15 Eylül 2019 Pazar

Laz Kültürel Kimliğini Yaşatma Çabaları




Laz Kültürel Kimliğini Yaşatma Çabaları




Ali İhsan Aksamaz



1984'ten günümüze kadar, resmî tarih tez­lerinin gölgesi dışında yapılan çalışmalar Lazların Güney Kafkasya ve Güneydoğu Karadeniz bölgesinin yerli halklarından bi­risi olduğunu ortaya çıkarmıştır. Tarihsel olarak toplu yaşadıkları bu bölgeler önce imparatorlukların sonra da emperyalistle­rin çatışma alanı haline gelmiştir. Bütün bu çatışmalar, hem Lazların yaşadıkları coğ­rafyaları hem de tarihlerini şekillendirmiş­tir. 2. yüzyıl tarihçisi Arrianus zamanında Lazlar, (günümüzde Abkhazya sınırları için­de kalan) Sokhumi'den başlamak üzere Trabzon'a kadar olan bölgede yaşamaktay­dı. Roma/ Bizanslıların "Laz" dedikleri bu halkı Gürcüler ve Abkhaz-Abazalar "Megrel" olarak adlandırır. Günümüzde büyük çoğunluğu Türkiye'de yaşayan Lazlar 1461'e kadar Trabzon Krallığı yönetimin­deki "Lazia Teması"nda yaşamaktaydı. Rum yönetimiyle çatışma içindeydiler. Bu durum, Lazları Osmanlıların doğal müttefiği haline getiriyordu. Trabzon Krallığının Osmanlıların eline geçmesinden sonra da Lazlar özerkliklerini koruyabilmiş ve yerel derebeylerinin yönetiminde yaşamışlardır. Bu özerklik, görünürde Hıristiyan, özde Pagan olan Lazların süreç içinde İslâmi­yet'i kabul etmelerinde kuşkusuz önemli bir faktör olmuştur. Osmanlı yönetimindeki Lazistan sanca­ğında yaşayan Müslüman Lazlar 19. yüz­yıldaki Osmanlı-Rus Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Müslüman Osman­lı Devleti'ne tam bir bağlılık gösterdiler. Osmanlı Devleti'nin, Çarlık Rusyası karşı­sındaki her yenilgisi, Müslüman Lazları kit­lesel göçlerle yüz yüze bıraktı. Marmara bölgesindeki günümüz diasporası Osman­lı-Rus savaşları sorucunda ortaya çıkacaktı. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasının ardından, Türkçe'nin resmî dil ve lingu franca olmasının yanında, Lazca gibi "konuşanları sayıca (görece) az diller" veya "yerel diller"in varlıklarını sürdürmeleri ve kurumsallaşmalarının, uluslaşma önünde bir engel teşkil edeceğini düşünen CHP Tek Parti yönetimi, konuşulmalarını bile yasaklayarak bu dillerin konuşanlarını sayısının her geçen gün azalmasını amaçladı. Dönemin resmî ideolojisi, diğer etnik gruplar gibi Lazların da geleceklerini şekillendirmeye çalışmakla kalmamıştır. Resmî tarih tezleriyle de geçmişlerini gelecekleriyle uyumlu bir hale getirmek için olağanüstü bir çaba harcamıştır. Lazca gibi "yerel diller"in konuşulma alanları ev içiyle sınırlandırılmaya çalışılmıştır. Bu konuda Manisa Mebusu Mehmet Sabri Toprak'ın 1938'de verdiği kanun tasarısı çarpıcı bir örnek oluşturur. Lazca'nın konuşulduğu yörelerdeki okullarda "Temizlik ve İntizam Kolu", "Kızılay Kolu" gibi "eğitsel kollar"ın yanında "Lazca Konuşanlarla Mücadele Kolları" da oluşturulur. Lazca konuşan öğrenciler şiddet ve baskılara maruz kalır. Lazca konuşanlara belediyeler bile "ceza kesme yetkisi"ne sahiptir. CHP'nin 9. bürosu tarafından "İkinci Dünya Savaşı yılları"nda hazırlanan raporu irdeleyen Rıdvan Akar, Lazlara yönelik "tasarılar hakkında: "Lazların sınır boylarından iç kesimlere kaydırılması, toplu yaşamalarına engel olunmasının, bunun mümkün olmadığı hallerde en zengin ve verimli köylerden başlayarak buralara yüzde 50 oranın da Türk yerleştirilmesinin ve okullar açılmasının" önerildiğini belirtir.

