27 Mart 2020 Cuma

Çerkes Aydınlarının Yayıncılık Faaliyetleri





Çerkes Aydınlarının Yayıncılık Faaliyetleri


Bu makalemde sizlere esas olarak Osmanlı Ülkesi’ndeki / Türkiye’deki Çerkes Aydınlar / Kuzey Kafkasya Kültür Kökenli Aydınlar tarafından yayımlamış süreli yayınlar ve geçmişteki “Kültürel Otonomi” yönelimli faaliyetleri hakkında kısaca bilgi vereceğim.


Osmanlı Ülkesi’nde 23 Temmuz 1908’de 2. Meşrutiyet Yönetimi’nin ilânıyla birlikte zamanın Başkenti İstanbul’daki Çerkes Aydınları da / Kuzey Kafkasya Kültür Kökenli Aydınlar da “Kültürel Otonomi” alanında adımlar attılar; 17 Kasım 1908’de  (“Çerkes Birleşme ve Yardımlaşma Derneği”ni/) “Çerkes İttihad ve Teavün Cemiyeti”ni kurdular. Bu cemiyet, Türkçe- Çerkesçe (Adigece) haftalık bir gazete yayımladı: “Ğuaze/ Rehber”. “Ğuaze”  1911’den 1914’a kadar yayınına devam etti. “Ğuaze” , “Kültürel Otonomi” anlamında Çerkes Aydınları’nın / Kuzey Kafkasya Kültür Kökenli Aydınlar’ın Osmanlı Ülkesi’nde yayımladıkları ilk süreli yayın olarak kabul edilir.


 “1917- Şubat Devrimi” ve ardından gelen “1917- Ekim Devrimi, Çarlık Rusyası topraklarında yalnızca “sınıfsal” değişikliklere yol açmakla kalmadı, Çarlık Rusyası’nın sınırlarında da değişiklikler oldu; “Çarlık Rusyası jeopolitiği” çok büyük ölçüde zaafa uğradı. Bir önceki dönemde Osmanlı Sultanı’nın ve “Pers/İran” Şahı’nın yönetimindeyken, yaşanan kanlı savaşlarla Rus Çarları’nın topraklarına dönüşen “Kafkasya”da/ “Transkafkasya”da yeni hükümetler/ devletler ortaya çıktı: Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti (11 Mayıs 1918- Haziran 1921), Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti (1918-1920), Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti (1918- 1920)  Gürcistan Demokratik Cumhuriyeti ( 1918-1921). 


 “1917- Şubat Devrimi” ve ardından gelen “1917- Ekim Devrimi, Osmanlı Ülkesi’ndeki Çerkes Aydınları’nı da/ Kuzey Kafkasya Kültür Kökenli Aydınları da derinden etkiledi.


18 Mayıs 1919’da zamanın başkenti İstanbul’da kurulan (“Çerkes Kadınları Yardımlaşma Derneği”/) “Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti” de “Diyane/ Anamız” adlı on beş günde bir çıkacak olan bir edebî ve kültürel Çerkesçe- Türkçe bir gazeteyi yayımlamıştır (1920).


 “Çerkes İttihad ve Teavün Cemiyeti” ve “Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti”nin önderlik ettiği  “Ğuaze/ Rehber” ve “Diyane/ Anamız” adlı bu iki süreli yayın kentli Çerkes Aydınları’nın/ Kuzey Kafkasya Kültür Kökenli Aydınlar’ın süreli yayıncılık faaliyetleri, “kültürel otonomi” yönelimli mücadelenin milâdı olarak kabul edilir. 18 Ağustos 1919’da Beşiktaş/ Akaretler’de “Çerkes Numune Mektebi” kurulur. Ancak kentli Çerkes Aydınları’nın/ Kuzey Kafkasya Kültür Kökenli Aydınlar’ın daha önceki yıllarda da “Kültürel Otonomi” yönelimli bir Çerkes Teavün Mektebi” deneyimlerinin bulunduğunu burada belirtmeliyim. Yine bu dönemde, hem Osmanlı Ülkesi’nde ve hem de Kafkasya’da mekteplerin açılması gibi bir vizyon ve misyonla da hareket edilir. İstanbul merkezli o günkü Çerkes Aydınları’nın/ Kafkasyalı Aydınları’nın o günlerin ruhuna sahip vizyon, güç ve etkileri, o günkü sınırlarımızı da aşarak taa Kuzey Kafkasya’ya kadar ulaşır; etkili olur.





Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin 1921’de dağıtılmasıyla başlayan süreçte 24 Temmuz 1923- Lozan Antlaşması’yla Akaretler’deki “Çerkes Numune Mektebi”nin kapısına, 5 Eylül 1923’de resmen kilit vurulmuş olur. Bu gelişmeyle Türkiye’deki kentli Çerkes Aydınları’nın/ Kuzey Kafkasya Kültür Kökenli Aydınlar’ın kısıtlı “kültürel otonomi” kazanımları da “zamanın ruhuna uygun olarak” ortadan kalkmış olur.


Türkiye’deki Çerkes Aydınlar/ Kuzey Kafkasya Kültür Kökenli Aydınlar “bu yeni dönemle”  birlikte köşelerine çekilmek zorunda kalırlar. Bu sebeple de dernekleşme alanında da uzun bir sessizlik yaşanır.


1946’da Türkiye’nin çok partili sisteme geçmesiyle, Kafkasya Kültür Kökenli Aydınlar tarafından İstanbul’da “Dosteli Yardımlaşma Derneği” kurulur. 


1950’li yılların başlarından itibaren Çerkes Aydınlar/ Kuzey Kafkasyalı Aydınlar da tekrar dernekler kurmaya, örgütlenmeye ve süreli yayıncılık faaliyetlerine başlarlar.  Ancak bu dernekleşme ve yayıncılık faaliyetleri “o günün ruhuna” uygundur. Ne yazık ki, bu faaliyetler, “Kültürel Otonomi” odaklı “Çerkes Numune Mektebi”ni de oluşturan entelektüel vizyon, güç ve etkiye hiçbir zaman sahip olamaz.


Kafkasya’yı çok iyi tanıyan, birkaç dil bilen ve dünyadaki gelişme ve dengeleri doğru okuyabilmiş Çerkes Aydınları’nın/ Kuzey Kafkasyalı Aydınlar’ın vefatıyla da bir dönem tamamen kapanmış olur.


Tek Parti Hükümetleri’nin Türkiye’nin diğer anadillerine karşı uyguladıkları asimilasyoncu politikalar, Çerkesçe ve diğer Kafkasya kökenli anadillerini konuşanlarının sayısının hızla azalmasına yol açan en önemli faktördür.  Bunun yanı sıra Türkiye’de kapitalist üretim ilişkileri ile iletişimin gelişimi ve Çerkesler’in/ Kuzey Kafkasyalılar’ın köylerinin de bu üretim ilişkilerine ve iletişimine hızla entegrasyonuyla Çerkesçe’yi/ Kuzey Kafkasya kökenli anadillerini bilen ve konuşanların sayısında daha da hızlı bir azalma olacaktı.


