8 Aralık 2019 Pazar

YAMAKHOĞLU YÜKSEL YILMAZİ DOĞURU/ Yİ?!





 YAMAKHOĞLU YÜKSEL YILMAZİ DOĞURU/ Yİ?! (1)


Yamakhoğlu Yüksel Yılmaz’ın vefât haberini 26 Nisan 2004 Pazartesi günü, bana gelen kısa elektronik posta notuyla öğrendim. Notu gönderen kızı Burcu’ydu. 20 Nisan 2004 tarihinde bana gönderdiği anlaşılan notta şunları yazıyordu: “Merhaba Ali İhsan Amca. Burcu ben, Yüksel Yılmaz’ın kızı. Babamı kaybettik. 10 .04. 2004 tarihinde memlekette defnettik. Haber vermek istedim. Saygılar.”  Bir an için donakaldım. Uzun zamandır kendisini aramadığım için kendime kızdım. Yolum evlerinin bulunduğu Beşiktaş’a birkaç kez düşmüş olmasına ve kendisine uğramayı aklımdan geçirmiş olmama rağmen, bir türlü kendisini ziyarete gitmemiştim. Hasta olduğunu, yatakta olduğunu bilmiyordum. Bilseydim, kuşkusuz defalarca ziyaretine giderdim. Kendimi toparlamaya çalışarak kısa bir not ile kızı Burcu’ya başsağlığı diledim.


            “… ESEN KALINIZ!”


 O gün akşam, ailenin Beşiktaş, Ihlamur’daki evlerine taziyede bulunmak üzere gittim. Bu eve daha önce defalarca gitmiştim. On yıl kadar önce, bir süre kızı Burca’ya  İngilizce dersleri vermek için gitmiştim. Sonraları da zaman zaman ziyaretlerine gitmiştim. Oğlu Bülent ile de tanışır, konuşurduk karşılaştığımızda.

Bu seferki ziyaretim hüzünlü gelmişti bana. Karışık duygular içindeydim. Yanlışlıkla çaldığım bir alt daire komşularına ölüm sebebini sordum. “Bir süredir hastaydı, yatıyordu,” dedi. Ölüm sebebinin “doğal” olduğunu öğrendim. Rahatladım.

  Kısa süren ziyaretimde Yüksel Ağabeyin vefâtıyla ilgili olarak şunları öğrendim: “Doktor-hastane” ve ev arasında geçen yaklaşık son üç ay boyunca bilinci yerinde yatmış, kalkmış, konuşmuş . Kendi ihtiyaçlarını kendi gidermiş. Ölümüne üç gün kala salonda düşmüş ve ağzından kan gelmiş. Bunu bir “işaret” sayan ailesi, aldıkları kararla kendisini “memleket”e götürmeye karar vermiş. Bir ambulans ile Arkhavi’ye götürülmüş. “Son an”a kadar şuuru açıkmış. Doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği topraklarda, kendisini seven dost ve akrabalarının arasında ruhunu teslim etmiş, bir buçuk gün sonra.

Ailesinin, Yüksel Ağabey’i hastaneye ve doktora  götürdüklerinde, “Levent Kırca parodilerinde görülen garipliklerle”  karşılaştıklarından burada söz etmek istemiyorum.
Hasta yatağında benim adımı ve Ahmet Bey’in adını andığını söyledi eşi. Benim kendisini dünya gözüyle son bir kez olsun göremememin beni ne kadar üzdüğünü anlatamam. Bu taziye ziyareti sırasında kendisi andık. Hüzünlendik ama, bazen de gülüştük.