Tek Parti yönetimi, günlük hayatı sürdürmeye yönelik "nafaka ekonomisi ilişkileri"nin hâkim olduğu Lazca'nın tarihsel konuşulma coğrafyasında ulusal sanayinin kapitalist üretim ilişkileri ve kurumlarını geliştiremedi. Yerel üretim ilişkilerini tasfi­ye edemedi. Bu sebeple de dilsel ve kültü­rel farklılıkları "doğal" bir yok oluş süreci­ne sürükleyemedi. Bunun yerine yerel üre­tim ilişkilerini değil; ama, dilsel ve kültürel farklılıkları doğal olmayan bir yolla, yani resmî ideoloji ve resmî tarih tezleriyle or­tadan kaldırmaya çalıştı. "Doğal" bir yok oluş sürecinin başlayabilmesi için ellili yıl­ların gelmesi, çay tarımının yörede yay­gınlık kazanması gerekecektir. Çay tarımı­nın yörede yaygınlık kazanması ve piyasa ilişkilerinin seyyâniyeti arttırarak yörenin başka bölgelerle entegrasyonunu geliştirmesiyle birlikte yaşanmaya başlanan “do­ğal” yok oluş süreci, izleyen dönemde rad­yo, TV vb. kitle iletişim araçlarının da yay­gınlaşmasıyla hız kazanır.

Soğuk Savaş yılları sona ererken Lazlar açısından üç önemli gelişme yaşanır. Bun­lardan ilki, Batı Almanya'da yaşayan Laz gençlerinin de içinde yer aldığı "Lazebura Çalışma Grubu"nun oluşmasıdır. Bu grup, Sovyetler Birliği Lazlarının kültürel hakları iptal edilmeden önce kullandıkları (1929-1937) Latin alfabesine dayanan Lazca alfa­beden çok az farklılıklar taşıyan yeni bir Laz alfabesini 1984'te Lazca metinlerle bir­likte yayımlar. Alfabenin Türkçe de yayım­lanan sunuş bölümündeki şu ifadeler dik­kat çekicidir: "Lazca alfabenin açıklanma­sının asıl amacı, dilsel ve kültürel gelişme­ye yardımcı olmaktır. Tek tek dillere karşı saygı göstermek ve değer vermek, bugün eski Türk ve İslâm geleneklerinin derinlik­lerinde bulunmaktadır. Bunun en güzel ör­neğini şu atasözü vurguluyor: Bir lisan, bir insan. O halde: İki lisan, iki insan denebilir [...] Binlerce seneden beri kuşaktan kuşağa ulaşan Lazca, artık yazı dili olarak da Türk­çe ile birlikte gelecek kuşaklara aktarılsın! Lazuri Nena va ğurasen. inşallah!"

Lazebura Çalışma Grubu, alfabenin ar­dından Nananena adlı ders kitabını (1991) ve Lazuri Ambarepe adlı Laz kültür dergisini yayımlar (1992). Gerek Lazca alfabe­nin sunuş yazısında ve gerekse de diğer yayınların içeriğinde "siyasî" anlamda tek satır yoktur. Özellikle vurgulanan Laz­ca'nın yaşamasıdır. Bu dönemi Neal Ascherson: "...Önce alfabe geldi. Buradan başlanması gerekiyordu. [...] Metin kitap­ları sayfa sayfa fotokopiyle çoğaltılıyordu. Okuldan sonra gayriresmî derslerde Laz öğrenciler tarafından gizlice kullanıldıkları haberleri geliyordu. Orada burda birkaç Laz öğretmen bu fikri benimsiyor ve risk almaya hazırlanıyordu. Halen gelişim çok küçüktü ama başlamıştı..."diye anlatır.

Soğuk Savaş yıllarının sonlarına doğru Lazlar açısından yaşanan ikinci önemli ge­lişme, Sarp sınır kapısının 1988'de açılma­sıdır. Böylece Sovyetler Birliği ve Türkiye Lazları yeniden ilişki imkânı bulurlar.

Üçüncü önemli gelişme, Gürcüstanlı iki Laz'ın yıllar önce yazdıkları Lazların Tarihi adlı kitabın Türkiye'de yayımlanmasıydı. Sovyetler Birliği yönetiminde şekillendiri­len "Gürcü resmî tarih tezleri"ni aktaran bu kitap eksikliklerine, yanlışlıklarına rağ­men, Lazları tarihlerini araştırmaya itmesi bakımından önemli bir yayındır.

