Yamakhoğlu
Yüksel Yılmaz’ın vefât haberini 26 Nisan 2004 Pazartesi günü, bana gelen kısa
elektronik posta notuyla öğrendim. Notu gönderen kızı Burcu’ydu. 20 Nisan 2004
tarihinde bana gönderdiği anlaşılan notta şunları yazıyordu: “Merhaba Ali İhsan Amca. Burcu ben, Yüksel
Yılmaz’ın kızı. Babamı kaybettik. 10 .04. 2004 tarihinde memlekette defnettik.
Haber vermek istedim. Saygılar.” Bir
an için donakaldım. Uzun zamandır kendisini aramadığım için kendime kızdım.
Yolum evlerinin bulunduğu Beşiktaş’a birkaç kez düşmüş olmasına ve kendisine
uğramayı aklımdan geçirmiş olmama rağmen, bir türlü kendisini ziyarete
gitmemiştim. Hasta olduğunu, yatakta olduğunu bilmiyordum. Bilseydim, kuşkusuz
defalarca ziyaretine giderdim. Kendimi toparlamaya çalışarak kısa bir not ile
kızı Burcu’ya başsağlığı diledim.
“…
ESEN KALINIZ!”
O gün akşam, ailenin Beşiktaş, Ihlamur’daki
evlerine taziyede bulunmak üzere gittim. Bu eve daha önce defalarca gitmiştim.
On yıl kadar önce, bir süre kızı Burca’ya
İngilizce dersleri vermek için gitmiştim. Sonraları da zaman zaman
ziyaretlerine gitmiştim. Oğlu Bülent ile de tanışır, konuşurduk
karşılaştığımızda.
Bu
seferki ziyaretim hüzünlü gelmişti bana. Karışık duygular içindeydim.
Yanlışlıkla çaldığım bir alt daire komşularına ölüm sebebini sordum. “Bir
süredir hastaydı, yatıyordu,” dedi. Ölüm sebebinin “doğal” olduğunu öğrendim.
Rahatladım.
Kısa süren ziyaretimde Yüksel Ağabeyin
vefâtıyla ilgili olarak şunları öğrendim: “Doktor-hastane” ve ev arasında geçen
yaklaşık son üç ay boyunca bilinci yerinde yatmış, kalkmış, konuşmuş . Kendi
ihtiyaçlarını kendi gidermiş. Ölümüne üç gün kala salonda düşmüş ve ağzından
kan gelmiş. Bunu bir “işaret” sayan ailesi, aldıkları kararla kendisini
“memleket”e götürmeye karar vermiş. Bir ambulans ile Arkhavi’ye götürülmüş.
“Son an”a kadar şuuru açıkmış. Doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği topraklarda,
kendisini seven dost ve akrabalarının arasında ruhunu teslim etmiş, bir buçuk
gün sonra.
Ailesinin,
Yüksel Ağabey’i hastaneye ve doktora
götürdüklerinde, “Levent Kırca parodilerinde görülen garipliklerle” karşılaştıklarından burada söz etmek
istemiyorum.
Hasta
yatağında benim adımı ve Ahmet Bey’in adını andığını söyledi eşi. Benim
kendisini dünya gözüyle son bir kez olsun göremememin beni ne kadar üzdüğünü
anlatamam. Bu taziye ziyareti sırasında kendisi andık. Hüzünlendik ama, bazen
de gülüştük.
Birinin ölümünü başkalarına aktarırken, “…
yaşamını kaybetmiş”; telefon konuşmalarının sonunda ve vedalaşırken, “esen
kalınız!” derdi. Doğan çocuğu tanımlamak için de, “iki kişinin birleşmesinden
doğan yaratık” ifadesini kullanırdı. Atmacacıydı. Uzun yıllar önce bir
atmacanın gözüne verdiği zarardan bahsederdi. Gözünde bazen çok ince bir çizgi,
bulanıklık oluştuğundan yakınırdı. Yıllardan beri, bu rahatsızlığını tedavi
ettirmek için gitmediği “ünlü doktor” kalmamıştı. Bazen, gittiği bu “ünlü
doktorlar”ın kendisine yazdıkları reçeteleri gösterirdi. Bu rahatsızlığın,
sigara içmediği zaman ortadan kalktığını da söylerdi. Söz, Laz dili ve
kültürünü yaşatmaya yönelik çabalardan açıldığında hemen şöyle derdi: “ Bu bizim
Lazlardan görüyorsun bir halt olmaz…” Niye böyle söylüyorsun dendiğinde de
verdiği karşılık yaşanılan ortak “deneyimler”i 500 yıllık bir prosesle
bağlantılandırırdı.
