“Dedemin İnsanları”
Bir yıl Antalya’da okudum; akrabaların evi Şarampol
Caddesi’ndeydi. Kapı komşuları ile akraba gibiydiler. Komşu ailenin bireyleri,
kendi aralarında bazen farklı bir dil konuşuyordu; hiç yadırgamadım. Çünkü
bizimkiler de aralarında Lazca konuşuyordu.
Komşuların konuştuklar dil, bana
“Rumca”yı çağrıştırıyordu. Samatya ve Bakırköy’deki komşulardan “Rumca”ya biraz
aşinaydım.
Bir gün sordum:
-Sizin bu konuştuğunuz dil
“Rumca” mı?!
Komşu ailenin büyük kızı:
-Hiç “Rumca” olur mu?! “Girit(li)ce”!
Biz Girit Muhaciriyiz! Müslümanız!
Doğrusunu isterseniz, okuldaki
tarih derslerden Girit’in Ege Denizi’nde bir ada olduğunu biliyordum. Giritli
Şevki’nin kim olduğunu da biliyordum. Hattâ “Tepside tirit, elden gitti Girit”
diye tekerleme gibi bir söylemi de büyük teyzemden duymuştum. Ancak ne Girit
Muhacirleri’nden ne de “Girit(li)ce”den haberim vardı.
Aradan yıllar geçti. Girit
Adasını da, Girit Muhacirlerini de, “Girit(li)ce” konusunu da unuttum.
1980’lerin sonuydu; bir gün bir
gazetede Girit’e ilişkin bir haber okudum. Haberde Yunanistan’dan ayrılmayı
amaçlayan “Girit Özgürlük Komitesi” adlı bir kuruluşun faaliyetlerinden
bahsediliyordu. Yunanistan Hükümetinin, Giritlilere danışmadan ABD’ye adada
üsler vermesi sebebiyle on binlerce Giritlinin, protesto gösterileri
düzenlediği de belirtiliyordu. Bu haber ilgimi çekti. O günün şartlarında
ulaşabildiğim kaynaklardan Girit Adası tarihi, Giritliler ve “Girit(li)ce”
üzerine bilgi edinmeye çalışmıştım:
Stratejik önemi sebebiyle Girit
Adası’nda Büyük Britanya’nın askerî üsleri bulunur. Bu askerî üslerden rahatsız
olan Hitler Almanya’sı, 20 Mayıs 1941’de “Merkür” kod adını verdiği askerî operasyonla Girit Adası’nı işgal
eder. Yunanistan Hükümeti, Büyük
Britanya’nın askerî desteğiyle işgale karşı koyar.
Giritliler de oluşturdukları partizan gruplarıyla Hitler Almanya’sının askerî
işgaline direnir. Hitler Almanya’sı
yenildiğinde, işgale direnen partizanlar, Girit’in bağımsızlığını ilân etmek
isterler. Ancak Büyük Britanya, bu ayrılıkçı hareketleri bastırır
ve Girit Adası’nın tekrar Yunanistan Hükümeti Yönetiminde kalmasını sağlar.
Yıllar sonra Çağan Irmak'ın senaristi olduğu ve
yönetmenliğini de yaptığı “Dedemin İnsanları” adlı filmi izleyince tekrar
Girit’i, Girit Muhacirlerini ve “Girit(li)ce” konusunu da hatırlamış
oldum. Bu makalemde kısaca bu
film üzerinde duracağım.
30 Ocak 1923’de, T.B.B.M. Hükümeti ile zamanın
Yunanistan Hükümeti arasında imzalanan “Nüfus Mübâdelesi Anlaşması” ardından
Yunanistan’dan Anadolu’ya yaşanan Müslüman “mübâdelesi”yle Giritli Müslümanlar
da yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kalır.