“Soğuk Savaş Dönemin”nin başından itibaren Türkiye’deki Çerkes Aydınları/ Kuzey Kafkasyalı Aydınlar tarafından çıkarılan süreli / süresiz yayınların içeriği, çok büyük ölçüde “zamanın ruhuyla uyumlu” olarak dünyadaki ideolojik ve siyasî saflaşmalara göre şekillendi.


     1960 ve 1970’lı yıllardaki dernekçilik ve yayın faaliyetleri de “zamanın ruhuna uygun”du. Meselâ Sovyetistan’daki Kuzey Kafkasyalı Halkların “Kültürel Otonomileri” ve anadillerindeki ders kitapları ile İsrail Çerkesleri’nin “Kültürel Otonomi” mücadelesi ve kazanımları Türkiye’deki Çerkes Aydınları/ Kuzey Kafkasyalı Aydınlar arasında yankı bulmadı ve örnek teşkil etmedi. Böyle olunca da anadillerini konuşanların sayısı hızla daha da azaldı; Vubıkhça öldü.  


Çerkes Aydını Murat Özden’in 1979’da İstanbul’da yayımlanan “Ulusal Sorun ve Çerkeslerin Konumu” adlı  “Kültürel Otonomi” yönelimli kitabı ve sahipliği ve sorumlu yazı işleri müdürlüğünü yine Murat Özden’in yaptığı ve 1980’de yayımlanmaya başlayan “Nıbceğu” adlı süreli yayın organının, Soğuk Savaş Yılları’nda yayımlanan diğer süreli/ süresiz yayınlardan farklı bir çizgide olduğunu burada belirtmeliyim.


Murat Özden,  “dönemin ruhunun”  “Kültürel Otonomi” yönelimini nasıl gölgede bıraktığını bir anlamda şöyle özetliyor:


“1970'li yıllarda dernekler çevresine toplanmış olan Çerkes gençlerinin tamamı yoksul ve köylü gençlerden oluşuyordu. Kendine güven ve bilgi birikimi olarak yetersizdiler. Sağ kesimlere mensup olanların bulundukları siyasî ortamlar kimliklerini ifade etmelerine uygun değildi. Sol kesimler içinde yer alan gençler de ne Çerkes meselesini sol kesimlere anlatabilmişler, ne de sol kesimlerin Çerkes meselesine ilgi duymasını sağlayabilmişlerdi.”


Murat Özden, bu değerlendirmesiyle o dönemlerdeki “Kültürel Otonomi” vizyon ve mücadele eksikliğine dikkat çekmiş oluyor. Bütün bunlar, günümüzde “TRT- Çerkes” kampanyalarının neden cılız kaldığının ipuçlarını da vermiş oluyor.


Sovyetistan’ın dağılma sürecine girmesi de, Türkiye’deki Çerkes Aydınları’nı da/ Kuzey Kafkasya Kültür Kökenli Aydınları birçok bakımdan etkiledi; Kafkasya’ya gidip- gelmeler arttı. Bu etkileşim öncelikli olarak yeni dernekleşmeler alanında görüldü. Eskiden derneklerde yalnızca ideolojik- siyasî duruşlarına göre örgütlenen Türkiye’deki Kuzey Kafkasya Kökenli Aydınlar, artık etnik kökenlerine göre dernekler kurmaya ve örgütlenmeye de başladılar. Bu dönemde de süreli/ süresiz yayınlar çıkardılar. Bu dönemde “Çerkeslik”/ “Kuzey Kafkasyalılık” kavramı da sorgulanmaya ve yeniden tanımlanmaya başlandı.    


Sovyetistan’ın dağılması süresi ve sonrasında, Kafkasya’da ötelenmiş çeşitli etnik sorunlar da su yüzüne çıktı ve kanlı olaylar yaşandı: Karabağ Savaşı, İnguş- Oset Çatışması, Abkhazya Savaşları, Çeçenistan Savaşları, Çeçenistan- İnguşya Sınır Çatışması, Güney Osetya Savaşı, Abhazya Savaşı.


Birinci ve İkinci Çeçenistan Savaşları sırasında da geleneksel “Moskof” ve “Rus” karşıt ve düşmanlığı Türkiye’deki Çeçen Aydınları’nın/ Çerkes Aydınları’nın/ Kuzey Kafkasyalı Aydınlar’ın süreli/ süresiz yayınlarına büyük ölçüde yansıdı. Abkhazya Savaşları sırasında da, Türkiye’deki Abkhaz Aydınları’nın/ Çerkes Aydınları’nın/ Kuzey Kafkasyalı Aydınlar’ın süreli/ süresiz yayınlarına geleneksel “Moskof” ve “Rus”  karşıt ve düşmanlığının yanı sıra bir de “Gürcü/ Kartveli” karşıt ve düşmanlığı da yansımış oldu. Bunun sebeplerine bir sonraki makalemde kısaca değineceğim.


Bugünkü telefon ve internet iletişiminin olmadığı yıllarda, 1950’lerden başlamak üzere Türkiye’deki Çerkes Aydınlar/ Kafkasyalı Aydınlar tarafından kurulan derneklerin ve çıkarttıkları süreli/ süresiz yayınların “Kültürel Otonomi” yönelimli olmamasına rağmen, yine de önemli işlevler üstlendiklerini burada vurgulamalıyım.


“Soğuk Savaş Dönemi”nden başlamak üzere Çerkes Aydınlar’ın/ Kafkasya Kültür Kökenli Aydınlar’ın Türkiye’de çıkarttıkları (benim bildiğim) başlıca süreli yayınların adları şöyle:


“Kafkas Dergisi” (1953), “Kafkas Mecmuası” (1954-1956), “Yeni Kafkas” (1957-1962),  “Birleşik Kafkasya” (1964-1967), “Kafkasya”  (1964-1965), “Kuzey Kafkasya” (1970- 1993), “Kamçı” (1970), “Kafkasya Birlik Mecmuası” (1970-1972), “Bilim ve Kültür Dergisi” (1971-1972), “Nartların Sesi” (1972-1976), “Samsun Kafkas Kültür Derneği Bülteni” (1972- 1988), “Yamçı” (1975-1977), “Abrek’in Sesi” (1975), “Kafkasya” (1976-1977), “Nartların Sesi” (1978-1980), “Nıbceğu” (1980), “Kafdağı” (1987-1992), “Doğuş” (1987), “Savsuruko” (1988- 1989), “Gupşise” (1989), “Kafkasya Gerçeği” (1990- 1993), “Ridade” (1990), “Düzce Kafkas Kültür Derneği Bülteni” (1990-1991), “Uzuntarla Kafkas Kültür ve Dayanışma Bülteni” (1990-1992), “Seteney” (1990-1992), “Zefes” (1991), “Kafe” (1991- 1992), “Tzeşış” (1991), “Nart” (1991-1992), “Halarpa” (1991-1993), “Argun” (1991-1993), “Yalova Kuzey Kafkas Dergisi” (1992-1994), “Bjemate”(1991), “Eskişehir Kuzey Kafkasya Kültür ve Dayanışma Derneği Bülteni” (1991), “Mafenef” (1992), “Kafkas Abhazya Dayanışma Komitesi Bülteni (1992), “Nart Bülteni” (1992), “Marje” (1992-1993), “Yeni Kafkasya” (1992- 1995), “Uzunyayla Haber” (1992-1993), “Neps” (1992-1994), “Tızeğus” (1992), “Nefin” (1992), “Çağrı” (1992), “Kaf-der Bülteni” (1993), “Zızauko” (1992), “Karaçay- Malkar” (1993), “Yedi Yıldız” (1994), “Birleşik Kafkasya” (1994), “Nefıne” (1994), “Kama”(1994), “Abrek” (1995), “Birleşik Kafkasya Konseyi” (1995), “Özgür Kafkasya” (1995), “Alaşara” (1995), “Ketenciler Köyü Kafkas Kültür ve Güzelleştirme Derneği Kültür, Sanat, Haber Bülteni” (1996), “Çeçenistan (1996), “Marşo” (1996), “Kaf- der Balıkesir Şubesi Kültür, Sanat, Haber Bülteni” (1996), “Kafkas Vakfı Bülten” (1996), “Kafkasya Yazıları” (1997), “Nart” (1997), “Kafkasya Araştırma/Analiz” (2005), “Kafkasya Forumu” (2005), “Jıneps” (2005),“Mizage” (2018).


Türkiye’deki Çerkes Aydınları’nın yayımladıkları en uzun soluklu olan süreli yayın organı “Jıneps”. “Jıneps”, Çerkesçe’de “çiy” anlamına geliyor. “Jıneps Gazetesi” aylık periyodunu aksatmadan büyük ölçüde Türkçe olarak yayımlanıyor ve Çerkesler’in yanı sıra diğer Kafkasya Halklarının sorunlarını dile getiriyor, onların gelenek ve kültürlerini tanıtıyor ve emek odaklı haber ve söyleşileri de yayımlıyor.


“Jıneps Gazetesi”, 2005/1. sayısında çıkan “Başlarken”  başlıklı makalede vizyon ve misyonunu şöyle duyuruyor:


“Biz Diaspora Çerkesleri, Kafkasya’dan sürülen halklarız. Yurttaşları olarak yaşadığımız ülkelerin temel toplumsal değerlerine, demokratik gelişimine ve kültürümüzü yok saymayan tüm yönetimlerin olumlu tavırlarına karşı olumlu tutumumuz, demokratik sürece katkıda bulunarak devam edecektir.


Çerkesler; Türkiye özelinde de Türk, Kürt, Gürcü, Laz vb. halklarla birlikte çok kültürlü yapının ayrılmaz bir parçasıdır. Her halk, diğer halkın gerçekliğini ve tarihsel değerlerini yadsımadan, “özgür iradelerin ön kabulü” doğrultusunda bir arada yaşamalıdır. Halkların gönüllülük temelinde birlikte yaşamalarını engelleyebilecek senaryolara karşı ayrışma değil, birleşik mücadele ve birlikte yaşam anlayışı öne çıkmalıdır.


Birçok halk gibi yoğun bir asimilasyon süreci içinde gün be gün erime ve hatta yok olma tehdidi ile karşı karşıya olan Çerkesler’in, yerel ve uluslararası platformlarla dayanışma ve güç birliği oluşturması, önemli ve acil bir ihtiyaçtır. Özellikle topraklarının işgali, son 30-40 yılda hızlı kentleşme, kültürel-demokratik kazanımların elde edilemeyişi ve halklarının tarihsel dayanışma geleneğinin zayıflaması nedeni ile oluşan mevcut dağınıklığın çeşitli iletişim araçlarıyla giderilebilmesi gerekliliği ortadadır. Bu dayanışmayı ve güç birliğini yaratacak diyet borcu olmayan tam bağımsız bir gazete (dergi, radyo v.b.) zorunluluğu herkesçe bilinmektedir. Coğrafyamızda yaşanan bu ve benzeri gerçekliğin farkında olan, icazetsiz, minnetsiz ve bağımsız bir çizgide Kafkasyalılar’ı ve diğer halkları bütünleştirecek ve dünyadan yalıtılmasına izin vermeyecek bir yayın organı Türkiye’de de önemli bir ihtiyaçtır. (…)”


Günümüzde Çerkes Aydınları ve diğer Kuzey Kafkasya Kökenli Aydınlardan bazıları yeni dönemde “Kültürel Otonomi” mücadelesi vermek için siyasî bir parti kurdular ve genel ve yerel seçimlere katıldılar: cdp.org.tr.


Çerkes Aydınları ve diğer Kuzey Kafkasya Kökenli Aydınlar, günümüzde internetin yaygınlaşmasıyla daha ziyade sanal yayınlara yöneldiler. Bu yayınlardan başlıcaları şöyle:


 ozgurcerkes.com, kafkasevi.com, kafkas.org.tr, istanbulkafkaskultur.net, cerkesfed.org, kaffed.org, cherkessia.net, jinepsgazetesi.com, cerkesya.org, circassiancenter.com,  alanvakfi.org, waynakh.com.tr, karacaybalkar.com, ajanskafkas.com, nartajans.com,  abhazfederasyonu.org, kafdav.org.tr.   



Çerkes Aydınları’nın yanı sıra Kafkasya Kültür Kökenli diğer Aydınların süreli /süresiz yayınları ve Trans/Kafkasya hakkında bilgi edinmek istiyorsanız, H. Zafer Kars’ın “Belgelerle 1908 Devrimi Öncesinde Anadolu” (Kaynak), Ahmet Hazer Hızal’ın  “Kuzey Kafkasya/ Hürriyet ve İstiklâl Davası” (Orkun),  Sefer E. Berzeg’in “Kafkasya ve Çerkesler Bibliyografyası” (Kafkasya Gerçeği Y; Chiviyaziları/ Mjora), “Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti” (Birleşik Kafkasya Derneği Y.) ve “Pşımaxo Kotse”, Ali Ulvi Özdemir’in “Türkiye, Rusya, İran Odağında Kafkasya” (Akıl Fikir),  Fahrettin Çiloğlu’nun “Rusya Federasyonu’nda ve Transkafkasya’da Etnik Çatışmalar”, “Basında Çerkesler” (Savsırıko), “Terekkale ve Andi Kurultayları 1917 (Apra) ve Murat Özden’in  “Ulusal Sorun ve Çerkeslerin Konumu” ile “Çerkes Siyasallaşmasının Öncüleri” (Apra) adlı kitaplarını mutlaka edinmeli, okumalı ve kütüphanenizde bulundurmalısınız.