APKHAZETİ,
SOKHUMİ’DEKİ TÜTÜN ÇİFTLİĞİ VE “…LAKOPA”(2)
…
Yüksel
Ağabey, dayılarının Apkhazeti’de,
Sokhumi’de bir zamanlar büyük bir tütün çiftliklerinin bulunduğundan
bahsederdi. Sovyetler Birliği’nin ilk yıllarında kurulmuş olduğunu duyduğunu
söylediği “Lakopa” adlı bir örgütünün adını anardı bazen. Kendisi çok küçük bir
çocukken, bazı büyüklerinin durumlarından şikâyetçi olduklarında “Ah, ‘Lakopa’
so re?” (“Ah ‘Lakopa’, neredesin?”) diye sitemde bulunduklarını duyduğunu
söylerdi. Kimi büyüklerinin, çocukların yanında ‘Lakopa’ adının anılmaması
konusunda birbirlerini uyardıklarını da anlatırdı. Bu ‘Lakopa’ın bir kısaltma olduğu açık. Bu
konuda şimdi bir yorumda bulunup ta yanlış anlaşılacak şeyler söylemek
istemiyorum.
Yanılmıyorsam,
yine dayısıyla ilgili bir anısını var. Olayın yine Sokhumi’de yaşandığını
söylemişti. Ağaç kesildiği zaman, bir Megrel günlerce ağlıyor ve yemeden
içmeden kesiliyor. Bu olayı aktaran Yüksel Ağabey, Megrellerin doğaya ne kadar
düşkün olduklarına dikkat çekerdi. Hayatında tek bir Megrel tanıdığını
sanmıyorum, ama “Megrel” denildiği zaman gözleri parlardı. Hele Hıristiyan
Megrel Papazlara açıkça söylemese de bir sempati duyduğunu hissederdim.
“BURCU,
OGNİ’LERİMİ BULAMIYORUM, NEREDELER ? ”
Taziyeye
gittiğim o akşam, bir sırrımızı da hatırladık. Bundan iki yıl kadar önce,
Burcu’nun gazeteci- yazar ve radyo yapımcısı bir tanıdığı, Lazlarla ilgili bir
programda kullanmak için Burcu’dan kendisine ödünç olarak “Ogni Kültür
Dergisi”nin nüshalarını vermesini ister. Anlaşılan Burcu, bu arkadaşını kıramaz
ve babasından habersiz bu dergileri arkadaşına verir. Ama dergiler bir türlü
geri gelmez. Yüksel Ağabey, dergilerini arayınca da, Burcu telâşa düşer.
Sonunda benden yardım ister. Kendisine kargo ile bende fazla olan “Ogni”
nüshalarının da içinde olduğu bir paketi göndermiştim. Yüksel Ağabey de, bir
sonraki aramasında “dergilerini” bulur.
Burcu için bir sıkıntı böylelikle kalmamış olur. Yanılmıyorsam, Yüksel Ağabey
ile son telefon görüşmem, Burcu’ya kargo
ile göndermiş olduğum “Ogni’leri” alıp almadığını sormak için telefon ettiğimde
olmuştu. Telefonu açan Burcu değil, Yüksel Ağabey’di. Burcu ile aramızdaki sır
işte buydu.
“…
SESİ KASETTE KAYITLIYDI…”
Konuşmamız
sırasında birden hatırladım. Bendeki kasetlerin birinde Yüksel Ağabeyin sesi de
kayıtlıydı. Lazca olarak söylediği bir marşı kaydetmiştim. Kendilerine bir
kopye ileteceğimi söyledim. Hep birlikte sevindik.
