı dilbilimciler Laz-Megrel ve Svan dillerini, Gürcüce’den ayrı
bir dil değil, Gürcüce’nin lehçeleri olarak kabul ederler. Ancak bir Gürcü’nün,
bu diller arasındaki temel yapı benzerliklerine karşın, Laz-Megrel ve Svan
dillerini anlaması mümkün değildir...” “Laz-Megrel ve Svan Dilleri”
ifadesini kendisi kullanıyor ve ardından da bunların bazı dilbilimciler
tarafından “Gürcüce”nin, yani “Kartuli Ena”nın lehçeleri olarak kabul
edildiğine de özel vurgu yapıyor. Kim bu bazı dilbilimciler?
Bütün
bu “sıkıntılar”dan kurtulması için resmî ideoloji ve tarih tezleri
aktarıcılığından vazgeçmesi gerekiyor. Böylelikle derin bir “iç huzur”a
ulaşacak ve Çveneburi Kültürel Dergi’nin
1996/ 19-21. sayısına yazdığı “Çveneburi”den başlıklı ve editör imzalı
makalesinin üçüncü paragrafında sözünü ettiği ve kendisini inciten gelişmeleri
de işlevsiz kılma şansına sahip olabilecektir.
“Çonguri de çalarım ...”
Bir
zamanlar hayatının önemli bir kısmını “çiçek falı” bakar misali “Gürcüstan mı
Gürcistan mı” diye kendi kendine sorular sorarak geçiren ve sonunda da “kopya
çekerek” de olsa bu konuda birbirinden “nadide örnekler”le bezediği kısa ama öz
bir makale yazmayı başaran İberya Özkan da Çveneburi
Kültürel Dergi’nin önemli isimlerinden.
Ağustos
1995’te yapılan söyleşi önce Folklora
Doğru Dergisi’nde sonra da Çveneburi
Kültürel Dergi’nin çeşitli sayılarında bölüm bölüm yayımlanır. Folklora Doğru Dergisi’nin sorularını
İberya Özkan cevaplıyor. İberya Özkan da, “diğerleri” gibi davranıyor ve
“bildik ifadeleri” tekrarlıyor: “...
Gürcü’nün karşılığı “Kartveli” olduğu için Gürcüce’de Kartveli (Kartuli) halk
müziği de diyebiliriz. Ama örneğin Megreller’in, Megrelce yarattığı müzikler de
Gürcü (Kartveli) halk müziği içinde değerlendiriliyor doğal olarak. Türkiye’de
son yıllarda kafa karışıklığına neden olan bir tartışmaya da ışık tutmak için
söylüyorum: “Megrel Müziği de Gürcü müziğidir” dendiği zaman Megreller’in
milliyet olarak asimile edilmesi ve Gürcüleştirilmek istenmesi gibi bir durum
yok. Gürcü deyince Megrel, Svan ve “Kartveli”den oluşan bir toplumdan söz
edilmektedir. Svanca, Megrelce, Kartvelce diye ayrı diller var ama...”
Yıllardır
“aynı kulvar”da koşan Özkan, Lazları ve Lazcayı “unutuyor”! “Kartveli (Kartuli) halk müziği” diyor.
“Gürcü”, “Kartveli” demekse ve bu da “Kartuli” anlamına geliyorsa “Kah Dili”,
“İngilo Dili”, “Hevsur Dili”, “Pşav Dili”, “Mohev Dili”, “Mtiul Dili”,
“İmeretili Dili”, “Raçalı Dili”, “Gurya Dili” nedir? Özkan, bununla da yetinmiyor
ve “Kartvelce” diye bir terim icat ediyor.