     Bir sonraki makalemde görüşmek üzere sağlıcakla kalın.


(20 III 2020)
Ali İhsan Aksamaz


https://sonhaber.ch/cerkes-aydinlarinin-yayincilik-faaliyetleri/

http://circassiancenter.com/tr/cerkes-aydinlarinin-yayincilik-faaliyetleri/

https://hyetert.org/2020/03/26/cerkes-aydinlarinin-yayincilik-faaliyetleri/

18 Mart 2020 Çarşamba

“Deli, Deli Olma!”





“Deli, Deli Olma!”

Bu makalemde, senaryosunu Hazel Sevim Ünsal’ın kaleme aldığı “Deli, Deli Olma!” adlı filmi sizlere kısaca tanıtacağım. Hazel Sevim Ünsal, bizlere Kars’ın bir köyünde yaşayan değirmenci Mişka’nın hikâyesini anlatıyor. Filmdeki yeke kişi Mişka Rus kökenli. Ancak farklı bir dinî topluluğun bireyi.

            Filmdeki Mişka’nın da bireyi olduğu bu dinî topluluğu biz Türkiye’de “Malakanlar” adıyla tanıyoruz.  “Malakan” adı Rusça “Молоко/ Moloko”dan geliyor. “Молоко/ Moloko”nun Türkçe’deki karşılığı “süt”; “Молокан/ Molokan” ise, “süt içen” anlamına geliyor.  Ancak dinî bir topluluk olarak Malakanlar’ın bu adla anılmalarının sebebi tek başına “süt içmelerinden” kaynaklanmıyor.

             “Секта молокан/ Molokanizm/ Malakanizm”, “Rus Ortodoks Kilisesi”nden “ayrılmış” bir mezhebin/ tarikatın adı. “Rus Ortodoks İnancı”na göre, haftada yalnızca iki gün süt içebilme geleneği var. Malakanlar, bu geleneğe karşı çıkarlar ve her gün süt içilebileceğini savunurlar. Her ne kadar bu dinî/ mezhebî adlandırılmaları “süt içen”den gelse de, Çarlık zamanda dışlanmalarının tek sebebi “süt” değil.

             “Malakanlar”, Tanrı’nın tahta, taş ve benzeri nesnelerle temsil edilemeyeceğine inanıyorlar. Bundan dolayı da haç ve ikon gibi ibadet nesnelerini sahiplenmiyorlar. Ruhban sınıfının ayrıcalıklarından dolayı da din adamlarını ve “Merkezî Kilise”yi reddediyorlar. İbadetlerini evlerde kendi aralarında toplanarak yerine getiriyorlar. “Kilise”nin oruçlarını kabul etmiyorlar. Malakanlar, “Rus Ortodoks Kilisesi”nin oruç zamanlarında hayvanî gıda yememe kuralına karşı çıkıyorlar. Domuz etini de hiç yemiyorlar.  Alkol kullanmıyorlar. Sigara içmiyorlar.

            Malakanizm, bütün insanları Tanrı’nın yeryüzündeki bir parçası olarak kabul ettiği için, başkalarının kanını dökmeye de karşı çıkıyor. Bu sebeple de Malakanlar; Çarlık ordusuna katılmayı, askerî üniforma giymeyi, ellerinize silâh almayı, savaşmayı ve kan dökmeyi asla kabul etmiyorlar. Ruhanî Hıristiyan Malakanlar, Hazreti İsa’nın şiddet karşıtı pasifist yolunu benimsiyorlar.

            Rus Edebiyatı’nın ünlü yazarlarından (9 Eylül 1828- 20 Kasım 1910) Lev Tolstoy’un da bir Malakan olduğunu ve hayat felsefesinin Malakanizm’den çok büyük ölçüde beslendiğini burada vurgulamalıyım.



            Rus Çarları, doğu ve güney yönünde “Safevî/ Pers/ İran” ve Osmanlı İmparatorluklarının denetimindeki bölgeleri de topraklarına katacaklardı. Rus Çarları, bütün bu toprakları ancak savaşlarda kan dökerek ele geçirebilirlerdi. Rus Çarlığı’nın Ortodoks Hıristiyanlarını, o zamanlarda yönlendirip seferber edebilecek tek güç ise “Rus Ortodoks Kilisesi”ydi. Gel gör ki, zorlama olmaksızın kendi doğallığı içinde köylüler, orta sınıf ve tüccarlar arasında hızla yaygınlık kazanmaya başlayan “Molokanizm/ Malakanizm”, zamanında “Rus Ortodoks Kilisesi”nin gücünü etkisizleştirmeye çalışan bir “ayrık otu”dur. Bu “sapkın inancın” yolundan gidenler ya “Rus Ortodoks Kilisesi”nin buyruklarına itirazsız boyun eğecekler ve “iyi birer Hıristiyan” olacaklardı ya da sürüleceklerdir.

            1825-1855 yılları arasında hüküm süren Rus Çarı 1. Nikola zamanında Ruhanî Hıristiyan Malakanlar çeşitli zulümlere uğrarlar. Kendi inançlarına göre ibadet etmeleri engellenir. Ortodoksların yanında çalışmaları bile yasaklanır. Pasaport almaları ve kayıtlı oldukları yerlerden ayrılmalarına da izin verilmez.

            Çarlık Rusyası’nın Osmanlı İmparatorluğu ve “Safevî/ Pers/İran” İmparatorluğu’ndan ele geçirerek topraklarına kattığı Kafkasya/ Transkafkasya’daki yerler Malakanlar’ın sürüldüğü bölgeler oldu. Malakanlar, yeni yurtlarında artık başlarının çaresine bakacaklardı. Üstelik Çarlar da, bir taşla birkaç kuş vuracaklardı; hem Malakanları ve diğer Ruhanî Hıristiyanları, “Rus Ortodoks Kilisesi”ne bağlı Hıristiyanlardan uzaklaştırmış ve hem de onları yeni toprakları Ruslaştırmak için kullanmış olacaklardı. Hedeflendiği gibi de oldu.

            Çarlık Rusyası ile “Pers/İran İmparatorluğu” arasında yapılan 12 Ekim 1813- Gülistan Antlaşması ile Talış Hanlığı, Şirvan Hanlığı, Kuba Hanlığı, Bakü Hanlığı, Gence Hanlığı, Karabağ Hanlığı ve Şeki Hanlığı Çarlık Rusyası topraklarına katıldı. Ayrıca “Pers/ İran  İmparatorluğu”; Kartli- Kakheti (Bugünkü Doğu Gürcistan), Kazak Sultanlığı, Şemseddil Sultanlığı ile Dağıstan üzerindeki iddialarından da vazgeçtiğini ilân etti.