Eve
dönünce, bir zamanlar ortak arkadaşlarımız olan İsmail Avcı, Muhammet Tunçsan
ve Ali Osman Öziskender’e telefon ile, Ahmet H. Kırım’a da telefon ile ulaşamadığımdan
“mesaj” yoluyla bu kara haberi duyurdum. Ailesinin telefon numarasını
kendilerine hatırlattım. Kâzım Koyuncu, M. Barış Beşli ve Birol Topaloğlu’na
ulaşmam ne yazık ki, mümkün olamadı. Ertesi gün kendisinin de iyi tanıdığı olan
Mecit Çakırusta’yı haberdar ettim. Çok üzüldü. Ayrıca Maşukiye’de oturan M.
Recai Özgün’ü haberdar ettim. Başta “www.lazuri.com“ ve “www.lazebura.com”a ve “Sima dergi”nin ve diğer tanıdıkların “e-mail”
adreslerine şu mesajı gönderdim: “ĞURA” –“ Arxaveli Yüksel Yilmaziçkini
doğuru.- Sevgili arkadaşlar; Sevgili arkadaşımız Arheveli Yüksel Yılmaz’ın
vefât ettiğini öğrendim. Sizlere bildirmek istedim…” Ayrıca taziyede bulunmak
isteyenler için, kızının e-posta adresini de verdim.
“KUŞU
KUŞLA AVLAMANIN CAMBAZI: YÜKSEL YILMAZ”
Bendeki
kasetlerin birinde Yüksel Ağabeyin sesinin kayıtlı olduğunu biliyordum. Lazca
olarak söylediği marşın kaydını ne yazık ki bulamadım. Ancak bir konferansta,
bir tartışma sırasında söylediklerinin kaydı vardı kasette. Yüksel Ağabey’in
söylediklerini bir başka kasete kopyaladım ve 06. Mayıs. 2004 Perşembe günü
ailesini ikinci ziyaretimde bu kaseti Burcu’ya ilettim. Kendisi de, sağ olsun,
vefât tarihini düşerek babasının 07.07.1994 tarihinde yazılı olarak yaptığı
vasiyetinin bir fotokopisini bana verdi.
Burcu,
babası için internette bir site açmanın ön çalışmalarını yürüttüğüne söyledi.
Yüksel Ağabeyin bazen bir kitap kapağına, bazen küçük bir kâğıda aldığı
notların da yer aldığı bir site. Yılmaz (Yılmaz) Ağabeyin gönül verdiği Laz dili ve
kültürünün de yaşamasına katkıda bulunacak bir site.
Bu
ziyaretim sırasında Yüksel Ağabeyin atmacacılığından da konuştuk. Burcu, şu
anda adını hatırlayamadığım haftalık bir dergide babasıyla bir zamanlar
yapılmış olan bir röportajı gösterdi. Dergide yer alan fotoğraflardan birinde
öyle hayat dolu, mutlu ve sağlıklı ki. Köyünde bir ağaçtan diğerine koşturup
her meyvenin tadına baktığı ve Lazcadan başka dil bilmediği çocukluk günlerdeki
gibi kendine güvenli ve mutlu. Fotoğraftan çıkıp gelecekmiş gibi duruyordu
“Atmacacı Yüksel”. O derginin sayfalarını karıştırırken, 1993 yılında Aydınlık
Gazetesi’nden Hüseyin Şimşek’in Ogni Kültür Dergisi’nin ilk idare hanesinin
bulunduğu İnkilâp Caddesi Öktem Apartmanı’ndaki dairede Yüksel Ağabey’le
yaptığı röportajı da hatırladım. Bu
röportaj, “Kuşu Kuşla Avlamanın Cambazı: Yüksel Yılmaz” başlığıyla Aydınlık
Gazetesi’nde yayınlanmıştı, yanlış hatırlamıyorsam.