Yine Folklora Doğru Dergisi’nin 62. sayısında yayımlanan röportajdan aktaracağımız
“ifadeleri” tanımlamak için “uygun bir sıfat” bulamıyorum. “Müzisyen” İberya
Özkan bu kez Acara’ya ilişkin bol “yani”li yorumlarda bulunuyor: “... Gürcüstan’ın Acara bölgesi Osmanlı
hâkimiyetindeydi, dolayısıyla Türk’tür, İslam’dır vb. deniyor. Yani ayrım
politik düzeyde var. Zaten Acara Muhtar Cumhuriyeti’nin varoluşu bile politik
bir geçmişe dayanıyor. Yani Osmanlı döneminde, Osmanlı-Rus Savaşı sırasındaki
bir anlaşmayla Acara, Gürcüstan’a dahil edildiği zaman, Acara
MuhtarCumhuriyeti’nin ayrı bir cumhuriyet olma şartı ileri sürüldü. O bile bir
ur olarak bugüne kadar kalmış bir sorun...” Benim bildiğim kadarıyla Özkan,
Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Acara Bölgesi’ni daha ortada olmayan bir ülkeye
yani Gürcüstan’a dahil etme başarısını gösteriyor (!) ve bu durumu olumluyor.
Bugün ise Özerk Acara Cumhuriyeti’ni de “bir ur” olarak niteliyor.
Gerçi
Zülfü Livaneli, 27 Mart 1997 tarihli Milliyet gazetesinde İberya Özkan’ı
“Gürcüstan’ın fahrî kültür elçisi gibi”
çalışan bir kişi olarak niteliyorsa da, en azından yukarıda söyledikleri ve
“Megrel kavalı” (p̆ilili) da dahil her türlü müziksel
aleti başarıyla çalabilme yeteneğine doğuştan sahip olduğu için Gürcüstan
Senfoni Orkestrası Şefliğini Cansug Kahidze’den daha fazla hak ettiğine şüphe
yok.
Sonuç: Her Şeye Rağmen Hâlâ Dostuz Ve Dost Acı Söyler
1960’ların
sonlarından başlamak üzere günümüze kadar olan zaman dilimi içinde bazı kişiler
tarafından ya kendi adlarıyla ya da takma adlarla yayımlanan telif veya çeviri
kitap ve makaleler, söyleşi, dizi yazı, açıklama ve okuyucu mektupları ve Çveneburi Kafkasoloji Dergisi, Çveneburi Kültürel Dergi gibi
periyodikler incelendiğinde karşımıza oldukça uyumlu bir çizgi çıkıyor.
Bunların yayınlarındaki ortak yaklaşımları dönemlerine göre şöyle sıralamak
mümkündür:
-
Türkiye’de yaşayan yerli veya 93 Harbi göçmeni Gürcüce konuşan Müslümanların
dillerinin yaşatılması konusunda tek bir satır ciddi ve tutarlı tavır
gösterilmemektedir.
-
Gürcüstan’ın resmî ideolojisi ve tarih tezlerine dayanan görüşler gizli ya da
açık bir şekilde sahiplenilmekte ve yayılmaya çalışılmaktadır.
-
Gürcüstan’ın resmî ideolojisi ve tarih tezlerinin bir diğer dayanağı olan
Ortodoks Hıristiyan teolojisi de temel alınmakta, insanların Müslüman olmadan
önce dinlerinin ille Hıristiyanlık olduğu gibi bir anlayış dayatılmaktadır.
Toptan din değiştirmeler olduğu gibi bir saplantı içinde de olunmaktadır.
-
Çarlık Rusyası ve Sovyetler Birliği’nin Gürcüstan ve Gürcüce’nin korunup
gelişmesine olan katkıları göz ardı edilmekte, dönemlere göre koyu bir Rus,
Bolşevik ve Sovyet düşmanlığı sergilenmektedir.
-
Gürcüstan ve Sakartvelo, Gürcü ve Kartveli gibi kavramları göz önünde
bulundurulmamaktadır. Örneğin, Gürcüstan önce Kartli, sonra Kartli-Kaheti iken,
daha sonra bugünkü coğrafi yapıyı nasıl kapsar hale geldiğine ilişkin bir
bilginin yanından bile geçilmemektedir.