            Yine Çarlık Rusyası ile “Pers/İran İmparatorluğu” arasında yapılan 10 Şubat 1828- Türkmençay Antlaşması’yla Revan Hanlığı, Nahçıvan Hanlığı ve Talış Hanlığı Çarlık Rusyası topraklarına katılmış oldu. Aras Nehri, Çarlık Rusyası ile “Pers/ İran İmparatorluğu” arasında sınır oluşturdu.
            93 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı) sonucunda Osmanlı İmparatorluğu büyük toprak kayıplarına uğrar. Osmanlı İmparatorluğu, Balkanlar’ın yanı sıra Kafkasya’da da toprak kaybeder. (“Elviye-i selâse”) “Kars” , “Ardahan”, “Batum” sancakları Çarlık Rusyası yönetimine girer ve yaklaşık 40 yıl bu sınırlar değişmez.

            Bir zamanlar “Pers/ İran Şahları”nın, Osmanlı Sultanları’nın denetimindeki o topraklar artık Rus Çarı’nın denetimindedir. Bölgedeki çeşitli kökenlerden Müslümanlar yaşadıkları topraklardan ayrılmak zorunda kalır; demografik yapı değişmeye başlar.  

            Çarlık Rusyası, Malakanları önce Kuzey Kafkasya’da, sonra da “Pers/ İran” ve Osmanlı sınırlarına yakın bölgelerdeki yeni topraklarında içindeki “Transkafkasya”da; “Bakü”, “Erivan” ve “Tiflis” eyaletlerinde iskân etti.  Rus Çarı, topraklarına kattığı bu bölgelerde yeni idarî birimler ve köyler de oluşturdu.

            Malakanlar, yalnızca “Transkafkasya”da değil,  1878’den sonraki dönemde Çarlık Rusyası sınırları içindeki “Карсская область/ Karsskaya Oblast/ Kars Oblast”ında da iskân edilmiş olurlar.

            3 Mart 1918- Brest - Litovsk Antlaşması ve 3 Aralık 1920- Gümrü Antlaşması sonrasında 16 Mart 1921- Moskova Antlaşması ve 13 Ekim 1921- Kars Antlaşması’yla Türkiye Cumhuriyeti’nin Doğu’daki sınırları bugünkü halini alır. “Kars”ta yaşayan Malakanlar da böylece Ankara Hükümeti’nin yönetimine girmiş olurlar. Demografik yapı da tekrar değişmeye başlar. 

            Sovyetistan Yönetimi, Türkiye sınırları içinde kalan Malakanları hatırlar ve ilgi gösterir. Bu durum Ankara Hükümeti ile Moskova Hükümeti arasında krize de yol açar.

            1880’li yılların başlarından itibaren Çarlık yönetimi tarafından “Kars”ta 35 kadar köyde de iskân edilmiş olan Malakanlar,  Soğuk Savaş öncesi ve sonrasında yaşanan tatsız gelişmelerden etkilenerek zaman içinde Türkiye’den ayrılarak Sovyetistan’a, ABD’ye, Kanada’ya, Yeni Zelanda’ya, Avustralya’ya giderler. Günümüzde Türkiye’de iki elin parmakları kadar Malakan ailesininin yaşadığı söyleniyor.

            Malakanlar, Çarlık Rusyası’nın yeni elde ettiği topraklara yönelik uyguladığı plânlı imâr, iskân, tarım, hayvancılık ve demografya politikaları çerçevesinde 40 yıl kadar bu coğrafyadaki köylerde yaşadılar.

            Bugünlerde Malakan denilince, yaşlı Karslılar onları dürüstlükleri, çalışkanlıkları, temizlikleri, düzenli köyleri ve mavi gözleriyle hatırlıyorlar. Değirmencilikleriyle de hatırlanıyorlar. Geleneksel polifonik şarkıları ve müzik aletleriyle de biliniyorlar.  Kaşar peynirini de, gravyer peynirini de yöreye Malakanlar’ın tanıttığı anlatılıyor. Bir de çay semaverleriyle hatırlanıyorlar. Bazı sebze ve meyve çeşitlerini de yöreye tanıtmışlar. Yaşadıkları yörenin Türkçesi’ne Rusça kökenli birçok kelimenin geçmesine de köprü olmuşlar. Ancak Türkçe’yi de öğrenirler; iki dilli olurlar. 

            Bizim Malakanları en fazla etkileyen ve yüreklerini burkan ise, ayrılmak zorunda kaldıkları bu topraklarda bıraktıkları mezarlarına hazine avcılarının yaptığı saygısızlık.

            Senaryosunu Hazel Sevim Ünsal’ın kaleme aldığı “Deli, Deli Olma!” adlı filmin yönetmeni Murat Saraçoğlu. Kars’ta; Eşmeyazı Köyü’nde çekilen bu film, esas olarak Mişka  (Tarık Akan) ve Popuç (Şerif Sezer) etrafında gelişen olayları yansıtıyor. 

            Hatır gönül bilmez yaşlı bir nine olan Popuç, hem ailesi hem de köy halkı üzerinde sorgulanamaz bir otorite oluşturmuştur. Huysuz Popuç’un şerrinden kendilerini korumak için yediden yetmişe herkes büyük özen gösterir; ya O’nu gördüklerinde yollarını değiştirir ya da O’nun bulunduğu ortamlarda konuşma ve hallerine azami dikkat gösterirler. Yine de herkes Popuç’a büyük bir saygı gösterir.

            Yeke kişi değirmenci Mişka ise, bilge kişiliği ve yardımseverliğiyle yediden yetmişe bütün köy ahalisi tarafından sevilir ve saygı görür.

            Popuç, Mişka’yı sevmek bir yana, nefret eder. Mişka’nın adını duymaya bile tahammül edemez.  Aralarında hiç kimsenin bilmediği bir husûmet vardır.
            Filme konu köy halkının tamamı Türk ve Müslüman’dır; Mişka hariç. Mişka Rus’tur, Hıristiyan’dır; Malakan’dır.

            Hazel Sevim Ünsal, senaryosuyla bizlere “Kars”ta bir zamanlar Malakanlar’ın da yaşadığını hatırlatıyor. Yalnız başına ölen ve kendisinden nefret eden gençlik aşkı Popuç tarafından toprağa verilen Mişka’nın şahsında sürgün halk Malakanlar’ın trajedilerine dikkat çekiyor Hazel Sevim Ünsal.

            Filmin bir sahnesinde yeke kişi değirmenci Mişka,  manîsiyle yalnızca kendisinin değil, tarih boyunca yerlerinden-yurtlarından edilen çeşitli din ve mezheplerden mazlum insanların da acılarını dile getiriyor:

            “Bir sarmaşık olsaydım, sıkıca tutunsaydım bir yere,
            Sökülüp atılmasaydım, köklerimi salsaydım derinlere.
            Bir sarmaşık olsaydım, dolasaydım gövdemi döne döne,
            Günlerce aynı yerde kalsaydım, hareketsizlikten uyusaydım.