Bu süreçte dil ve kültürlerinin hızla bir yok oluşa gittiğini gören bir grup Laz aydın arayışa girer. Lazca'nın tarihsel olarak kul­lanıldığı yörede bir grup genç insan bir "Laz Kütüphanesi" kurmayı planlar. Ayrıca bir de "Laz Kültür Merkezi" oluşturma dü­şünceleri vardır. Bu çabaları açık bir biçim­de yasaklanmamasına rağmen, yetkililerin tutumu nedeniyle başarılı olamazlar. Bir "Laz Vakfı" veya "Laz Enstitüsü" kurma fik­ri İstanbul'da yaşayan çeşitli yaş, meslek ve siyasî görüşten Laz arasında da etkili olur. Bir "girişim komitesi" oluşturulur ve kendi­sini basın yoluyla deklare eder: "...Biz, dil, kültür ve ulusal demokratik haklar diyebi­leceğimiz haklarımızı almak istiyoruz. Bu­nun dışında amacımız ayrışmak değil. Yine birlikte olmak. Ama kendi kimliğimizi mu­hafaza edip gönüllü birliği sağlayabilmek. Onun haricinde bir başka amaç taşımıyo­ruz..." (Aktüel, 8-14 Ekim 1992).

Girişim Komitesi'nin çabaları dikkat çe­ker. Vakıf kurma çalışmaları sırasında "Bö­lücülük mü yapıyorsunuz?", "Devlet mi kuruyorsunuz" gibi şüphelerle karşılaşırlar. Girişim Komitesi, Cumhuriyet’teki müla­katlarında Anadolu'da her zaman var ol­duklarını vurgularlar: "Bizler ne Ermeni­yiz, ne Pontusuz, ne Gürcüyüz, ne Türküz. Bizler Lazız. Ve yaşamımızı böyle de sürdüreceğiz" (19.01.1993).

Girişim Komitesinin bu açıklamaları, 19.10.1983 tarih ve 2932 sayılı, "Türkçeden Başka Dillerle Yapılacak Yayınlar Hakkındaki Kanun"un değiştirildiği bir dö­neme denk düşmektedir. Buna karşılık, Bugün gazetesinin bu girişimi sunuş biçi­mi, resmî ve milliyetçi ideolojinin yaklaşı­mını örnekler. Gazete, Komite'yle ilgili ha­berini şu başlıkla verir: "Birlik ve beraber­liğe en çok ihtiyacımız olduğu dönemde çatlak bir ses: 'Türk değil Laz'ız!" Spota çı­kartılan "ifadeler"den biri de şudur: "...Biz ne Gürcüyüz, ne Ermeniyiz ne de Türk'üz..." (31.01.1993). Bugün gazetesi, bir hafta boyunca bir hedef gösterme kam­panyası yürüterek Türk milliyetçisi "duyar­lı kesimler"in tepkilerini Laz Vakfı Girişim Komitesi'ne yöneltmek ister. Soğuk Savaş yıllarının sona ermesiyle birlikte ortaya çı­kan kısmî özgürlük ortamında Türkiye'de­ki resmî ideoloji ve resmî tarih tezlerini sorgulama imkânı doğarken, Lazların "Gürcü/ Kartveli" veya "Pontus'lu"/ "Rum"/ "Yunanlı" olduklarını iddia eden diğer res­mî ideoloji ve resmî tarih tezleri de etkili olarak hem kafaları karıştırmaya hem de Lazların dil ve kültürlerini yaşatmaya yö­nelik çabalarını provoke etmeye çalışır.

