Bilinçli Olarak Geciktirilmiş Bir Değinme
“1964’te, Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nde
Lazistan (Tarih, Coğrafya, Etnografya Araştırmaları) özgün başlığıyla
yayımlanan kitabın Türkçe çevirisi Lazlar’ın
Tarihi adıyla, 1992’de Ant Yayınları tarafından kültür hayatımıza
kazandırıldı.(1)
Yayımcı,
kitaba olan yoğun ilgiyi şöyle anlatıyordu:(2) “Türkiye’de Laz sayısı çok
değil. Doğu Karadeniz’de 100 bin kişi ya var ya yoklar. Bu sayıyı dikkate
alarak kitabı yayımlarken çok düşündük. Ama sonuç beni şaşırttı. Şimdiye kadar
Çerkesler’le, Aleviler’le, Kürtler’le ilgili kitaplar yayımladım. Diyebilirim
ki, onların nicel ağırlıklarına rağmen, kendilerine yönelik kitaplara Lazlar
kadar ilgi göstermediler. Türkiye’de 20 milyon Alevi var. Alevilik’le ilgili
kitaba 100 bin Laz’ın Lazlar’ın Tarihi’ne gösterdiği ilgiyi göstermedi.
Türkiye’nin dört bir yanından telefon yağıyor. Birçok yerde adam bürokrat,
genel müdür vb. özel şoförünü gönderip kitap aldırıyor. Bu dönem yayıncılıkta
kitap siparişi bitti, hele tek kitap siparişi hiç yoktur. Ne var ki, ben Anadolu’nun
dört bir yanından aldığım tek kitap siparişinden bezdim.”
Ruşen
Çakır, kitap hakkındaki duygularını şöyle aktarıyordu: (3) “... Bir gece vakti
Beyoğlu’ndaki bir sergide, Vanilişi ve Tandilava’nın kitabını gördüm. Kapağında
kemençeli bir Laz resmi, arka kapağında ise davul çalan bir Laz genci. Ant
yayınlarından çıkan kitabı hemen satın aldım. İstiklal Caddesi’nde okumaya
başlayıp, dolmuşta devam ettim. Hem de göstere göstere ... yazım ve Türkçe
yanlışlarıyla doluydu. Ama tüm bunlar önemine gölge düşürmüyordu. Her geçen
gün, kendi diline, kültürüne, tarihine yabancılaşan, uzak düşen bir halkın
yeniden kimliğini keşfetmesi için bir kapıyı sonuna kadar açıyordu...
Kimliklerinin epey uzağına düşmüş olan Lazlar’ın bir kültürel rönesans
yaşayacaklarını söylemek hiç de kahinlik olmayacaktır...”
Trabzon’da
“Ülkücü Gençlik” imzasıyla dağıtılan bildiride ise şunlar yazıyordu:(4)
“Muhterem Trabzonlular, su uyur düşman uyumaz. Nasıl ki
1800’lü yıllarda İngiltere’deki Başpapazlık’a (?) bağlı bir papaz (?)
Birmingham şehrindeki Kürtler’in tarihini ve alfabesini senaryo edip yazmışsa
(?) bugün de, bundan 5 yıl önce yine aynı şehirden (Birmingham) bir profesör
(?) Karadeniz’e gelir, inceler ve yazar (?). Bu seferki Karadeniz’in ve
Lazlar’ın tarihi. Londra’da vatan haini bölücülerle her türlü parasal desteği
vererek anlaşan Rumlar Karadeniz’de bir Rum Pontus Devleti kurmanın hayalleri
içinde...”