Gazeteci Saygı Öztürk, “Sözcü
Gazetesi”ndeki bir makalesinde, Ümit Yalım’ın Girit’e ilişkin verdiği bilgileri aktarıyor:
“Adanın hukukî statüsünün 30 Mayıs 1913 Londra Antlaşması, 10
Ağustos 1913 Bükreş Antlaşması, 14 Kasım 1913 Atina Antlaşması ve 24 Temmuz
1923 Lozan Antlaşması olmak üzere toplam dört antlaşmayla belirlendiğini
söyleyen Yalım, Girit'in sadece dörtte birinin Yunanistan'a, dörtte üçünün de
Türkiye'ye ait olduğunu iddia ediyor.”(7 XII 2017).
1800’lü yılların sonunda Girit Adasında yaşanan
kanlı olaylar sebebiyle de Müslüman Giritlilerin topraklarından ayrılmak
zorunda kaldığını burada belirtmeliyim.
Senarist- yönetmen Çağan Irmak, Girit Adasından “Gülcemal” adlı gemi ile İzmir’e
getirilip bölgede iskân edilen Müslüman Girit mübâdillerinin trajik hikâyesini
anlatıyor bu filmiyle. İnsanı ağlatan bir film. Çetin Tekindor, usta
oyunculuğuyla Resmolu Mehmet Bey’i yaşıyor.
Bu film, Türkiye’de mübâdele konulu ilk uzun metrajlı film olma
özelliğini de taşıyor.
Çağan Irmak, Tuhafiyeci dede Girit- Resmolu Mehmet Bey ile küçük
torunu Ozan’ın ilişkilerinden hareketle bizleri bir 1920’lerin Girit’ine, bir
1970-80’li yılların Ege’sine götürüyor.
Birkaç parça eşya ile evlerini
terk etmek zorunda kalan Müslüman mübâdiller, kafileler halinde limana
giderlerken aynı dili konuştukları Hıristiyan bir Giritli komşularına sataşır:
“Defolun Türkler! Defolun
vatanımızdan! Türkten dost olur mu? Öldürmediğimize dua etsinler! Defolun
Türkler, cehennemin dibine!”
Kendisi de mübâdil bir aileden
gelen Çağan Irmak’ın, senaryosunda yer
verdiği bu sözler, kuşkusuz ailesinden duyduğu anılarına dayanıyor.
Filmde dikkat çeken bir diğer konu
da, Müslüman Girit mübâdillerinin aralarında “Girit(li)ce” konuşmaları. Bu
diyaloglar Türkçe altyazı ile veriliyor.
Kendilerini İzmir’e götürecek olan
“Gülcemal” adlı geminin gelmesini aç-susuz günlerce limanda beklerler. Filmdeki
bu sahnelerde de mübâdiller aralarında yalnızca “Girit(li)ce” konuşuyor.
Nihâyet “Gülcemal” gelir, gemiye
binerler. Mübâdiller gemide de “Girit(li)ce” konuşmaya devam eder. Türkçe
karşılıkları alt yazı olarak verilen “Girit(li)ce” bu diyaloglarla Çağan Irmak,
Girit mübâdillerinin Anadolu’ya ayak bastıklarında “Girit(li)ce”den başka bir
dili bilmediklerine dikkat çekiyor olmalı. Karantina kayıtları sırasında bile
görevlilerle Türkçeden “Girit(li)ce”ye-“Girit(li)ce”den Türkçeye çeviri yapan
bir tercüman aracılığıyla anlaşabiliyor mübâdiller.
Filmin başkahramanı tuhafiyeci Mehmet Bey, hep
doğduğu Resmo’ya gitmek ister. Ancak
zamanın ruhuna bağlı engeller vardır. Girit’e ulaşacağı umuduyla sürekli olarak
şişelere nameler koyup denize atar; aklında kalan az buçuk “Yunanca”yla.
Filmdeki sofra sahnesinde söyledikleri de dikkat çekici:
“Sevmezler bizi… Orada “Türk
tohumu”, burada “Yunan gâvuru!”