            Bense ayrık otuyum, her çıktığı yerden sökülen,
            Sarmaşık olmak isteyip de, basit bir ot bilinen
            Bir ayrık otuyum, kökü olmayan, sevilmeyen
            Sarmaşık olmaya özenen, öylece bir ot işte!”






            Yönetmen Murat Saraçoğlu’nun “Deli, Deli Olma!” adlı bu duygu yüklü filmini izlemeden önce veya sonra Orhan Türkdoğan’ın “Kars’ta Bir Etnik Grup Malakanlar’ın Toplumsal Yapısı” (IQ Kültür Sanat), Candan Badem'in  “Çarlık Rusyası Yönetiminde Kars Vilayeti” (Birzamanlar), Çakır Ceyhan Suvari’nin “Malakanlar (Rus Köylü Hareketlerinden Günümüze Malakan İnancı)” (Ütopya), Kâzım Karabekir’in, “İstiklâl Harbimiz” (YKY), Stefanos Yerasimos’un “Türk- Sovyet İlişkileri (Ekim Devrimi’nden Millî Mücadele’ye” (Gözlem), İ. Y. Semyenov ile Erkan Karagöz’ün “Sürgün Bahçesinin Solan Renkleri Molokanlar” (Su) ve Vedat Akçayöz’ün “Annem Sara ve Malakanlar” (Serka) adlı eserlerini de mutlaka okumanızı tavsiye ederim.

            Bir sonraki makalemde buluşmak üzere sağlıcakla kalın.

(06 III 2020)
Ali İhsan Aksamaz


NOT: Bazı yer adlarının eski, süreç içindeki ve bugünkü idarî/ coğrafî kapsayıcılıkları farklı olduğu için, bunları tırnak içinde vermenin daha uygun olacağını düşündüm. Aynı kullanım bazı kavramlar için de geçerlidir.




https://sonhaber.ch/deli-deli-olma/

http://circassiancenter.com/tr/deli-deli-olma/

https://www.kitapyurdu.com/yazar/ali-ihsan-aksamaz/367.html

12 Mart 2020 Perşembe

“Luk̆a İncili” Lazca Olarak Yayımlandı







“Lua İncili” Lazca Olarak Yayımlandı



Bu makalemde sizlere geçtiğimiz günlerde Lazca olarak yayımlanan “Luk̆a İncili”nden kısaca bahsedeceğim.

            Laz, Megrel/ Margal, Svan/Şoni ve Kortu/ Gürcü Dilleri “Güney Kafkasya Dilleri”ndendir. Akraba Laz, Megrel, Svan ve Gürcülerin yaşadıkları coğrafya da tarih boyunca oyun kurucu büyük devletlerin ateş çemberleri içinde kaldı hep. Ancak bu akraba halklar hem varlıklarını ve hem de anadillerini günümüze kadar korumayı başardılar.

            Lazlar; günümüzde Türkiye ve Gürcistan sınırları içindeki Doğu Karadeniz ve Güney Batı Kafkasya coğrafyasının en eski ve yerli halklarındır. En yakından akrabaları Megreller'dir. Megreller Gürcüstan ve Abkhazya’da yaşar. Türkiye Lazları Müslüman, Gürcistan ve Abkhazya Megrelleri ise, Ortodoks Hıristiyan'dır.

            Lazca ve Megrelce iki yakın kardeş dil. 20. yüzyılın politik kurumsal yapılanmaları hem Türkiye ve hem de Sovyetler Birliği ve Gürcistan'da Lazca ve Megrelce’ye karşı oldukça acımazsız davrandı. Bu iki kardeş dilin kitaplı, okullu, yazılı edebiyatlı diller olmaları sürekli engellendi.

            21. yüzyılın politik kurumsal yapılanmaları, insanlığın binlerce yıldır süren özgürlük ve hak mücadelesi sonucu artık yerelliğe de önem vermek zorunda kalıyor. Bu anlamda da hem Lazca ve hem de kardeş dil Megrelce’nin kurumsallaşarak geleceğine taşınacağına artık kuşku yok.

            “Kitabı Mukaddes”in Çarlık Rusyası zamanında kardeş dillerden Gürcüce, Megrelce ve Svanca olarak yayımlandığını biliyorum. Süleyman Çelebi’nin asıl adı “Vesiletü’n-Necat”/ (“Kurtuluş Yolu”) olan ve bizim  Mevlid” dediğimiz eserinin Lazca’ya Osmanlı Devleti’nin son yıllarında Osmanlı Alfabesi’yle tercüme edildiğini de duymuştum.  Günümüz Türkiye Lazları Müslüman olmalarına ve “Kuran-ı Kerim” henüz Lazca’ya tercüme edilmemiş olmasına rağmen, “Luk̆a İncili”nin Lazca’ya tercüme edildiğini ve İstanbul’da “Kitabı Mukaddes Şirketi” tarafından yayımlandığını da öğrendim; hemen edindim, okudum.

 

 

          

  “Luk̆a İncili”, yayınevi tarafından iki ayrı kitap olarak yayımlanmış; ilki tamamen Lazca ve “Luk̆a Lazuri” adını taşıyor, diğeri ise “Luk̆a-Türkçe” adıyla Lazca ve Türkçe bölümleriyle yayımlanmış. Kitabı Mukaddes Şirketi Yayınevi’nin internet sitesinde “Luk̆a Lazuri” ve “Luk̆a-Türkçe”ye ilişkin şu bilgilere yer veriliyor:

            Kitab-ı Mukaddes Şirketleri’nin birinci amacı Kutsal Kitap’ı dünyada konuşulan farklı dil ve lehçelere tercüme etmektir. 
            Türkiye’deki Kitabı Mukaddes Şirketi olarak Lazcanın Arhavi lehçesindeki bu çeviriyi tek dilli ve Türkçe ile birlikte çift dilli olarak okurlarımıza sunmaktan dolayı mutluluk duyuyoruz.”

            Lazca biliyorsanız veya Lazca öğrenmek istiyorsanız, zengin kelime hazinesini barındıran bu dinî metni mutlaka edinmelisiniz.  Kuran-ı Kerim’in de Lazca’ya hâkim ehil bir ekip tarafından tercüme edilip yayımlanması temennisiyle, bir sonraki makalemde buluşmak üzere sağlıcakla kalın.


(12 III 2020)
Ali İhsan Aksamaz
aksamaz@gmail.com
           


https://sonhaber.ch/luk%cc%86a-incili-lazca-olarak-yayimlandi/

http://circassiancenter.com/tr/luka-incili-lazca-olarak-yayimlandi/https://hyetert.org/2020/03/12/luk%CC%86a-incili-lazca-olarak-yayimlandi/?

fbclid=IwAR2FIICsk6zfaCwbbDXyIWGiFoslQ6AvT98APwfKstAVeti-KCF4VXe5mlI

https://haber.sat7turk.com/luk%cc%86a-incili-lazca-olarak-yayimlandi/

https://www.kitapyurdu.com/yazar/ali-ihsan-aksamaz/367.html

7 Mart 2020 Cumartesi

“Kafkasya Masalları”






“Kafkasya Masalları”



“Masal”, Arapça kökenli bir kelime. TDK Sözlüğü şöyle açıklıyor:

Genellikle halkın yarattığı, hayale dayanan, sözlü gelenekte yaşayan, çoğunlukla insanlar, hayvanlar ile cadı, cin, dev, peri vb. varlıkların başından geçen olağanüstü olayları anlatan edebî tür.”