Kitaba
ilginç bir yaklaşım da Sebahattin Önkibar’dan geldi:(5)
“... Pusulanın adı: Lazların Tarihi kitabıdır. Kitabın
yazıldığı tarih: 1974’tür. Basıldığı yer: Sovyet Haber Alma Teşkilatı KGB’nin
özel baskı merkezidir...” (Lazistan
Safsatası, Türkiye Gazetesi, 2 Şubat 1993)
Kitabın
Lazlar hakkında empoze etmeye çalıştığı “bilgiler”, bazı çevreler tarafından
hiç sorgulanmadan doğru kabul edildi. Kitap ciddi bir kaynak gibi görülerek,
Lazlarla ilgili makale ve kitapların bir numaralı dayanağı haline getirildi.
Böylelikle, Lazların etnik köken, dil ve tarihlerine ilişkin demagojilerin
yayılmasına bir anlamda yardımcı olundu.(6)
Hâlâ
kendilerini Soğuk Savaş döneminin, gerçeğe dayanmayan anlamsız ve Türkiye’nin
her açıdan aleyhine olan söylemlerinden kurtaramayan, yoktan günah keçileri
yaratma konusunda oldukça deneyimli olan çevreler ise, kitabı eleştirmek
yerine, dillerini ve kültürlerini yaşatmak isteyen aydınların siyasi ve
ayrılıkçı olmayan çabalarına malum üsluplarıyla yüklendi. Farklılıkları ortaya
koyarak, birlikte yaşama kararlılığını pekiştirmek onlara göre bölücülüktü.(7)
Şüphesiz
kitap, bazı konulardaki demagojilerine rağmen, önemli bir kilometre taşı olmuş
ve bir tartışmayı başlatmıştır. Kitabın Gürcüce baskısında, dipnotlar ve kaynak
adları bulunmasına rağmen, Türkçe çevirisinde neden bu dipnotlara ve kaynak
adlarına yer verilmediği ise çevirmenin hanesine yazılması gereken
eksilerdendir.
Bu
makalede, kitapta ileri sürülen bazı iddialar üzerinde duracak ve gerçeğin ne
olduğu delilleriyle ortaya koymaya çalışacağım.(8)
Lazistan Kırallığı (!)
“Lazistan Kırallığı’nın kuruluşu, Laz ve ya Tçani kavminin
tarihi eski Kolheti kavmi ile yakından ilişkilidir. Bilindiği gibi Kolheti
Kırallığı’nın nüfusunu esas Gürcü boylarından Laz-Tçanlar ile Manral-Megreller
(Egrisliler) teşkil ediyordu.”
Kitaptan
aktarılan, yukarıdaki alıntıda üzerinde durulması gereken ilk nokta, bölüm
başlığıdır: “Lazistan Kırallığı’nın kuruluşu”. Tarihin hiçbir döneminde, ne
Doğu Karadeniz ve ne de Güneydoğu Karadeniz yöresinde adı Lazistan olan bir
kırallık kurulmuştur. Anlaşıldığı kadarıyla yazarlar (veya çevirmen) Lazika
Kırallığı ile Lazistan Sancağını birbirine karıştırıyor.
Gürcü
ve Abhaz-Abaza kaynaklarında Egrisi Kırallığı, Roma ve Bizans kaynaklarında ise
Lazika Kırallığı(9) olarak geçen
kırallık, M.S. 2.yüzyılda bugün Batı Gürcüstan olarak bilinen coğrafyada yerel
siyasi birimlerin kesin biçimini alması sonucunda ortaya çıktı. Lazika
Kırallığı, 4. yüzyılda güçlendi ve Apsilialıları, Abasgları ve Svanları
yönetimi altına aldı. Lazika Kırallığı,(10)
Kolheti Kırallığı’nın mirasçısıydı. 5. ve 6. yüzyıl Bizans tarihçileri,
Kolhların Lazlar veya Kolha’nın (Kolheti) da Lazika olduğunu yazmıştır.