-
Bilimsel metot kaygısı ve terminolojik tutarlılık önemsenmemekte, bazen bir
makale içinde bile tutarsız terminoloji kullanımı gözlenmektedir.
- Türkiye’deki Gürcü Kimliği’ni
göremeyen ve kendilerini Gürcü veya Çveneburi olarak tanımlayamayan kalemler,
iş Megrel-Laz ve Svanlar’a gelince, bu halkları hemen “Gürcü”/”Kartveli” boyu
ilan edebilmektedir. Acarlar ve Acara (Acaristan) konularında da şovenist
yaklaşımlar sergilenmektedir.
-
Yine söz Megrel-Lazca (yani Zanca) ve Svanca’dan açılınca, bu diller “Gürcüce”nin
veya “Kartvelce”nin önemsiz lehçeleri, diyalektleri ve/ veya şiveleri ilan
edilmektedir.
-
1939’a kadar Megrel-Lazlar ve Svanlar’ın nüfus sayımlarında kendi kimlikleriyle
kayıtlara geçerken, neden bu tarihten sonra “Gürcü”/ “Kartveli” olarak
kayıtlara geçirildiklerine hiç değinilmiyor.
-
Megrel-Lazlar ve Svanlar’ın kültürel hakları konusuna da hiç değinilmemekte,
Sovyetler birliği’nin ilk yıllarındaki olumlu uygulamalar hakkında bir yorum
yapılmamaktadır.
-
Gürcüstan Halkı’nın, Sovyetler Birliği dönemindeki eğitim, sağlık, mesken, iş
güvenliği vb. konularındaki kazanımları ve refah düzeylerine ilişkin tek satır bulunmamaktadır.
-
Sovyetler Birliği’nin çözülüşünden sonra Gürcüstan’da ortaya çıkan fakirliğe
hiç dikkat çekilmemekte, Laleli’de çanak-çömlek satmaya gelen fakir insanlar
konu edilmemektedir.
-
Şevardnadze’nin ABD’ye göz kırpması, üs vermesi ve Irak’a asker göndermesi gibi
konulara temas edilmemektedir.
-
Tarihsel olaylar anlatılırken, “Mamçakoğlu filmleri”vari yaklaşımlar
sergilenmekte, üretim, mülkiyet ve paylaşım ilişkilerinin uluslaşmadaki
etkileri ve doğal evrim süreçleri görmezlikten gelinmektedir. Sovyetler Birliği
dönemindeki yöneltilmiş evrim de görmezlikten gelinen bir diğer önemli konu.
-
Emperyalizm çağının ortaya çıkardığı kavramlarla hareket edilmekte,
post-modern, pragmatik vb. yaklaşımlar sergilenmektedir. Geçmiş, günümüzün
ürünü kavramlarla açıklanmaya çalışılmaktadır. Gürcüstan’ın, dünya ve içinde
bulunduğu bölgede meydana gelmiş olaylar ve dengeler sonucu ortaya çıkan bir
devlet olduğu unutulmaktadır.
-
Aynı kaynağın işe gelen yeri kullanılmakta, işe gelmeyen tarafı hiç
görülmemekte, bir gün bu durumun açığa çıkacağı akıl edilememektedir.
-
Kendi yazdıkları ve savundukları fikirler eleştirildiğinde, cesaret gösterip
kendi yayınlarında cevap verememekte, bunun yerine başkaları konuşturulmakta
veya kulis faaliyetine girilmekte ve “ağabeyler”den medet umulmaktadır.
-
Gürcüstan’da Megrel-Lazca ve Svanca’nın kurumsal olarak yaşatılmasına vb.
konulara ilişkin her düşünce veya demokratik talebin arkasında Rusya’nın
karanlık eli aranmaktadır.
-
On yılı aşkın bir süreden beri yaptığımız yazılı dostça eleştiri dikkate
alınmamakta, aynı tutum ve davranışlar allanıp pullanıp yeniden sergilenmektedir.