TDK Sözlüğü’nün masala ilişkin bu açıklamasına şu bilgiyi de eklemek yanlış olmaz:

“Masallar, bir halkın geçmişteki üretim, mülkiyet ve paylaşım ilişkilerinin izlerini de bir şekilde taşır.”

Türk Masalı denilince, aklımıza ilk olarak, bu alanda değerli çalışmalar yapmış olan Eflâtun Cem Güney, Pertev Naili Boratav ve Tahir Alangu gelir. Bu makalemde sizlere Türkiye’de yayımlanmış Çeçen, Abaza, Laz ve Çerkes masal kitaplarına ilişkin kısaca bilgi vereceğim: Siracdin Elmurzayev’in “Çeçen Masalları”, Viladimir Meremkul’un “Abaza Halkının Masalları”, Munir Yılmaz Avcı’nın “Laz Masalları” ve M. Yasin Çelikkıran’ın “Çerkes Masalları”. Büyük ölçüde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde derlenmiş ve yayımlanmış ve sonraki yıllarda da Türkiye’de kitaplaştırılmış Çeçen, Abaza, Laz ve Çerkes masallarından kısaca bahsedeceğim.




“ÇEÇEN MASALLARI”


Siracdin Elmurzayev’in “Çeçen Masalları” adlı eserini Çeçence’den Türkçe’ye değerli araştırmacı-yazar- eğitimci Tarık Cemal Kutlu kazandırdı. Kitap, “Okyanus Yayınları’dan çıktı.

Siracdin Elmurzayev’in “Çeçen Masalları” adlı kitabından ilginizi çekecek birkaç satır:

Derisinde tüy kalmamış, gücünü kuvvetini yitirmiş, artık kurbanını avlayamayacak kadar yaşlanıp çirkinleşmiş olan kurt, kendi kendisine şöyle demiş: ‘Dünyada pek fazla günah işledim. Sayılamayacak kadar keçi-koyun boğdum. Nice at ve sığır öldürdüm. İnsanlara da fazlasıyla zararım dokundu. Allah günahlarımı bağışlamazsa mezarda yatacak yer bulamam. Neredeyse bunayacağım.’

Kocamış kurdun aklına Hicaz’a gitmek gelir. Başına bir sarık geçirir ve ortalıkta dolaşmaya başlar.  “Hacı Kurt’a yiyecek vermek sevaptır,” diye düşünen herkesin kendisini besleyeceğini sanır. Kurt, huşu içinde zikirlerle Hicaz’a gitmek üzere yola çıkar.”

Araştırmacı-yazar- eğitimci Tarık Cemal Kutlu’nun “Çeçen Masalları” adın taşıyan bir başka çalışmasının da “Anka Yayınları”ndan yayımlandığı burada belirtmeliyim.



“ABAZA HALKININ MASALLARI”


A. N. Genko, 1929’dan 1934’e kadar Abazaca’nın dilbilgisini ortaya çıkarmak için çalışmalar yürütür. İlk derleme masalları, “Çerkes Khapşı” adlı gazetede 1940’da yayımlanır.

Vladimir Meremkul’un “Abaza Halkının Masalları” adlı kitabını Türkçe’ye değerli araştırmacı-yazar Özdemir Özbay kazandırdı. Bu eşsiz çalışma, “Kaf-Dav Yayınları”ndan çıktı.

Vladimir Meremkul, uzun yıllar boyunca Abaza Halkı arasında derleme çalışmaları yapar. Vladimir Meremkul’un sabırla yürüttüğü derleme çalışmalarının sonucunda da bu kitapta yer alan masallar gün yüzüne çıkmış olur.

Alan çalışmaları sırasında Vladimir Meremkul, anlatıcı kaynak kişilerin diyalekt ve aksanlarını da olduğu gibi kayıt altına alır ve aynı şekilde de kitap yayımlanır.



“LAZ MASALLARI”

“Laz Masalları/ Lazuri Parametepe” Munir Yılmaz Avcı’nın adıyla “Sorun Yayınları”ndan çıktı. Munir Yılmaz Avcı’nın bir Aydın olarak en önemli özelliklerinden birisi Türkiye’de ilk Lazca  şiir kitabını, ilk Lazca-Türkçe Dilbilgisi kitabını ve ilk Lazca romanı yazmış ve yayınlatmış olmasıdır.

“Laz Masalları/ Lazuri Parametepe”, Munir Yılmaz Avcı ve Nizamettin Alkumru'nun çocukluklarında büyüklerinden de duydukları masalların yanısıra, Georges Dumézil'in “Contes Lazes” (Paris, 1937) ve “Documents Anatoliens-IV” (Paris, 1967);  Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin 15 cumhuriyetinden biri olan Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nden Guram Kartozia'nın “Lazuri Tekstebi” (Tiflis, 1972) ve “Lazuri Tekstebi-II” (Tiflis, 1993) ile Natela Kutelia, Sergi Cikia ve Zurab Tandilava'nın “Lazuri Paramitepe” (Tiflis, 1982) adlı kitaplarından masalları da içeriyor. Kitabın redaktörlüğünü Ali İhsan Aksamaz yapıyor. Kitap, Lazca ve Türkçe olmak üzere iki bölümden oluşuyor.




“ÇERKES MASALLARI”


“Çerkes Masalları” adlı çalışma, “Kaf-Dav Yayınları”ndan çıktı. Kitabı Türkçe’ye çeviren değerli araştırmacı- yazar Mehmet Yasin Çelikkıran’ın bir Aydın olarak en önemli özelliklerinden biri de dünyadaki ilk Adığece-Türkçe ve Türkçe-Adığece sözlükleri hazırlayıp yayınlatmış olmasıdır.

“Çerkes Masalları” adlı kitapta yer alan masal ve halk söylenceleri, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin 15 cumhuriyetinden biri olan Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlı Adığey Cumhuriyeti’nin  “Sosyal Bilimler Araştırma Enstitüsü” tarafından derlenmiş. Saha çalışmalarıyla derlenen bu masal ve halk söylenceleri, değerli bilim insanı Xhut Şemseddin öncülüğündeki bir ekip tarafından düzenlenir ve 1990’da da Maykop’ta “Adıge Pşısexer / Adıge Masalları”  adıyla kitaplaştırılır.  Değerli araştırmacı- yazar Mehmet Yasin Çelikkıran, Maykop’ta önceden yayımlanmış bu kitaptan bazı masalları seçerek Türkçe’ye çevirir. Böylece de “Çerkes Masalları” kültür hayatımıza kazandırılmış olur.