Kolheti, yaklaşık olarak bugünkü Gagra sınırından Çoruh ağzına kadar uzanan
bölgeyi kapsıyordu.(11)
Milattan
öncesine dayanan çeşitli yazılı kaynaklar, Güneydoğu Karadeniz Bölgesi’nde
yaşayan, birbiriyle kaynaşmış ve Kolheti vadisinde yaşayanların akrabaları olan
kabileleri zikreder. Gerek Güney Kafkasya’da etno oluşumlarını tamamlayıp
devlet olan ve sonradan topluca göç edip Güneydoğu Karadeniz yöresine yerleşen
Megrel-Lazlar ve gerekse de ‘Ç’ani’nin değişik telaffuzu olan Tzan ile
adlandırılan ve Lazların ikiz boyu(12)
olan Makronlar, Kolheti Kültürü’nün insanlarıydı.
Kolhlarla
Elenler arasında, Karadeniz havzası bölgesi bir rekabet bölgesiydi. Kolhların
yayılma alanı batıya doğru Karadeniz’in güney kıyıları boyunca uzanıyordu.
Kuzeyde ise Kırım’a değin faaliyet gösteriyorlardı. Kolheti yönetim alanı bugün
Türkiye’nin sınırları dışında kalan bölgeden başlamak üzere, Doğu Karadeniz
kıyıları boyunca uzanırken, Kolheti kültür alanı Güneydoğu Karadeniz kıyılarını
izleyerek “Trabzon”a kadar uzanıyordu.(13)
Altıncı
yüzyıldan itibaren Kolh yerine Laz olarak adlandırılan Lazlar, Lazika
Kırallığı’nın güçlenmesi sonucu, Çoruh’u aşarak Güneydoğu Karadeniz Bölgesi’ne
yöneldi ve bölgeye kitlesel olarak göç etti. Pontus Kıralı 2. Polemon,
kırallığını Lazlar’dan koruyabilmek için hükümetini Romalılar’a teslim etti.
Kırallığı Roma’nın bir eyaleti haline geldi. Bu eyalete Pontus Polemonyakos adı
verildi.(14)
“Trabzon”un
doğusundan Çoruh yatağına kadar olan bölge, Lazlar’ın yoğun olarak yaşadıkları bir
bölge haline gelmesine rağmen, Lazika Krallığının yönetin alanı dışında
kalmıştı.
Günümüzde
Lazların yoğun olarak yaşadıkları Güneydoğu Karadeniz yöresinde “Laz” adını
taşıyan yönetsel bir birimin oluşturulmasının geçmişi ancak 1204 yılına
rastlar. Bu yönetim birimi “Theme De Grande Lazia” adını taşıyordu ve
1461’e kadar yaşadı.(15)
Bölgenin
Osmanlı yönetimi altına girmesinden sonra, Lazia Teması yönetsel birimi değişik
adla devam etti. 1519’da “Trabzon”, Batumi’nin de dahil edilmesiyle ayrı bir
eyalet haline getirildi.(16) Bu
bölgeyi 1640 yılında dolaşmış olan Evliya Çelebi, eyaletin beş sancağı
bulunduğunu yazar: Canik, Trabzon, Gönye (Gonio), Aşağı Batumi ve Yukarı
Batumi. Lazistan’ın merkezi Gönye idi. Kazaları ise Atina, Sumla, Viçe ve
Arhaviydi. Osmanlı yönetimi, Güneydoğu Karadeniz yöresini yönetsel birimlere
ayırmıştı. Koch, 15 Laz derebeyliğini sayar: Atina (Pazar, iki), Bulep,
Artaşin, Viçe, Kapiste, Arhavi, Kisse, Hopa, Makriali, Batumi, Maraditi,
Perlevan ve Çat derebeylikleri.
1851’de
Acara çevresi, Yukarı Gurya ile birlikte, kurulmuş olan Lazistan Sancağı’na
bağlandı.(17)
1877-1878
(93) Osmanlı Rus savaşları sonucu Batumi’nin Ruslar’ın eline geçmesiyle
birlikte, Lazistan Sancağı’nın merkezi Batumi’den Rize’ye taşındı.