Sözün Kısası: Önce Dürüst Sonra Da Birlik Olalım!
Türkiye’deki
kültürel ve dilsel zenginliklerin yaşatılması alanında gözükenlerin, her resmî
ideoloji ve resmî tarih tezine karşı mücadele içinde olmaları beklenir. Tutarlı
çizgisi olmayanların, örneğimizde görüldüğü gibi, şovenizmin bataklığına
saplanmaları ve yalpalamaları kaçınılmazdır. Kendilerinden ancak Müslüman Gürcü
ve/ veya “Çveneburiler”in dillerini yaşatma noktasında mücadele vermeleri
beklenenlerin, bunu yapmak yerine resmî ideoloji ve resmî tarih tezlerinin
Türkiye’deki acentalığına soyunmaları birçok açıdan ciddi olarak sorgulanması
gereken ilginç bir konudur. Bununla beraber Gürcü Ulusu veya Kartveli
Ulusu’ndan hareketle “Gürcüstan” veya “Sakartvelo” siyasi örgütlenmesinin resmî
ideoloji ve resmî tarih tezlerinin Türkiye’de acentalığını yapanlar, “ulus”
kavramının kapitalist sistemle ilgili bir kavram olduğunu unutmamaları gerekir.
“Ulus” kurgulamaları yerine, günümüzde Gürcüstan olarak bilinen coğrafyada,
Gürcüstan’ın kurulduğu 1918’den önceki üretim ilişkileri ve Gürcü ulusal
ticaret ve/ veya sanayi burjuvazisi ve Gürcü kapitalizminin üretim
ilişkilerinin yol açtığı “doğal bir evrim sonucu” gelişen bir ulus ve ulusal
mücadelesi mi Gürcü Devleti’ne yol açmıştır? Bu soruya, cevabı Çiloğlu farkında
olmadan kitabında veriyor: “1917
Devrimi’nden sonra üç Transkafkasya ulusu (Gürcüler, Ermeniler ve Azeriler)
Ozakom olarak bilinen St. Petersburg’taki bir komitenin yönetimi altına girdi.
Bolşevikler’in Ekim Devrimi’yle iktidarı ele geçirmelerinden sonra Menşevikler
Rusya’dan ayrılarak bir federasyon kurma yoluna gitti. Ozakom’un yerine
“Seym” denen bir meclis kurdular. Ama iç
çekişmeler ve Osmanlı kuvvetlerinin batıdan ilerleyişi federasyonun dağılmasına
yol açtı. Bunun üzerine Gürcüstan 26 Mayıs 1918’de bağımsızlığını ilan etti.
Gürcüstan... Almanya’nın korumasına girdi. 28 Mayıs 1918’de Almanya ile bir
anlaşma imzaladı... sınırları tanındı. Almanya ile kurduğu ilişkiler sonucunda
güçlenen Gürcüstan 4 Haziran 1918’de Osmanlı Devleti ile de bir barış anlaşması
imzaladı... Stalin ve Orconikidze’nin yönetimindeki Kızıl Ordu Gürcüstan’a
girerek Menşevik hükümetini devirdi ve 25 Şubat 1921’de Tiflis’te Sovyet
yönetimini kurdu.” (s. 64-65)
Çarlık
Rusyası’nın yönetimindeki coğrafyada Gürcüstan adlı bir siyasî yapının
kuruluşu, Gürcü ulusal ticaret ve/ veya sanayi burjuvazisi ve Gürcü
kapitalizminin üretim ilişkilerinin yol açtığı “doğal bir evrim” sonucu gelişen
bir “ulus” ve “ulusal mücadele” sonucu değil, Sovyetler Birliği’nin kuruluşunu
önlemek ve Kafkasya’da ellerini güçlendirmek isteyen emperyalistlerin
çatışmaları sonucunda, yine o emperyalistlerin bölgeye dayattığı dengeler
çerçevesinde oluşturulmuştur. “Doğal evrim” sonucu gelişen ne Ulusal Gürcü
burjuvazisi ne “ulus” ne “ulusal mücadele” ne “ulusal dil”. Daha sonraki
dönemde “Doğal evrim” ile değil ama, önce devlet sonra “yöneltilmiş evrim” ile”
ulus” ve “ulusal dili” yaratma süreci ancak başlayabilmiştir. Ülkedeki
Megrel-Laz ve Svanlar’ın dillerinin ve kimliklerinin günümüzde bile yok
sayılmasının ve “Gürcü” / “Kartveli” kimliğinin dayatılmasının nedeni de Gürcü
ulusal ticaret ve/ veya sanayi burjuvazisi ve Gürcü kapitalizminin üretim
ilişkilerinin yol açtığı “doğal bir evrim” sonucu gelişen bir ulus ve “ulus
devlet”in hâlâ oluşturulamamış olmasındandır.