 Birinin ölümünü başkalarına aktarırken, “… yaşamını kaybetmiş”; telefon konuşmalarının sonunda ve vedalaşırken, “esen kalınız!” derdi. Doğan çocuğu tanımlamak için de, “iki kişinin birleşmesinden doğan yaratık” ifadesini kullanırdı. Atmacacıydı. Uzun yıllar önce bir atmacanın gözüne verdiği zarardan bahsederdi. Gözünde bazen çok ince bir çizgi, bulanıklık oluştuğundan yakınırdı. Yıllardan beri, bu rahatsızlığını tedavi ettirmek için gitmediği “ünlü doktor” kalmamıştı. Bazen, gittiği bu “ünlü doktorlar”ın kendisine yazdıkları reçeteleri gösterirdi. Bu rahatsızlığın, sigara içmediği zaman ortadan kalktığını da söylerdi. Söz, Laz dili ve kültürünü yaşatmaya yönelik çabalardan açıldığında hemen şöyle derdi: “ Bu bizim Lazlardan görüyorsun bir halt olmaz…” Niye böyle söylüyorsun dendiğinde de verdiği karşılık yaşanılan ortak “deneyimler”i 500 yıllık bir prosesle bağlantılandırırdı.



APKHAZETİ, SOKHUMİ’DEKİ TÜTÜN ÇİFTLİĞİ VE “…LAKOPA”(2)


Yüksel Ağabey, dayılarının Apkhazeti’de,  Sokhumi’de bir zamanlar büyük bir tütün çiftliklerinin bulunduğundan bahsederdi. Sovyetler Birliği’nin ilk yıllarında kurulmuş olduğunu duyduğunu söylediği “Lakopa” adlı bir örgütünün adını anardı bazen. Kendisi çok küçük bir çocukken, bazı büyüklerinin durumlarından şikâyetçi olduklarında “Ah, ‘Lakopa’ so re?” (“Ah ‘Lakopa’, neredesin?”) diye sitemde bulunduklarını duyduğunu söylerdi. Kimi büyüklerinin, çocukların yanında ‘Lakopa’ adının anılmaması konusunda birbirlerini uyardıklarını da anlatırdı. Bu  ‘Lakopa’ın bir kısaltma olduğu açık. Bu konuda şimdi bir yorumda bulunup ta yanlış anlaşılacak şeyler söylemek istemiyorum.

Yanılmıyorsam, yine dayısıyla ilgili bir anısını var. Olayın yine Sokhumi’de yaşandığını söylemişti. Ağaç kesildiği zaman, bir Megrel günlerce ağlıyor ve yemeden içmeden kesiliyor. Bu olayı aktaran Yüksel Ağabey, Megrellerin doğaya ne kadar düşkün olduklarına dikkat çekerdi. Hayatında tek bir Megrel tanıdığını sanmıyorum, ama “Megrel” denildiği zaman gözleri parlardı. Hele Hıristiyan Megrel Papazlara açıkça söylemese de bir sempati duyduğunu hissederdim.


“BURCU, OGNİ’LERİMİ BULAMIYORUM, NEREDELER ? ”


Taziyeye gittiğim o akşam, bir sırrımızı da hatırladık. Bundan iki yıl kadar önce, Burcu’nun gazeteci- yazar ve radyo yapımcısı bir tanıdığı, Lazlarla ilgili bir programda kullanmak için Burcu’dan kendisine ödünç olarak “Ogni Kültür Dergisi”nin nüshalarını vermesini ister. Anlaşılan Burcu, bu arkadaşını kıramaz ve babasından habersiz bu dergileri arkadaşına verir. Ama dergiler bir türlü geri gelmez. Yüksel Ağabey, dergilerini arayınca da, Burcu telâşa düşer. Sonunda benden yardım ister. Kendisine kargo ile bende fazla olan “Ogni” nüshalarının da içinde olduğu bir paketi göndermiştim. Yüksel Ağabey de, bir sonraki aramasında  “dergilerini” bulur. Burcu için bir sıkıntı böylelikle kalmamış olur. Yanılmıyorsam, Yüksel Ağabey ile son telefon görüşmem, Burcu’ya  kargo ile göndermiş olduğum “Ogni’leri” alıp almadığını sormak için telefon ettiğimde olmuştu. Telefonu açan Burcu değil, Yüksel Ağabey’di. Burcu ile aramızdaki sır işte buydu.




“… SESİ KASETTE KAYITLIYDI…”


Konuşmamız sırasında birden hatırladım. Bendeki kasetlerin birinde Yüksel Ağabeyin sesi de kayıtlıydı. Lazca olarak söylediği bir marşı kaydetmiştim. Kendilerine bir kopye ileteceğimi söyledim. Hep birlikte sevindik. 