Görüldüğü
üzere, gerek bugün Türkiye sınırları dışında kalan ve Batı Gürcüstan olarak
bilinen coğrafyada ve gerekse de bugün büyük ölçüde Türkiye sınırları içinde
kalan yörede, kitapta iddia edildiği gibi Lazistan Kırallığı adıyla bir
kırallık tarih sahnesinden geçmemiştir.
Lazlar Gürcü mü?
Sadece
en baştaki alıntı değil, kitabın birçok yerinde ısrarla ve adeta okurları
şartlandırmak istercesine, “... esas
Gürcü boylarından olan Lazlar ve Megreller...” ifadesi geçmektedir.
Lazlar
ve Megreller’in, Gürcü olmadıklarını bizzat Gürcü kaynakları ortaya
koymaktadır.
En
eski destanî ve resmi Gürcü tarihi sayılan Kartlis Çkhovreba’nın ilk bölümünde,
Karadeniz- Hazar Denizi ve Azak Denizi ile Van Gölü arasındaki kesimlerde
yaşayan, sekiz ayrı kavimden her birinin Nuh-Nebi oğlu Yafes oğlu, Targam adlı
atadan türedikleri anlatılıyor.
Kartlis
Çkvoreba’ya göre;(18) bu sekiz
kardeşin her biri, ülkesindeki kavmin ulu atası olmuştur. Bunların adları ve
ulu atası oldukları kavimler şöyledir:
1. Hayos : Ermenilerin
atası.
2. Kartlos: Tiflis
ili bölgesindeki İber-Kartveli/ Gürcülerin atası.
3. Bardos: Berdalıların
atası.
4. Movakan: Muganların
atası.
5. Lekos: Lezgi
ve Çeçenlerin atası.
6. Hero: Heret
(Kahetlerin) atası.
7. Kavkas: Çerkes
ve Abhazların atası.
8. Egros: Megrel-Lazların
atası.
Lazika Kırallığı’nın Rioni havzasının güney kesimi, 5. ve 6.
yüzyıldaki Bizans-Pers savaşları nedeniyle, Megrel-Laz nüfusunun tamamına
yakının yitirmişti. Bu yüzden, Arap istilacılardan etkilenen Gürcüler, Kartli
(İberya/ bugünkü Doğu Gürcüstan)’den kitlesel olarak göç ederek, bugün Batı
Gürcüstan olarak bilinen Lazika Kırallığı yönetsel alanına yerleştiler. Böylece
günümüzde Müslümanları Laz, Hıristiyanları Megrel olarak adlandırılan
Megrel-Lazlar arasında Gürcülerden oluşan ve yine günümüz Gurya/Acara olarak
bilinen tempon bölge oluştu.(19)
O
dönemlerden beri Megreller ve Laz arasındaki çok yakın dil benzerliğine rağmen,
yüzyıllar boyunca kendi mecralarında yaşadılar.
Bugün
Batı Gürcüstan olarak bilinen coğrafyanın Gürcülerle tanışması çok sonradan
olmuştur. İber/ Kartveli/ Gürcü Kıralı 1.Vakhtang (450-503), Pers
egemenliğinden çıkarak bağımsız davranıyordu. Persler, üzerine ordu gönderince,
Kartveli/Gürcü Kıralı 1.Vakhtang, 483 yılında başkenti Tiflis’i bırakarak
Lazika’ya sığınmıştı. Kartvelilerin / Gürcülerin, Lazika Kırallığı coğrafyasına
geçişi, 646’da Araplar’ın Tiflis’i ele geçirmeleriyle yoğunluk kazanmıştır.(20)
7.