“YAMAXOĞLİS MUTU DO MİTİŞEN ŞKURİNA
VA UĞUT’U…” (3)
Şu
anda karşımda Yüksel Ağabeyin Beyoğlu, Balo Sokak’taki atölyesinde, sağ koluna
konmuş olan atmaca ile çektirdiği fotoğraf duruyor. Bu fotoğrafı ne zaman
çektirdiğini bilmiyorum. Bu fotoğrafın arkasında şu notu okuyorum: ” 2 Kasım
1994- Sevgili Kardeşim Ali İhsan Bey’e Hatıra- Oroperi Cuma çkimik p’anda mendocedas”. Bu
fotoğrafını bana Balo Sokak’taki atölyesinde imzalayıp vermişti. Atölyesinde
kendisini sıklıkla ziyaret ederdim. Türkiye ve dünya hallerini konuşur, sohbet
ederdik. Bazen diğer arkadaşları da katılırlardı bize. Yılmaz Ağabeyle Lazca üzerine
konuşur, çalışmalar da yapardık. Ağzından çıkan her Lazca kelimeyi kaydetmeye
çalışır, defalarca tekrarlatırdım. Kendi dil ve kültürüne sahip çıkmayanlardan
hiç hoşlanmazdı. 1993 Şubat’ında yaşadıkları deneyimden sonra kendilerini
yalnız bırakanlara çok kızıyordu. Laz dili ve kültürünü bir basamak olarak
kullanarak iş hacmini ve cirosunu kabartmak isteyenlerle ve kısa yoldan zengin
ve ünlü olmak için Laz dili ve kültürünü kullanmak isteyenler O’nun yanına hiç uğrayamazdı.
Kendisini
1993 Haziran veya Temmuz ‘nda tanıdım. Sonradan “Ogni Kültür Dergisi”nin
idarehanesi de olacak olan Öktem Apartmanı’ndaki Avukat Ahmet H. Kırım’ın
yazıhanesinde tanışmıştım. Kimseden korkusu olmayan bir insandı.
“LAZEL
KUNDURA- YÜKSEL YILMAZ”
Ogni
Kültür Dergisi’nin Mayıs-Haziran 1994/ 4. sayısında O’nun da ilân katkısı var.
Başkalarını da teşvik etmek için “öyle bir dönemde” bir ilânının konulmasına
rıza göstermişti. Derginin arka iç kapağında yer alan iki ilândan biri O’na
aitti. Ogni’ye destek ilânı şöyle: “LAZEL KUNDURA- YÜKSEL YILMAZ- LAZ
KÜLTÜRÜNÜN GELİŞMESİNE BİR ADIM OLAN OGNİ’Yİ KUTLUYORUM! – Balo Sokak No: 14
Galatasaray/ İstanbul- Tel: (0212) 244 88 85.”
Yüksel
Yılmaz, iyi bir ayakkabı ustasıydı. 1980 sonrası ekonomik uygulamaların vurduğu
küçük esnaflardan biriydi. Küçük atölyesinde tek başına ürettiği ayakkabılar
Beyoğlu’nun lüks mağazalarında satılıyordu.
Kendi alın teri ve göz nuru emeğinin ürünü olan bu ayakkabılar,
kendisinin bir çift başına kazandığı paranın beş ve hatta bazen altı katına
fiyatlarla Beyoğlu’nun “albenili”
vitrinlerdeki yerlerini alıyor ve müşteri buluyordu. Kendisi malzemeleri
peşin fiyata aldığı halde, mağazaların kendisine ödemeleri aylarca geciktirdiği
oluyordu. O, Balo Sokak’taki atölyesinde gün ışığından nasibini yeterince
alamadan alın teri ve göz nuruyla üretiyordu. 1994’te, bana da bir çift yazlık
ayakkabı yaparak hediye ettiğini ve bu ayakkabıları en az dört yıl giydiğimi
belirtmeliyim. O ayakkabıları ilk kez, Apkhazeti’ye giderken giymiştim.
Diğer
yandan, anadili Lazca’ydı. Belki bir zamanlar, Lazca’nın konuşulduğu
yöredeki “nafaka ekonomisi”nin O’na ekonomik refah getirmeyeceğine
inananlardandı. Lazcasını konuşulduğu yerde terk edip, ekonomik hayatın canlı
olduğunu düşündüğü, “dağı taşı altın” İstanbul’a gelmişti. Başta her şey belki
iyi gidiyordu, iyi kazanıyordu. Ama sonra 1980 krizi. Yaşı da artık
ilerliyordu. Ayakkabı üretim sanayinde her çalışan insan gibi, üretim sırasında
kullanılan kimyasal maddelerin O’nun sağlığından bir şeyler alıp götürdüğüne
kuşku yoktu. Her geçen gün, içinde yaşadığı toplumu ekonomik açıdan
fakirleştiriyordu. O da, uygulamalardan nasibini alıyordu.