Türkiye’deki
aktarıcılar, kavramlarla ne kadar “akıllıca” oynarlarsa oynasınlar, bu
kavramlara ne anlam yüklemeye çalışırlarsa çalışsınlar, gerçeği değiştiremez ve
kimseyi kandıramazlar. Fakir Gürcü veya Gürcistan halkı adına değil, şovenist
resmî ideoloji ve resmî tarih tezleri adına hareket ediyorlar. Bu resmî
ideoloji ve resmî tarih tezlerinin ne Türkiye’de yaşayan Lazlar’a Gürcüler’e,
Çveneburiler’e ve Acarlar’a ne de Gürcüstan’da yaşayan Megreller’e, Lazlar’a,
Svanlar’a, Acarlar’a ve “Gürcüler”e / “Kartveliler”e yani Kartlara, Kahlara,
İngilolara, Hevsurlara, Pşavlara, Mohevlere, Mtiullara, İmeretililere,
Raçalılara ve Guryalılara artık bir faydası olamaz.
Türkiye’de
genelde Kafkasya ve özelde ise Gürcüstan ve halklarına ilişkin resmî ideoloji ve
resmî tarih aktarıcılığından kaynaklanan etnik adlandırmalara ilişkin kavram
kargaşalarını görmesek bile, yine de tanımlamada bazı sorunların bulunduğu
aşikâr. Etnik adlandırmaların resmî ideoloji ve resmî tarih tezlerinin
etkisinden uzak, doğru olduğu şekilde ve dönemlere göre, yeniden tanımlanması
en azından okuyucunun bilgilenmesi yolunda önemli bir adım olabilir. Böylesi
bir çaba, aynı zamanda resmî ideoloji ve resmî tarih tezlerine ve bunların
Türkiye’deki aktarıcılarına önemli bir darbe vuracaktır. Gürcüstan’daki Gürcü,
Megrel, Laz ve Svan halkları ile Türkiye’deki Laz, Acar, Çveneburi ve Gürcü
halkları ve diğer halklar arasındaki yakınlaşmayı sağlayacak ve dostluk ve
dayanışma duygularını kuvvetlendirecektir.
Türkiye’deki
mevzuyu “ekmek parasının yolu yapanlar”ın dışında, bilmeden şovenizm batağına
saplanarak yıllardır resmî ideolojisi ve resmî tarih tezlerinin aktarıcılığını
yapanlar için şimdi düşünme zamanıdır. Ancak özeleştiri kapısı hepsine hâlâ
ardına kadar açık!”(05.06.2002)
Faydalanılan
Kaynaklar Ve/ Veya Önerilen Okumalar
*Akar,
Rıdvan (1998): “Bir Bürokratın Kehaneti Ya Da ‘Bir Resmî Metin’de Planlı
Türkleştirme Dönemi”, Birikim, sayı
110.
*Aksamaz,
Ali İhsan (1997): “Gürcü/ Kartveli/ Georgian Terimleri Ve Lazlarla İlişkisi”, Kafkasya’dan Karadeniz’e Lazların Tarihsel
Yolculuğu, Çiviyazıları Yayınları, İstanbul.