Bütün bu engelleyici çabalara rağmen, 1993 Kasım'ında Ogni dergisi yayın haya­tına başlar. "Çıkarken" başlıklı makalede şu görüşlere de yer verilir: "...Lazların da varolmak, kimliklerini yeniden ve çağdaş bir içerik ile kazanmak ve korumak, öz­gür ve korkusuzca yaşamak hakları vaz­geçilmez bir doğal hak olarak kazanılma­yı beklemektedir [...] OGNİ Anadolu mo­zaiğinin parçası olan Lazların dili, tarihi, edebiyatı, folkloru, müziği, sosyolojisi, etnografyası, arkeolojisi, coğrafyası ve diğer; bilim, kültür, sanat, araştırma, tanıtm ve yeniden inşâ için yayın faaliyetiyle evrensel kültüre katkıda bulunurken diğer yandan Kafkas ve Anadolu'da yaşayan halkların ortak sesi, bölge halklarının kardeşlik köprüsü olacaktır." Ogni'nin ardından Mjora ve Sima adlı periyodikler da yayımlanacaktır. Çeşitli dergi ve gazetelerde konuyla ilgili onlarca makale ve Lazca metin çıkar. Kitaplar ve sözlükle yazılır. Zuğaşi Berepe, Birol Topaloğlu Kâzım Koyuncu gibi grup ve sanatçılar Lazca şarkılara yeniden can verir. Yöresel dernekler etno-kültüre yönelir.

"Laz dili ve kültürü"nü yaşatmaya yönelik bir vakıf 1996'da İzmit'te kurulur. Vakıf senedinde, vakfın amacı şu şekilde belirtilir: "Vakıf; Borçka, Hopa, Arhavi, Fındıklı, Ardeşen ve Pazar ilçelerinde yaşayan, kökeni bu bölgeler olup ekonomik  vesair sebeplerle yurdun çeşitli yöreleriı dağılmış olan, bu bölgelerle benzer kültürlere sahip yurtdışında kalmış yerleşim birimlerinde iken savaşlar ve savaş sonrası göçler sebebiyle yurdun çeşitli yörelerine yerleştirilen yukarıda üç bölümde sayılan özelliklere sahip olup halen yurtdışında bulunan vatandaşlar arasında; ekonomik ve sosyal dayanışmayı sağlama müşterek kültür ve örf adetleri yaşatmak..." Sima Vakfı, Sima adlı bir kültür dergisini de yayımlamaya başlar.

Günümüzde kimileri, Lazca gibi "konuşanları sayıca görece az dilleri" veya "yerel dilleri" "gelişmemiş ağızlar" olarak nitemektedir. Kimileri de bu dilleri "bölücülük" tehdidiyle bağlantılı olarak lanse etmeye çalışmaktadır. Laz aydınları ise, 1984'ten bu yana yaptıkları çalışmaların "mikro milliyetçilik" ve "bölücülük" olmadığını ısrarla vurgulayarak amaçlarının Lazca'nın yaşaması olduğunu belirtmekte bu dillerin yaşatılması yönünde atılacak demokratik adımların yurttaşlık ve ülkeye aidiyet duygusunun gelişmesine önemli katkı sağlayacağını vurgulamaktadırlar.




Faydalanılan ve Önerilen Kaynaklar:

*Akar, Rıdvan (1998): “Bir Bürokratın Kehaneti Ya Da ‘Bir Resmî Metinde Planlı Türkleştirme Dönemi”, Birikim, sayı 110, Birikim Yayıncılık, İstanbul.
* Aksamaz, Ali İhsan (1993) “Lazlara Gülmenin Dayanılmaz Hafifliği”, Özgür Gündem Gazetesi, 15 Haziran, İstanbul.
* Aksamaz, Ali İhsan (1993) “Yaşadıkları Coğrafyanın Otoktonlar: Lazlar”, Özgür Gündem Gazetesi, 19 Temmuz, İstanbul.
* Ascherson, Neal (1996, “The Black Sea”, Hill and Wang, The USA.
* Beller-Hann, Ildiko- Aksamaz, Ali İhsan (Çevirmen) (1999),  Doğu Karadenizde Efsane Tarih ve Kültür” Çiviyazıları, İstanbul.
*Bul, Melahat (2000): “Lazca ile Mücadele Kolu Başkanlığından Laz Kültürünün Araştırılmasına Uzanan Bir Yol: M. Recai Özgün“ Mjora, Sayı 1, Çiviyazıları, İstanbul.



 *Ali İhsan Aksamaz,  Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt 4, “MİLLİYETÇİLİK” sayfa: 924-926, İletişim Yayınları, 1. Baskı, 2002 İstanbul.

aksamaz@gmail.com


“Romani nç̆aralobaşi irişen ʒ̆oxlemxtimu noʒ̆ile ren!”

      “Romani nç̆aralobaşi irişen ʒ̆oxlemxtimu noʒ̆ile ren!”     [ Goʒ̆otkvala : Ma A. Cengiz Bukeri doviçini dido ʒ̆anapeş ʒ̆oxle...