TÜRKİYE’Yİ,
TÜRKÇE’Yİ VE LAZCA’YI AYNI ÖLÇÜDE SEVİYORDU
Her
geçen gün fakirleşiyordu. Anadili Lazca, terk ettiği yerde bile yok oluyordu.
Hem toplumsal refah ve sağlığı ve hem de kaybolmakta olan anadili için bir
şeyler yapılmasını isteyen bir adam olarak tanıdım O’nu. Yüksel Ağabey, içinde
yaşadığı ülkedeki tüm insanların ekonomik refahını ve Lazca gibi anadillerinin yaşamasını
istiyordu. Türkiye’yi, Türkçe’yi ve
Lazca’yı seviyordu. Yüksel Ağabey, Lazca gibi anadillerinin
konuşmalarının bile yasaklanırken, gelişmeleri ve gelecek kuşaklara
aktarılmaları engellenirken, diğer yandan Türkçe’nin yabancı diller gölgesinde
terk edilmesini, hele İngilizce, Almanca, Fransızca gibi yabancı dillerde
eğitim-öğretim yapılmasını pek anlayamıyordu.
VAKIF
ÇALIŞMASINDAN ARDA KALAN BİR AVUÇ İNSAN
Ben,
Yılmaz Ağabeyle, Avukat Ahmet H. Kırım’ın yukarıda belirttiğim yazıhanesinde
tanıştım. M. Vanilişi ve A. Tandilava’nın 1964’te, Gürcüstan Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti’nde,” Lazistan (Tarih, Coğrafya, Etnografya araştırmaları)” özgün
adıyla Gürcüce olarak yayınlanan kitaplarının Hayri Hayrioğlu’nun Türkçe’ye
çevirisiyle “Lazlar’ın Tarihi” adıyla Ant Yayınları’ndan çıkması kuşkusuz
birçok duyarlı Lazı bir arayışa itmişti. Bugün bile benim keşfedemediğim bir
sâik ile “farklı bir siyasî kimliği olan” Ahmet Bey, yeni bir yola girer.
Aktüel Dergisi, kendisiyle bir röportaj yapar. Röportajın bu derginin 8-14 Ekim
1992/ 66. sayısında yayınlanmasından sonra insanlar bir araya gelir. “Vakıf”
veya bir “enstitü” kurmak üzere toplantılar yapmaya başlarlar. Konuya duyarlı
Lazlar, kendisiyle röportaj yapılan Ahmet Bey’in etrafında toplanmaya başlar.
Bu insanlardan biri de Yamakhoğlu Yüksel Yılmaz’dır.
Aktüel
Dergisi’nde Haşim Akman imzasıyla, ”Laz Enstitüsü Kuruluyor” başlığıyla
yayınlanan haber ve Ahmet Kırım ile yapılan röportajın “Laz Burjuvazisi de
destekliyor” başlığı altında yayınlanmasından sonra da 19 Ocak 1993 tarihli
Cumhuriyet Gazetesi’nde Deniz Teztel imzasıyla “Lazlardan Alternatif Vakıf”
başlığıyla bir haber yayınlanır. Bu haberde ise Avukat Cemil Memişoğlu ve
Turizmci Mecit Çakırusta’nın açıklamalarına yer verilir.
Birden
olumlu hava değişir. Şubat başında Bugün Gazetesi’nde bir hafta kadar bir karşı
kampanya yürütülür. Sebahattin Önkibar Türkiye Gazetesi’ndeki köşesinde
“Lazistan Safsatası” başlığıyla bir makale yazar. Tarih ve Toplum Dergisi’nin
Şubat 1993/ 110. sayısında Mehmet Bilgin imzasıyla da “Lazlar’ın Tarihi’ Bu Mu?” başlıklı bir
makale yayınlanır. Sonuncusunu eleştiri olarak kabul etsek bile, öncekiler
hedef gösterir mahiyette haber ve makalelerdi. Bugün Gazetesi’ne dava açılır,
ama gazete belki de ummadığı bir başarı sağlamıştı. Oluşan grup bir anda
dağılır. Korku sarar her yanı. Sağlam duranlardan biri de Yüksel Ağabey’dir.