*
Aksamaz, Ali İhsan (2000): Dil-
Tarih-Kültür- Gelenekleriyle Lazlar, sorun Yayınları, İstanbul.
*Allen, W.E.D.–Muratoff, Paul
(1996): Kafkas Harekâtı, 1828-1921
Türk-Kafkas Sınırındaki Harplerin Tarihi, Genel Kurmay Basımevi, Ankara.
*Amıcba, Gerg (1993): Ortaçağ’da Abhazlar, Lazlar, Nart
Yayıncılık, İstanbul.
*Canaşia,
S.- Berdzenişvili, N. (1987): “Türkiye’den Haklı İstemlerimiz”, Tarih ve Toplum, sayı 46, İstanbul.
*Berdezenişvili, Niko- Canaşia, Simon (1997): Gürcüstan Tarihi, Sorun Yayınları,
İstanbul.
*“Bir Film: Albaya Mektup Yok”, Ogni Kültür Dergisi, sayı 4, Mayıs-Haziran 1994.
*Cancğava, G. V. (2001): “XIX. yy. Sonunda Gürcüstan
Nüfusu”, Çveneburi Kültürel Dergi,
sayı 40.
*Çelebi, Fevzi (2001): “Mesele Ne?”, Çveneburi Kültürel Dergi, sayı 42.
*Çelik, Osman (1967-68): “Gürcüstan”, Birleşik Kafkasya, sayı 13-14-15,
Ağustos-Ocak, Fatih.
*Çiloğlu, Fahrettin (1993): Gürcüleri Tarihi, Ant Yayınları, İstanbul.
*Çiloğlu, Fahrettin (1994): “Gürcüceye Giriş”, Çveneburi Kültürel Dergi, sayı 7,
İstanbul, Ocak.
*Çiloğlu, Fahrettin (1995): “Bir Etnik Grup Olarak
Gürcüler”, Birikim, sayı 71-72, Mart-
Nisan.
*Çiloğlu, Fahrettin (1995): “Dünyada Ne Kadar Gürcü Var”,
Çveneburi Kültürel Dergi,sayı 13,
Ocak-Şubat.
*Çiloğlu, Fahrettin (1997): “Sovyetler Birliği’nin
Dağılışının Beşinci Yılında Gürcüstan ve Türkiye’nin Dış Politikası”, Mamuli Kültürel Dergi, sayı 1.
*Çiloğlu, Fahrettin (1998): “Her Yol Mubah Mı?”, Kafkasya
Konusunda Yanılgılar Ve Yanlışlar”, Kafkasya Yazıları, sayı 3, Çiviyazıları, İstanbul.
*Çiloğlu, Fahrettin (1998): “Gürcistan Tedirgin mi?”
(entelektüel bakış), Milliyet Gazetesi,
17 Mart.
*Dolay, Nur (2001): Kafkasya
Çemberi, Çiviyazıları/ Mjora, İstanbul.
*Folklora Doğru Dergisi ( 1996): “İberya Özkan İle Gürcü
Müziği Üzerine Söyleşi”, Çveneburi
Kültürel Dergi, sayı 22-24, Temmuz-Aralık.
*Dzhodzhua, Nugzar (1994): “Ben Bir Megrelim”, Ogni Kültür Dergisi, sayı 6, İstanbul.
*Fuller, Liz (2000): “Mingrelian Demands For Autonomy
Engender Unexpected Counter- Move From Tbilisi”, Causasus Report, volume 4, Number 26, 16 July.
htttp://www.rferl.org/caucasus-report/2001/01/26-160701.html.
*Georgia (987):
Novosti Press Agency Publishing House, Moscow.
*Habiçoğlu, Bedri (1993): Kafkasya’dan Anadolu’ya Göçler, Nart Yayıncılık, İstanbul.
