Geleneksel
ve günümüz Türk Tiyatrosu’nda, Laz tiplemesi ve Lazlara biçilen rol
Lazlar, sözde sanatçıların malzemesi
yapılmamalıdır. Geleneksel Türk Tiyatrosu’ndaki ve günümüz sözde tiyatro ve TV
parodi ve skeçlerindeki Laz tiplemesiyle, Laz’ın hiçbir bakımdan gösterilmeye
çalışıldığı gibi ortak bir benzerliği yoktur.
Bizi kim güldürür? Kime güleriz?
Neden güleriz? Bu ve benzer soruların cevabını, iki bin yıl önce, Platon
vermiş. Belki de bizim böyle soracağımızı düşünmüş. “Kendini bilmeyen insan
eğer zayıf durumda bir kişiyse gülünç görünür.” Platon’un bu cümlesinin ışığı
altında Geleneksel Türk Tiyatrosu; Kukla, Karagöz, Meddah, Ortaoyunu ve günümüz
Türk Tiyatrosu’nda; sözde parodi ve skeçlerde Lazlara biçilen rol üzerine
durmak istiyorum.
Geleneksel Türk Tiyatrosu tiplemeye
dayanır. Geleneksel Türk Tiyatrosu’nun Laz tiplemesi özelliğinin, günümüz sözde
TV parodi ve skeçlerinde, tiyatro yaptığını sanan ve bilimsellikten uzak bazı
sanatçılar tarafından Laz karakterin
e dönüştürülmeye çalışılması, bu konu
üzerinde durmanın önemini ortaya çıkarmaktadır.
Dr. Sokullu, yaptığı araştırmada şu
görüşlere yer vermektedir; “Karagöz oyunlarında çok sık yapılan alay insanın
hayvansal yanın eleştirmeye, dürtüsel davranışları göstermeye yönelmiştir.
Fakat bu gülünçlemenin aşağılama, küçültme gibi bir amaçla yapılmadığı,
seyirciye ‘karşı’ bir tavır takındıracak bir gülünçleme yönteminin
kullanılmadığı fark edilir.” (1)
Oysa gerçek durum çok daha farklı
görünmektedir. Kukla, Karagöz, Meddah ve Ortaoyunu’nda insanlar meslekleriyle,
olumsuz ve komik kişisel özellikleriyle ve toplum karşıtı diğer özellikleriyle
karakterize edilmezler. Bunun yerine şive, lehçe, deyiş gibi etnik özellikleri
abartılarak tiplenirler. Görünüşte bu özelliklerle gülünçleme yapılıyor gibi
geliyorsa da, oyunlardaki Laz, kendisini değil tüm Lazları temsil etmektedir.
Yani Laz, Geleneksel Türk Tiyatrosu’nda sözde her yönüyle geldiği etnik
kökeniyle yansıtılır. Geleneksel Türk Tiyatrosu’nu izleyen kişi, hayatında hiç
Laz görmemişse, gördüğü Laz tiplemesiyle, oyundan tüm Lazları tüm
özellikleriyle tanıyarak ayrıldığı izlenimine kapılabilir. Oyunun görünmeyen,
esas amacı da böylece gerçekleşmiş olur.
M. And’ın da tipleme konusundaki
görüşleri şöyledir: “Kukla, Karagöz ve Ortaoyunu kişilerinin en büyük özelliği
tip olmalarıdır. Bunlar durağan ve değişmez genellemelerdir; kendi istemlerini
kullanma güçleri yoktur, bu yüzden sürekli olarak kendi kendilerini
yinelerler.” (2)
Laz tiplemesi, “ağzı kalabalık,
karşısındakine konuşma fırsatı vermeyen” (3) bir tiplemedir. Laz, bir
özelliğinden hiç vazgeçmez, vazgeçirilmez ve hep insanları kendisine güldürür.
Ona gülünmenin gerçek nedeni sadece “ağzı kalabalık” oluşu mudur? Hayır. Ancak
Kukla, Karagöz, Meddah ve Ortaoyunu’nda rolü bellidir. “Kendini bilmez ve aynı
zamanda da zayıf durumdadır.” (4) Bunun sonucunda da alay konusu olup, aşağılanması
kaçınılmazdır. Bu görüşümüz İslam Ansiklopedisi de paylaşmaktadır: “Türk
atasözleri ve Karagöz oyunları çok zaman Lazları mevzuu olarak ele alırlar.”
(5)
Dr. Sokullu, “gülünçlemenin
aşağılama, küçültme gibi bir amaçla yapılmadığını” (6) belirtme ihtiyacı
hissediyorsa da, “Yöresel halk temsilcilerinin beşeri zaafından çok tipik soy
özelliklerinin karikatürleştirildiğini” (7) belirtmektedir. Dr. Sokullu, “Tipik
soy özellikleri” derlen “şive, deyiş” özelliklerini kastediyor olmalı.