Yukarıda kısaca tanıttığım masal kitaplarının yanı sıra Yaşar Bağ’ın “Çerkes Masalları”( Okyanus), Nurdoğan Abaşişi’nin “Laz Halk Masalları” (Kolkhis), Meremkul Viladimir/ Özdemir Özbay’ın “Abaza Masalları” (Kafdav) ve Sergey Zuhba/ Papapha Mahinur Tuna’nın “Abhaz Masalları” (Kafdav) adlı masal kitaplarını da okumalı, çocuklarınız ve torunlarınız için kitaplığınızda bulundurmalısınız. Kitapları, internet üzerinden satış yapan sitelerden kolaylıkla sipariş edebilirsiniz.


Bir sonraki makalemde buluşmak üzere sağlıcakla kalın!


(26 XII 2019)
Ali İhsan Aksamaz

6 Mart 2020 Cuma

Ambarepe Çkini - 1






https://www.youtube.com/watch?v=n_xvjwH_Blo

https://www.kitapyurdu.com/yazar/ali-ihsan-aksamaz/367.html


1.LAZCA METİNLER:                                                                             

https://aliihsanaksamaz.blogspot.com/2025/01/lazca-metinler-1910-lazuri-tekstepe.html

 

2./ A: LAZCA METİNLER:

https://aliihsanaksamaz.blogspot.com/search?q=T%C3%9CRK%C3%87E%2F+LAZCA+MASALLAR-+1%3A+KRAL+VE+BA%C4%9ECI

2./ B: LAZCA METİNLER: https://aliihsanaksamaz.blogspot.com/search?q=Kral+ve+%C3%87oban

 

2./ C: LAZCA METİNLER:

https://aliihsanaksamaz.blogspot.com/search?q=+2%29+%E2%80%9CCad%C4%B1+Ohai%E2%80%9D%2C+

 

2./ D: LAZCA METİNLER:

https://aliihsanaksamaz.blogspot.com/search?q=Ke%C3%A7i+ve+Kurt

 


ŞANGULİ’NİN EVLÂDI FAİK AKSAMAZ








ŞANGULİ’NİN EVLÂDI FAİK AKSAMAZ








SUNUŞ

Yakın geçmişe kadar Doğu Karadeniz Bölgesi,  Çarlık Rusyası ile Osmanlı Devleti’nin rekabet ve çatışma alanlarından bir tanesiydi. Günümüzde bu bölge; tarihi, coğrafyası, demografisi ile üretim, mülkiyet ve paylaşım ilişkileri bakımından diğer bölgelere göre birçok farklılığı da sinesinde barındırır.
Oyun kurucu büyük devletlerin rekabet ve çatışmaları, Doğu Karadeniz Bölgesi insanlarının kaderlerini büyük ölçüde etkilemiştir. 1828 – 1829 Osmanlı- Rus Harbi, 93 Harbi olarak da bilinen 1877 -1878 Osmanlı – Rus Harbi, Birinci Dünya Savaşı ve ardından Çarlık Rusyası ordularının Doğu Karadeniz’i işgal etmeleri ve 1917 Sovyet Devrimi, yöre insanının kaderini toplumsal ve bireysel açıdan etkiledi: Muhacirlik, sürgün, katliam, eşkıyalık, karşılıklı kırımlar, ölüm, kan, gözyaşı, kıtlık, yoksulluk, haksızlık, hastalık, iç göçler…




Lazlar eskiden de ekmek parası kazanmak için gurbete gidiyorlardı. Gurbet; Batum, Anaklia, Oçamçire, Gudauta, Sohum, Kiev idi.
Ardından gelen ‘yeni’ dönemde ise Türkiye içine kapandı. Doğu Karadeniz Bölgesi ve insanları da bu içe kapanış döneminde kendi paylarına düşen olumsuzlukları yaşadı: Kıtlık, hastalık, çaresizlik, eğitimsizlik.
Bu ‘yeni’ dönemle birlikte artık gurbet, büyük ölçüde İstanbul idi.






Yöre insanlarının yaşadığı bütün bu olumsuzlukları babam da yaşadı. Babam, 1931’de Ardeşen’in Şanguli Köyü’nde dünyaya gelmiş. Çay tarımı ve bu tarımın getirdiği görece refahın nimetlerinden henüz faydalanamamış Doğu Karadeniz’in bir köyünde doğmuş. Elektrik, telefon, yol ve okul-eğitimin olmadığı bir köyde…  Gündelik ihtiyaçları karşılamaya ve ancak hayatta kalmaya yetebilecek nafaka üretiminin yapıldığı bir köy. Mısır, karalâhana, birkaç çeşit sebze, meyve ile keçi ve tavuktan elde edilebilen gıdalarla sürdürülebilen hayatlar. Yolun bile olmadığı köyden yaya olarak Ardeşen’e ancak altı saatte gidilebilen ve altı saatte de Şanguli’ye dönülebilen yıllar. Babası, o iki buçuk yaşındayken sıtmadan hayatını kaybediyor. On yaşında ise annesini kaybediyor.





On dört yaşında yeni gurbet İstanbul’a geliyor. Burada hiç kimsesi yok. Askerlik, evlilik, çocuklar… Hayata tutunuyor. Dik duruyor.
 Ayakta kalmayı başarıyor. Alın teriyle sürdürülen ve kiralık evlerde geçen bir hayat. Sendikacılık, kooperatifçilik ve siyasî faaliyetler derken günümüzde seksenli yaşlarının ikinci yarısını sürdürüyor babam.  Tek geliri olan emekli maaşıyla yaşıyor.
Babası, her çocuğun gözünde ilk kahramandır. Benim için de öyle… Ancak bu çalışmayı yapmamın nedeni, Faik Aksamaz’ın yalnızca babam olmasından kaynaklanmıyor.  Onun toplumsal mücadelenin içinde adsız bir nefer oluşu ve haksızlıklara karşı hep dik duruşu bu kitabı ortaya çıkardı.
Bu kitabın dili Lazca. Yani, babamın anadili. Babam gibi, dik durabilen dünün çocukları için, bugünün umut yüklü çocukları için ve atalarının diline sahip çıkabilecek yarının çocukları için hazırladık bu kitabı.
İnsanlık 20. yüzyılda da büyük acılar yaşadı. 21. yüzyılın,  insanlığın yüzyılı olması dileğiyle…


(06 I 2018)
ALİ İHSAN AKSAMAZ
aksamaz@gmail.com

“Romani nç̆aralobaşi irişen ʒ̆oxlemxtimu noʒ̆ile ren!”

      “Romani nç̆aralobaşi irişen ʒ̆oxlemxtimu noʒ̆ile ren!”     [ Goʒ̆otkvala : Ma A. Cengiz Bukeri doviçini dido ʒ̆anapeş ʒ̆oxle...