Eve dönünce, bir zamanlar ortak arkadaşlarımız olan İsmail Avcı, Muhammet Tunçsan ve Ali Osman Öziskender’e telefon ile, Ahmet H. Kırım’a da telefon ile ulaşamadığımdan “mesaj” yoluyla bu kara haberi duyurdum. Ailesinin telefon numarasını kendilerine hatırlattım. Kâzım Koyuncu, M. Barış Beşli ve Birol Topaloğlu’na ulaşmam ne yazık ki, mümkün olamadı. Ertesi gün kendisinin de iyi tanıdığı olan Mecit Çakırusta’yı haberdar ettim. Çok üzüldü. Ayrıca Maşukiye’de oturan M. Recai Özgün’ü haberdar ettim. Başta  www.lazuri.com“ ve “www.lazebura.com”a ve “Sima dergi”nin ve diğer tanıdıkların “e-mail” adreslerine şu mesajı gönderdim: “ĞURA” –“ Arxaveli Yüksel Yilmaziçkini doğuru.- Sevgili arkadaşlar; Sevgili arkadaşımız Arheveli Yüksel Yılmaz’ın vefât ettiğini öğrendim. Sizlere bildirmek istedim…” Ayrıca taziyede bulunmak isteyenler için, kızının e-posta adresini de verdim.



“KUŞU KUŞLA AVLAMANIN CAMBAZI: YÜKSEL YILMAZ”

Bendeki kasetlerin birinde Yüksel Ağabeyin sesinin kayıtlı olduğunu biliyordum. Lazca olarak söylediği marşın kaydını ne yazık ki bulamadım. Ancak bir konferansta, bir tartışma sırasında söylediklerinin kaydı vardı kasette. Yüksel Ağabey’in söylediklerini bir başka kasete kopyaladım ve 06. Mayıs. 2004 Perşembe günü ailesini ikinci ziyaretimde bu kaseti Burcu’ya ilettim. Kendisi de, sağ olsun, vefât tarihini düşerek babasının 07.07.1994 tarihinde yazılı olarak yaptığı vasiyetinin bir fotokopisini bana verdi.

Burcu, babası için internette bir site açmanın ön çalışmalarını yürüttüğüne söyledi. Yüksel Ağabeyin bazen bir kitap kapağına, bazen küçük bir kâğıda aldığı notların da yer aldığı bir site. Yılmaz  (Yılmaz) Ağabeyin gönül verdiği Laz dili ve kültürünün de yaşamasına katkıda bulunacak bir site.  

Bu ziyaretim sırasında Yüksel Ağabeyin atmacacılığından da konuştuk. Burcu, şu anda adını hatırlayamadığım haftalık bir dergide babasıyla bir zamanlar yapılmış olan bir röportajı gösterdi. Dergide yer alan fotoğraflardan birinde öyle hayat dolu, mutlu ve sağlıklı ki. Köyünde bir ağaçtan diğerine koşturup her meyvenin tadına baktığı ve Lazcadan başka dil bilmediği çocukluk günlerdeki gibi kendine güvenli ve mutlu. Fotoğraftan çıkıp gelecekmiş gibi duruyordu “Atmacacı Yüksel”. O derginin sayfalarını karıştırırken, 1993 yılında Aydınlık Gazetesi’nden Hüseyin Şimşek’in Ogni Kültür Dergisi’nin ilk idare hanesinin bulunduğu İnkilâp Caddesi Öktem Apartmanı’ndaki dairede Yüksel Ağabey’le yaptığı röportajı da  hatırladım. Bu röportaj, “Kuşu Kuşla Avlamanın Cambazı: Yüksel Yılmaz” başlığıyla Aydınlık Gazetesi’nde yayınlanmıştı, yanlış hatırlamıyorsam.