Kukla, Karagöz, Meddah ve
Ortaoyunu’nda Laz’ın kendisine gülünmesini sağlayan nedir? “Acelecilik ve
gevezelik gibi belirli kalıplaşmış davranışlar” (8) mı? “Kız’a kiz, amca’ya
emice, tamam’a temem” diyerek “Genellikle a’dan sonra u; ı’dan sonra u
getirmesi” (9) mi? Yoksa sevdiği kadına tatlı sözler söylemesi gerektiğinde,
“Baklava, sarıği burma, kaymaklı ekmek kadaifi…” (10) demesi mi? Laz’ın
kendisine güldürdüğü ne şivesidir ne de acele konuşması. Laz’a gülmelerinin
nedeni tiplemede kendisine yüklenen aklı kıtlıktır. Ona yüklenen, ondan istenen
aklı kıt bir tutum sergilemesidir. “Zayıf durumdaki kendini bilmeyen” (11)
tiplendirmesiyle komik duruma düşürülmektedir. Çünkü Laz’ın, “Kendi istemlerini
kullanma gücü yoktur.” (12)
Laz’ın, Karagöz oyununda, “Zayıf
durumdaki kendini bilmeyen” tiplendirmesine kısa bir örnek: “Nerelüsün, onu
sorayrum. Ofli misun, Ünyeli misun, Fatsali misun? Ofli isen çöylü misun,
şehirli misun, çöylü isen kimlerdensun, deyilsen şehrun hançi mahallesindensun,
diba tahu…” (13) Laz’ın nasıl gülünç duruma düşürüldüğünü gösteren birçok örnek
de Ortaoyununda vardır. (Laz’ın değişmediğini gösteren günümüz Türk
Tiyatrosu’ndan da bir örnek için bkz. S. Şendil, Yedi Kocalı Hürmüz, s.30) Laz
tiplemesinin bolca kullanıldığı sözde TV skeç ve parodileri de bu konudaki
yanlışlıkların devam ettiğini göstermektedir. “Temel’e demişler ki, hangi
tarihte doğdun? O da, çok küçüktüm, hatırlamıyorum, demiş.” (14)
Geleneksel Türk Tiyatrosu’nda Laz’a
biçilen rol bellidir: “Kendi istemlerini kullanma gücü yoktur” (15) Geleneksel
Türk Tiyatrosu; Kukla, Karagöz, Meddah ve Ortaoyunu’nda kullanılan tipleme
özelliği Laz’ı vermeye çalıştığımız olumsuz durumlara düşürmüştür. Bu durum,
Geleneksel Türk Tiyatrosu’nun geçmişte ulaştığı noktayı göstermektedir.
Geleneksel Türk Tiyatrosu’nun geçmişi konusunda sadece örnekler verebiliriz,
karşılaştırmalar yapabiliriz. Çünkü o tarihe mal olmuştur. Asıl üzerinde
durulması gereken, bugün Çağdaş Tiyatro yaptığını sanan, ticari kaygılı
çalışmaların hâlâ Laz tiplemesini kullanmalarıdır. Eğer Geleneksel Türk
Tiyatrosu’nun çağdaş örneklerini ortaya koyma gibi amaçları olanlar varsa bunu
“İnsana ilişkin gülünçlemede insan zaafıyla ilintili karakter ve mizaca yönelik
alay” (16) olarak yapabilirler. Bu konuda çok başarılı örnekler mevcuttur.
İşte Çağdaş Ortaoyunu:
“Ömer Hayyam’ın Beklenmedik
Derdesti.
Savak’tan Behruz Tebarüz, kara
çarşaf içinde bir köşeye sinmişken, Ömer Hayyam sağdan girer.
Behruz: Hişşşt
Hayyam: Bana mı hişşşt edirsen?
Behruz: Yok mobana. Sen kimsen kim,
geceyarısı düşeşi dübeş geçe, bilâperva Pahlavi Meydanı’nda dolaşırsen? Arz-ül
hüviyet ı Beyan-ül vaziyet ı ismin nedir?
Hayyam: Sizden mana karşı tebarüz
eden bu samimiyet nedir?
Behruz: Evvel sual men sormuşem,
ismin nedir?
Hayyam: Ömer
Behruz: İsm-ül sülale?
Hayyam: Hayyam
Behruz: Edresen nedir?
Hayyam: Zatıalinizi ne ilgilendirir?
Behruz: İlgilendirir kim sormuşem ve
minel cevap ı
Hayyam: Mallahallah, me kadar
meraklısınız, menim edresem masit: Mahalle-ül Pahlavi, Cadde-ül Şah Rıza Sokak,
Musaddık çıkmazı, Şehinşah apartımanı, numara penç, daire yek… Hatta negatif
yek, çün menem ev yek kat yerin altında.