*Hayrioğlu, Hayri (1993): “Demagoji Uzmanları”, Çveneburi Kültürel Dergi, sayı 1(8),
Bursa.
* Hayrioğlu, Hayri (1998): Trabzon’dan Abhazya’ya Doğu Karadeniz Halklarının Tarih ve Kültürleri,
Sorun Yayınları, İstanbul.
*Hewitt, George (1995): “Çeçenler ve Komşuları”, Birikim, sayı 78, Ekim.
*Hewitt, B. George
(1996): “Kafkasya ve Megrel-Lazların Kültürel Hakları”, Birikim, sayı 85, İstanbul.
*Hewitt, George (1999): “Diller Dağı: Kafkasya”, Tarih ve Toplum, sayı 189.
*İsayev, M. I. (1997): National Languages in the USSR: Problems and Solutions, Progress
Publishers, Moscow.
*Karayel Erol (1998): “Evet Her Yol Mubah”, Kafkasya Yazıları, sayı 4, Çiviyazıları,
İstanbul.
*Koçiva, Selma (1999): Lazona Laz Halk Gerçekliği Üzerine, BDE Druck, Deutschland.
*Komahidze, Nodar (1997): “Yakın Geçmişte
Gürcüstan-Türkiye İlişkileri”, Mamuli
Kültürel Dergi, sayı 3.
*Lang, David Marshall (1962): A Modern History Of Georgia (?), London.
*Lordkipanidze, Mariam (1987): Georgia In The XI-XII Centuries, Ganatleba Publishers, Tbilisi.
*Mercan, Osman Nuri (1998): “Şuşana Putkaradze İle
Söyleşi”, Çveneburi Kültürel Dergi,
sayı 28.
Miminoşvili, Otari (1999): Gürcüstan’da Etnografik Yolculuk, Çiviyazıları/ Mjora, İstanbul.
*Özkan, Ahmet (1968): Gürcüstan,
Aksiseda Matbaası, İstanbul.
*Özkan
(Melaşvili), İberya (1994): “İstanbul’da Tiflisli Bir Gitarist”, Çveneburi Kültürel Dergi, sayı 7.
*Özkan, İberya (1998): “Gürcüstan, Gürcistan Hangisi
Doğru?”, Kafkasya Yazıları, sayı 3,
Çiviyazıları, İstanbul.
*Sovyet Ordusu (1998):
Sorun Yayınları, İstanbul.
*Sovyetler Birliği
Komünist Partisi Tarihi (1970): “Proleter Devrimci Aydınlık Yayınları,
İstanbul.
*Tavkul, Dr. Ufuk (2002): Etnik Çatışmaların Gölgesinde
Kafkasya, Ötüken, İstanbul.
*Tokcan, Muhammet Emin (2002): Kafkasyalı, Kayıp Ülkenin, Kayıp İnsanları, An Yayıncılık,
İstanbul.
*Türkiye İhtilâlci
İşçi Köylü Partisi Davası Savunma (1974): 1. Baskı, Aydınlık Yyaınları,
İstanbul.
*Vanilişi, Muhammed- Tandilava, Ali (1992): Lazlar’ın Tarihi, Ant Yayınları,
İstanbul.
*Wixman, Ronald (1984): The Peoples of the USSR, Michigan.
*Wixman, Ronald (1999): “Sovyetler Birliği’nde Etnik
Kimlik”, Kafkasya Yazıları, sayı 7,
Çiviyazıları, İstanbul.
*Yerasimos, Stefanos (1994): Milliyetler ve Sınırlar, s. 276-277, İletişim Yayınları, İstanbul.
*Zeyrek, Yunus (2000): “Acara Ve Acaralılar”, Tarih ve Toplum, sayı 199.
Kaynak:
Ali İhsan Aksamaz, “Doğu Karadenizde Resmî İdeolojiler Kuşatması”, 1. Baskı
Sorun Yayınları, 2003; 2. Baskı, Belge Yayınları, 2012, İstanbul.