yüzyıl Ermeni kaynaklarından olan Coğrafya’da,
Karadeniz’in doğu ve güneydoğusundaki kavimler, “Trabzon”a kadar kıyı boyunca
şöyledir:
1. Megreller (Hıristiyan Lazlar)
2. Akriuge (Acarlar)
3. Lazlar
4. Ç’aniler (Lazların ikiz boyu)
Ayrıca unutulmaması gereken bir nokta da, M.Ö.4. yüzyılda
bugünkü Gürcüstan’ın Kartveli (Gürcü) olmayan kavimler ile meskûn güneybatı
bölgesi, Perslere vergi vermekle beraber, İberya/ Kartveli/ Gürcüstan’dan
tamamıyla ayrı ve bağımsız bir devlet halinde bulunuyordu. Bugünkü Batı Gürcüstan
bölgesinin güneybatısı yani, bugün Acaristan olarak adlandırılan Çoruh ve
Batumi yöresi Bizanslılar’ın elinde kalmakta devam ediyordu. Abhazya gibi, burası
da İber/ Gürcü/ Kartveliler’den tamamıyla başka(21) bir kavim olan Lazlarla meskûndu.
M.Ö.
1. yüzyıldan sonra, Kolheti (Lazika) ve Kartli (İberya/ Gürcüstan) arasında,
birbiri üzerine egemenlik kurmayı amaçlayan sürekli savaşlar yaşandı. Bu
savaşlar sonucunda Roma İmparatorluğu bölgeye askeri müdahalelerde bulundu.
Romalı saldırganlar, Güney Kafkasya’ya girdiklerinde, burada üç kırallık
bulunuyordu. Kolheti (Lazika/ Egrisi) Kırallığı, Kartli (İberya/ Gürcüstan)
Kırallığı ve Albanya Kırallığı.(22)
“Abhaz”,
Ran, Kahet, Sometlerin Kıraliçesi Tamara (1184-1213) döneminde, Karadeniz’den
Hazar denizi’ne kadar olan bölgede yaşayan çok farklı etnik kökenlerden halklar
gönüllü konfederal bir yapılanmaya gitti. Kıraliçe Tamara, Haçlı Seferleri ve
Bizans Sarayı’ndaki iktidar çatışmalarından ustalıkla yararlandı. Bizans
üzerine giden konfederal ordu, Güneydoğu Karadeniz bölgesinde yaşayan Lazların
da aktif desteğiyle Çoruh’tan başlamak üzere tüm Pontus’u ele geçirdi. Kıraliçe
Tamara’nın unvanı “Abhaz”, Ran, Kahet, Sometler’in Kıraliçesi idi. Günümüzde
atfedilmeye çalışıldığı gibi “Gürcü”, “Gürcüstan” Kıraliçesi’ değil.(23)
Yukarıda
vermeye çalıştığım bilgilerden de anlaşılacağı üzere, Gürcüler, Megreller,
Lazlar, Svanlar, Acarlar, Abhazlar, Abazalar Güney Kafkasya’nın bugün olduğu
gibi, o dönemlerde de kardeş halklarıydı. Böyle olmasaydı, günümüzde bile
varlıklarını devam ettirebilmeleri mümkün olur muydu?
Rusların
Kafkasya’ya girebilmeleri, Cengiz Han’ın oğulları tarafından kurulan Altınordu
Devleti’nin mirasçısı durumundaki Moğol Hanlıklarının ortadan kalkması sonucu
gerçekleşebildi. Ruslar’ın 16. yüzyılda Astrahan Hanlığı’nı ele geçirmeleri,
onlara Hazar Denizi’ne ulaşmalarının yolunu açtı. Rusya-İran sınırı uzunca bir
süre Terek Nehri’yle çizildi. Batıda, Osmanlılar’ın Kırım Hanlığı’nı korumaları
Kırım’ın da Çerkesleri ve diğer Kafkasya halklarını korumalarını sağladı.
Osmanlılar, 1774’te Osmanlı-Rus Anlaşmasıyla Kırım üzerindeki haklarını
kaybetti. Kırım, 1783’te Ruslar’ın eline geçti.