“YAMAXOĞLİS MUTU DO MİTİŞEN ŞKURİNA VA UĞUT’U…” (3)


Şu anda karşımda Yüksel Ağabeyin Beyoğlu, Balo Sokak’taki atölyesinde, sağ koluna konmuş olan atmaca ile çektirdiği fotoğraf duruyor. Bu fotoğrafı ne zaman çektirdiğini bilmiyorum. Bu fotoğrafın arkasında şu notu okuyorum: ” 2 Kasım 1994- Sevgili Kardeşim Ali İhsan Bey’e Hatıra- Oroperi  Cuma çkimik p’anda mendocedas”. Bu fotoğrafını bana Balo Sokak’taki atölyesinde imzalayıp vermişti. Atölyesinde kendisini sıklıkla ziyaret ederdim. Türkiye ve dünya hallerini konuşur, sohbet ederdik. Bazen diğer arkadaşları da katılırlardı bize. Yılmaz Ağabeyle Lazca üzerine konuşur, çalışmalar da yapardık. Ağzından çıkan her Lazca kelimeyi kaydetmeye çalışır, defalarca tekrarlatırdım. Kendi dil ve kültürüne sahip çıkmayanlardan hiç hoşlanmazdı. 1993 Şubat’ında yaşadıkları deneyimden sonra kendilerini yalnız bırakanlara çok kızıyordu. Laz dili ve kültürünü bir basamak olarak kullanarak iş hacmini ve cirosunu kabartmak isteyenlerle ve kısa yoldan zengin ve ünlü olmak için Laz dili ve kültürünü kullanmak  isteyenler O’nun yanına hiç uğrayamazdı.

Kendisini 1993 Haziran veya Temmuz ‘nda tanıdım. Sonradan “Ogni Kültür Dergisi”nin idarehanesi de olacak olan Öktem Apartmanı’ndaki Avukat Ahmet H. Kırım’ın yazıhanesinde tanışmıştım. Kimseden korkusu olmayan bir insandı.


“LAZEL KUNDURA- YÜKSEL YILMAZ”

Ogni Kültür Dergisi’nin Mayıs-Haziran 1994/ 4. sayısında O’nun da ilân katkısı var. Başkalarını da teşvik etmek için “öyle bir dönemde” bir ilânının konulmasına rıza göstermişti. Derginin arka iç kapağında yer alan iki ilândan biri O’na aitti. Ogni’ye destek ilânı şöyle: “LAZEL KUNDURA- YÜKSEL YILMAZ- LAZ KÜLTÜRÜNÜN GELİŞMESİNE BİR ADIM OLAN OGNİ’Yİ KUTLUYORUM! – Balo Sokak No: 14 Galatasaray/ İstanbul- Tel: (0212) 244 88 85.”

Yüksel Yılmaz, iyi bir ayakkabı ustasıydı. 1980 sonrası ekonomik uygulamaların vurduğu küçük esnaflardan biriydi. Küçük atölyesinde tek başına ürettiği ayakkabılar Beyoğlu’nun lüks mağazalarında satılıyordu.  Kendi alın teri ve göz nuru emeğinin ürünü olan bu ayakkabılar, kendisinin bir çift başına kazandığı paranın beş ve hatta bazen altı katına fiyatlarla Beyoğlu’nun “albenili”  vitrinlerdeki yerlerini alıyor ve müşteri buluyordu. Kendisi malzemeleri peşin fiyata aldığı halde, mağazaların kendisine ödemeleri aylarca geciktirdiği oluyordu. O, Balo Sokak’taki atölyesinde gün ışığından nasibini yeterince alamadan alın teri ve göz nuruyla üretiyordu. 1994’te, bana da bir çift yazlık ayakkabı yaparak hediye ettiğini ve bu ayakkabıları en az dört yıl giydiğimi belirtmeliyim. O ayakkabıları ilk kez, Apkhazeti’ye giderken giymiştim.

Diğer yandan, anadili Lazca’ydı. Belki bir zamanlar, Lazca’nın konuşulduğu yöredeki  “nafaka ekonomisi”nin  O’na ekonomik refah getirmeyeceğine inananlardandı. Lazcasını konuşulduğu yerde terk edip, ekonomik hayatın canlı olduğunu düşündüğü, “dağı taşı altın” İstanbul’a gelmişti. Başta her şey belki iyi gidiyordu, iyi kazanıyordu. Ama sonra 1980 krizi. Yaşı da artık ilerliyordu. Ayakkabı üretim sanayinde her çalışan insan gibi, üretim sırasında kullanılan kimyasal maddelerin O’nun sağlığından bir şeyler alıp götürdüğüne kuşku yoktu. Her geçen gün, içinde yaşadığı toplumu ekonomik açıdan fakirleştiriyordu. O da, uygulamalardan nasibini alıyordu.