Ben O’nu işte bu “Şubat Yenilgisi”nden sonra, 1993 Yaz’ında tanıdım.
Aksaray’da, sözünü ettiğim büroda sayımız az olsa da sıklıkla toplanıyorduk.
“BİR
DERGİ ÇIKARALIM ADI “OGNİ” (4)
OLSUN…”
1993
Yaz’ında yapılan bir dizi sancılı toplantıdan sonra, bir dergi çıkarmaya karar
vermiştik. Dergini adı,”OGNİ”, isim babası ise Mecit Çakırusta’ydı. Yılmaz
Ağabey’in önerisi, derginin adının “Soren”
olması yönündeydi. Ogni’nin birinci sayısına “Laz Vakfı Girişim Komitesi”
adına açıklama yapmak yine O’na
düşmüştü. Ogni’nin birinci sayısının İstanbul 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi
tarafından toplatılması ve hakkında dava açılması bazı arkadaşlarda yeni bir
korku ve yılgınlık havası yaratmıştı. Yazı işleri müdürü olan arkadaş
duygularını açıkça ortaya koyuyor, müzikle uğraşmak istediğini söyleyerek, bu
yolla kültüre katkıda bulunmak istediğini belirtiyor ve bu görevden ayrılmayı
talep ediyordu. İşte o sancılı günlerde Yüksel Ağabey, “yazı işleri müdürü, ben
olurum. Ne olacaksa bana olsun!” diyerek ortaya atılmıştı. Dergi, aksak ağır da
olsa altı sayı yayınlanmış ve açılan davadan beraat etmişti. Yayın kurulunun
kendi arasındaki sorunlar sebebiyle dergi yayın hayatına son verince Yüksel
Ağabey en fazla üzülenler arasındaydı.
“HAYALİ
“SOREN”İ YAYINLAMAKTI AMA…
Kafamızda
yeni bir dergi çıkarma projesi vardı. Yüksel Ağabey, işlerini büyüterek, yeni
dergiyi finanse etmeyi düşünüyordu. Geçtiğimiz yıl, bir trafik kazasının
ardından uzun süren bir hastalık sonunda ruhunu 11 Ekim 2003 Cumartesi günü
teslim eden (Sarıyerli) Mehmet Yavuz Türköz de yeni bir dergi düşüncemizi
destekleyenler arasındaydı. Yüksel Ağabey, derginin adının “Soren” (5) olmasını istiyordu. Ne yazık ki,
içinde Yüksel ve Yavuz Ağabeylerin bulunduğu bir dergi düşüncesi
gerçekleşemedi.
Benim
Yüksel Ağabey hakkında hatırladıklarım şimdilik bunlar.
“Esen
kalın!”
DİPNOTLAR:
(1) Yamakhoğli Yüksel Yilmazi
Doğuru/ yi?! : Yamakoğlu Yüksel Yılmaz Öldü/ mü?!
(2) Lakopa: “Lazuri K’omunist’uri
P’art’ia” (Laz Komünist Partisi SBKP’nin seksiyon örgütlenmesi).
(3) Yamaxoğlis mutu
ve mitişen maşkurina va uğut’u” :
“Yamakoğlu’nun hiçbir şey ve hiçbir kimseden korkusu yoktu.”
(4) “Ogni” : “Duy”. 1993-1994
yılları arasında 6 sayı yayınlanmış olan dergi.
(5) “Soren”: “Nerede”.
Nestor Lakoba’nın adından gelen bir kullanım olduğu da göz önünde bulundurulmalı.
Ali İhsan Aksamaz
aksamaz@gmail.com
https://shangulishialiihsanaksamaz.blogspot.com/2019/03/yasasn-23-nisan.html
https://www.kitapyurdu.com/yazar/ali-ihsan-aksamaz/367.html
https://www.kitapyurdu.com/yazar/ali-ihsan-aksamaz/367.html