Behruz: Yerin altında ha? Yeraltı
faaliyeti ha?” (17)
Gerek Türkiye gerekse Gürcistan
Cumhuriyeti içinde kalan bölgede yaşayan Lazlar, Geleneksel Türk Tiyatrosu’nda
ve günümüz sözde tiyatro ve TV skeç ve parodilerindeki tiplemelerden çok farklı
özelliklere sahiptirler. Nüfus coğrafyası, uzmanlarının yaptıkları bilimsel
araştırmalara göre, Lazların yoğun olarak yaşadığı Doğu Karadeniz Bölgesi,
insanların yaşamalarına, üremelerine ve gelişmelerine son derece uygundur. (18)
Lazlar, coğrafyalarının kendilerine bahşettiği özellikler sonucu çalışkan,
dürüst, zeki, çevik, tuttuğunu koparan güzel insanlardır. Lazlar, yaşadıkları
Doğu Karadeniz Bölgesinde tarihin ulaşabildiği en eski tarih kadar eskidirler;
bu coğrafyanın otohtonlarıdırlar.
MÖ 3. yüzyılda Apollonius’un
anlattığı “Altın Post Efsanesi” Lazların ülkesi Kolkhis’te (19) geçmekte ve MÖ
6. yüzyıldan itibaren koloniler kurmaya başlayan Greklerin Laz ülkesinin
yeraltı ve yerüstü kaynaklarını nasıl talan etmeye çalıştıklarını gözler önüne
sermektedir. (20) Lazların geçmişte
kurdukları Laz Devleti “Lazika” (21), bulunduğu coğrafyanın ticari ve askeri
önemi sonucu zamanın büyük devletleri olan Bizans İmparatorluğu ve Pers
İmparatorluğu’na karşı bağımsızlığı için sayısız mücadeleler vermiştir.
“Devlet, bireyleri siyasal bilince sahip toplumların en yüksek müessesesi” (22)
olduğuna göre; geçmişte devlet olabilen ve böyle tarihi mirasın yaşayan
temsilcileri olan Lazlar (23), sözde sanatçıların malzemesi yapılmamalıdır.
Geleneksel Türk Tiyatrosu’ndaki ve günümüz sözde tiyatro ve TV parodi ve
skeçlerindeki Laz tiplemesiyle, Laz’ın hiçbir bakımdan gösterilmeye çalışıldığı
gibi ortak bir benzerliği yoktur.
Sanatçı, eğer sanatçı olduğu iddiasında
ise, tarihi sorgulamalı, yanlışta ısrar etmemelidir. Yaşadığımız coğrafyadaki
insanları kaynaştırıcı roller üstlenilmelidir. Konu bulma güçlüğü çekmenin
mümkün olmadığı bir ülkede yaşadığımızı biliyoruz. Cesaret, akıllara değişik
mizah unsurları getirecektir. Bu konuda en canlı örnek değerli sanatçı Ferhan
Şensoy, Çağdaş Ortaoyunu çalışmalarıyla sanatını başarıyla sürdürmektedir.
Bazılarının bazı konularda ondan öğrenecekleri olabilir.
Notlar:
(1) Dr. Sevinç Sokullu, Türk
Tiyatrosunda Komedyanın Evrimi, KBY, Ankara, 1979, S. 124
(2) Metin And, Geleneksel Türk
Tiyatrosu, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1985, S. 457
(3) Age, S. 479
(4) Dr. Sokullu, age, S. 14
(5) V. Minosky, İslam Ansiklopedisi,
Maarif Basımevi, İstanbul, 1757, Cilt 7, S. 27
(6) Dr. Sokullu, age, S. 124
(7) Age, S. 104
(8) M. And, age, S. 459
(9) Age, S. 462
(10) S. Şendil, Yedi Kocalı Hürmüz,
Tiyatro-Film-Yayıncılık, İstanbul, S. 30
(11) Dr. Sokullu, age, S. 14
(12) M. And, age, S. 457
(13) Age, S. 479
(14) Cumhuriyet 2, 30 Mayıs 1993, S.
5
(15) M. And, age, S. 457
(16) Dr. Sokullu, age, S. 124
(17) Ferhan Şensoy, Şahları da
Vururlar, Orta Oyuncular Yayınları, İstanbul, 1982, S. 8
(18) Şehzat Ayartepe, Karadeniz
Haber Gazetesi, Sayı 41, S.4, 7 “Lazların Tarihçesi” (1 Aralık 1976)
(19) Andrew Mango, Discovering
Turkey, B.T. Batsford Ltd, Londra, 1973, S. 23
(20) Michael Grant, Myths of the
Greeks and Romans, Weidenfeld and Nicolson, Londra, 1962, S. 298
(21) V. Minosky, İslam
Ansiklopedisi, Maarif Basımevi, İstanbul, 1757, Cilt 7, S. 25
(22) Ş. Ayartepe, aynı yazı
(23) Bilge Umar, Türkiye’deki
Tarihsel Adlar, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1993, S. 511
Ali İhsan Aksamaz, Gündem Gazetesi, 15 Haziran 1993
aksamaz@gmail.com