TÜRKİYE’Yİ, TÜRKÇE’Yİ VE LAZCA’YI AYNI ÖLÇÜDE SEVİYORDU

Her geçen gün fakirleşiyordu. Anadili Lazca, terk ettiği yerde bile yok oluyordu. Hem toplumsal refah ve sağlığı ve hem de kaybolmakta olan anadili için bir şeyler yapılmasını isteyen bir adam olarak tanıdım O’nu. Yüksel Ağabey, içinde yaşadığı ülkedeki tüm insanların ekonomik refahını ve  Lazca gibi anadillerinin yaşamasını istiyordu. Türkiye’yi, Türkçe’yi ve  Lazca’yı seviyordu. Yüksel Ağabey, Lazca gibi anadillerinin konuşmalarının bile yasaklanırken, gelişmeleri ve gelecek kuşaklara aktarılmaları engellenirken, diğer yandan Türkçe’nin yabancı diller gölgesinde terk edilmesini, hele İngilizce, Almanca, Fransızca gibi yabancı dillerde eğitim-öğretim yapılmasını pek anlayamıyordu.


VAKIF ÇALIŞMASINDAN ARDA KALAN BİR AVUÇ İNSAN

Ben, Yılmaz Ağabeyle, Avukat Ahmet H. Kırım’ın yukarıda belirttiğim yazıhanesinde tanıştım. M. Vanilişi ve A. Tandilava’nın 1964’te, Gürcüstan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nde,” Lazistan (Tarih, Coğrafya, Etnografya araştırmaları)” özgün adıyla Gürcüce olarak yayınlanan kitaplarının Hayri Hayrioğlu’nun Türkçe’ye çevirisiyle “Lazlar’ın Tarihi” adıyla Ant Yayınları’ndan çıkması kuşkusuz birçok duyarlı Lazı bir arayışa itmişti. Bugün bile benim keşfedemediğim bir sâik ile “farklı bir siyasî kimliği olan” Ahmet Bey, yeni bir yola girer. Aktüel Dergisi, kendisiyle bir röportaj yapar. Röportajın bu derginin 8-14 Ekim 1992/ 66. sayısında yayınlanmasından sonra insanlar bir araya gelir. “Vakıf” veya bir “enstitü” kurmak üzere toplantılar yapmaya başlarlar. Konuya duyarlı Lazlar, kendisiyle röportaj yapılan Ahmet Bey’in etrafında toplanmaya başlar. Bu insanlardan biri de Yamakhoğlu Yüksel Yılmaz’dır.

Aktüel Dergisi’nde Haşim Akman imzasıyla, ”Laz Enstitüsü Kuruluyor” başlığıyla yayınlanan haber ve Ahmet Kırım ile yapılan röportajın “Laz Burjuvazisi de destekliyor” başlığı altında yayınlanmasından sonra da 19 Ocak 1993 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde Deniz Teztel imzasıyla “Lazlardan Alternatif Vakıf” başlığıyla bir haber yayınlanır. Bu haberde ise Avukat Cemil Memişoğlu ve Turizmci Mecit Çakırusta’nın açıklamalarına yer verilir.

Birden olumlu hava değişir. Şubat başında Bugün Gazetesi’nde bir hafta kadar bir karşı kampanya yürütülür. Sebahattin Önkibar Türkiye Gazetesi’ndeki köşesinde “Lazistan Safsatası” başlığıyla bir makale yazar. Tarih ve Toplum Dergisi’nin Şubat 1993/ 110. sayısında Mehmet Bilgin imzasıyla da  “Lazlar’ın Tarihi’ Bu Mu?” başlıklı bir makale yayınlanır. Sonuncusunu eleştiri olarak kabul etsek bile, öncekiler hedef gösterir mahiyette haber ve makalelerdi. Bugün Gazetesi’ne dava açılır, ama gazete belki de ummadığı bir başarı sağlamıştı. Oluşan grup bir anda dağılır. Korku sarar her yanı. Sağlam duranlardan biri de Yüksel Ağabey’dir. Ben O’nu işte bu “Şubat Yenilgisi”nden sonra, 1993 Yaz’ında tanıdım. Aksaray’da, sözünü ettiğim büroda sayımız az olsa da sıklıkla toplanıyorduk.