Tarihçi İlber Ortaylı, Milliyet
Gazetesi’nde yayımlanan bir makalesinde Giritlilerin kökenine ilişkin şöyle
yazıyor:
“Araştırmalar yapılırsa ada halkının
etnik yapısı üzerinde çok çarpıcı gerçekler ortaya çıkar. Ada büyük ölçüde
Helen kökenli görünmüyor. Bu kadar Venedikli, bu kadar Yahudi, bu kadar
Afrikalı ve Orta Şarklı ve Türk nereden gelip nereye gitti? Ada halkının
soyadları dahi ilginç ve uzun bir araştırma konusu olmalıdır.” (25 V 2014)
Girit
mübâdillerinin dillerine ilişkin de şöyle yazıyor:
“Girit’ten gelenler orada Türkçeyi epeyce
unutmuşlar ve mektepte de hiç öğrenmemişlerdi. Yani Müslümanlardan Türkçeleri
zayıf olanlar vardı.” (Hürriyet Gazetesi; 3 IX 2017).
Resmolu Mehmet Bey’in ölümünden
yıllar sonra, artık bir delikanlı olan torunu Ozan, Girit- Resmo’ya gider ve
dedesinin doğduğu evi ve bazı komşularını bulur. Ozan, Giritlilerle “Girit(li)ce)”
değil de, İngilizce anlaşabilir ancak. Çünkü “Girit(li)ce” bilmez. Ozan’ın
“Girit(li)ce” bilmemesi de, Girit mübâdillerinin yaşadıkları diğer bir trajedi.
Aralarında küçük Ozan’ın da olduğu çocuklar, suratlarını sulu boyayla
boyayıp, Kızılderili kıyafetleriyle mübâdil mahallesine saldırıp evlerin
camlarını kırarlar. Bu sahne bana
Antalya Belediye Başkanı (Giritli Zeki) Şerametzade Zeki Bey’i hatırlattı.
Şerametzade Zeki Bey, 1926’da Belediye Başkanı seçilir. Siyasî muhalifleri, Zeki Bey’in Türk düşmanı olduğunu;
Giritlileri işe aldığını ve “Yunanca” konuşarak Türklüğü küçük düşürdüğünü
söylerler. Bütün bu dedikodulara çok kırılan Şerametzade Zeki Bey seçildiği görevinden
istifa eder. Oysa Zeki Bey, Millî Mücadele yıllarında Antalya
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurucularındandır. Bölgedeki anti- emperyalist
direnişi örgütlediği için de İşgalci İtalyan Yönetimi tarafından Rodos’a sürgün
edilir.
CHP Milletvekili Mehmet
Rasih Kaplan’ın 1937’deki bir konuşmasında
Antalya’da “Yunanca” konuşanlara dikkat çeker. “Birgün Gazetesi”nden Selami
İnce’nin röportaj yaptığı araştırmacı Evren Dayar, CHP Milletvekili Mehmet
Rasih Kaplan’ın şu sözlerini aktarıyor:
“Analar, babalar aranızda anlaşma
yapın, ant için, evlerinizde bu dili konuşmayın, çocuklarınızı ihmalinizle
alıştırdığınız bu dili konuşmamaları için sokaklarda kontrol edin. Biz de
yapacağınız bu teşekküle Halkevi kanalından yardım edeceğiz. Bir an evvel sizi
istemediğiniz bu dilden kurtarıp kendi öz dilinize kavuşturacağız.” (13 I 2012).
Açıkça görülüyor ki,
Girit Adası’nın stratejik önemi, Giritlilerin kaderini hep belirlemiş. Çağan Irmak’ın “Dedemin İnsanları” adlı bu başyapıtını
izlemediyseniz, artık mutlaka izlemelisiniz.
Bir sonraki makalemde
buluşmak üzere sağlıcakla kalın!
(28 I 2020)
Ali İhsan Aksamaz