“BİR DERGİ ÇIKARALIM ADI “OGNİ” (4) OLSUN…”


1993 Yaz’ında yapılan bir dizi sancılı toplantıdan sonra, bir dergi çıkarmaya karar vermiştik. Dergini adı,”OGNİ”, isim babası ise Mecit Çakırusta’ydı. Yılmaz Ağabey’in önerisi, derginin adının “Soren” olması yönündeydi. Ogni’nin birinci sayısına “Laz Vakfı Girişim Komitesi” adına  açıklama yapmak yine O’na düşmüştü. Ogni’nin birinci sayısının İstanbul 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından toplatılması ve hakkında dava açılması bazı arkadaşlarda yeni bir korku ve yılgınlık havası yaratmıştı. Yazı işleri müdürü olan arkadaş duygularını açıkça ortaya koyuyor, müzikle uğraşmak istediğini söyleyerek, bu yolla kültüre katkıda bulunmak istediğini belirtiyor ve bu görevden ayrılmayı talep ediyordu. İşte o sancılı günlerde Yüksel Ağabey, “yazı işleri müdürü, ben olurum. Ne olacaksa bana olsun!” diyerek ortaya atılmıştı. Dergi, aksak ağır da olsa altı sayı yayınlanmış ve açılan davadan beraat etmişti. Yayın kurulunun kendi arasındaki sorunlar sebebiyle dergi yayın hayatına son verince Yüksel Ağabey en fazla üzülenler arasındaydı.


“HAYALİ “SOREN”İ  YAYINLAMAKTI AMA…

Kafamızda yeni bir dergi çıkarma projesi vardı. Yüksel Ağabey, işlerini büyüterek, yeni dergiyi finanse etmeyi düşünüyordu. Geçtiğimiz yıl, bir trafik kazasının ardından uzun süren bir hastalık sonunda ruhunu 11 Ekim 2003 Cumartesi günü teslim eden (Sarıyerli) Mehmet Yavuz Türköz de yeni bir dergi düşüncemizi destekleyenler arasındaydı. Yüksel Ağabey, derginin adının “Soren” (5) olmasını istiyordu. Ne yazık ki, içinde Yüksel ve Yavuz Ağabeylerin bulunduğu bir dergi düşüncesi gerçekleşemedi.

Benim Yüksel Ağabey hakkında hatırladıklarım şimdilik bunlar.

“Esen kalın!”





DİPNOTLAR:

(1) Yamakhoğli Yüksel Yilmazi Doğuru/ yi?! : Yamakoğlu Yüksel Yılmaz Öldü/ mü?!
(2) Lakopa: “Lazuri K’omunist’uri P’art’ia” (Laz Komünist Partisi SBKP’nin seksiyon örgütlenmesi). 
 (3) Yamaxoğlis mutu ve mitişen maşkurina va uğut’u” :  “Yamakoğlu’nun hiçbir şey ve hiçbir kimseden korkusu yoktu.”
(4) “Ogni” : “Duy”. 1993-1994 yılları arasında 6 sayı yayınlanmış olan dergi.
(5) “Soren”: “Nerede”.
  

SON NOT: Lakopa adının Abkhazya'nın çeşitli milliyetlerden halkın Önder

 Nestor Lakoba’nın adından gelen bir kullanım olduğu da göz önünde bulundurulmalı.


Ali İhsan Aksamaz

aksamaz@gmail.com





“Romani nç̆aralobaşi irişen ʒ̆oxlemxtimu noʒ̆ile ren!”

      “Romani nç̆aralobaşi irişen ʒ̆oxlemxtimu noʒ̆ile ren!”     [ Goʒ̆otkvala : Ma A. Cengiz Bukeri doviçini dido ʒ̆anapeş ʒ̆oxle...