Rusların
Kafkasya’da etkili olmaya başlamalarından önce, 17. yüzyılda, bugün Gürcüstan
olarak bilinen coğrafyada üç kırallık bulunuyordu. Başkenti Tiflis olan
Kartli Kırallığı; kuzeydoğuda Kahetya Kırallığı ve batıda Kutaisi civarını
elinde bulunduran İmereti Kırallığı. Bu kırallıkların ilk ikisi İranlılar’ın,
sonuncusu da Osmanlılar’ın denetimindeydi. Doğru Karadeniz kıyıları, adı geçen
bu üç kırallığın egemenlik alanı dışındaydı. Kuzeyde Soçi-Sohumi arası
Abhazya’ya; Sohumi-Poti arası Megrelya’ya; güneyde Poti-Batumi arası Gurya’ya
aitti. Bu üç prenslik Osmanlı’ya haraçla bağlıydı. Güneybatıda ise Samtshe ve
Saatabego prenslikleri vardı. Bu prensler, zamanla İslâmiyet’i benimsedi ve
Osmanlı’ya doğrudan bağlı birer valilik haline geldi.(24)
Gürcüler,
Transkafkasya’da ilk ayak basabilecekleri yeri Çarlık Rusyası’na verdiklerinden
dolayı bir anlamda sorumludurlar. Büyük Katerina’nın Rusyasıyla yaptıkları 1783
Georgievsk Anlaşması ile Gürcü askeri yolunun açılmasına ortam hazırlamış
oldular.(25)
1783’te
Kırım’ı ilhak etmelerinden sonra, Ruslar ertesi yıl Petrovsk’u ve kentin
Dağıstan’daki art bölgesini işgal ettiler ve Kaheti’yi de kendine bağlamış olan
Kartli (Gürcüstan) Kırallığını korumaları altına aldılar. Ruslar, Viladikafkas
kentini kurdular ve Gürcüstan ile doğrudan ilişki kurmalarına imkan veren
Daryali Boğazı’nı açtılar. Son Kartli (Gürcüstan) kıralı ölürken yaptığı
vasiyetle kırallığını Rusya’ya bıraktı. 1803’te Megrelya, 1804’te İmereti ve
Gurya, 1856’da Svaneti Rusya’nın egemenliğine geçti.(26)
Görüldüğü
üzere, 19. yüzyıla gelindiğinde bile, değil Gürcü boyu (!!!) Megreller’den,
Lazlar’dan, Svanlar’dan ve Acarlar’dan, bugünkü Gürcüstan coğrafyasından
bahsetmek mümkün değildi.
Aslında
kitap sadece gerçeklerle değil, bazen kendisiyle de çelişiyor. Kitapta birçok
yerde “...T’çanlar Gürcü ırk grubunun bir
üyesidir...” “Güneyli Gürcü kökenli Tçan-Lazlar.... Kuzeyli Gürcü kökenli
Megreller...”; “...Laz Gürcüleri...”; “...Gürcü soyundan Lazlar...” (s.10,
34, 36, 40) gibi ifadelere yer veriliyorsa da, “...Gürcü kırallarından biri nedense Lazlara saldırmış, ülkeyi orta
yerinden ayırıp aralarına esas Gürcü boylarından aileleri yerleştirmiş...”
(s .61) ve “.. Doğu ve güneydoğu yönünde
yaşayan Müslüman Gürcülerdir. Bunlar arasında Gürcüleşmiş Lazlar da vardır...”
(s.72) gibi, kendileriyle çelişkili ifadelere de yer verilmektedir.
Eğer
kitabın başından beri iddia ettiği gibi, Lazlar Gürcüyse (!) nasıl bir daha Gürcüleşmiş
(!) oluyorlar ve esas (!) Gürcü kim?
Gürcüce
konuşan Acarlar bile, Gürcü olmadıklarını belirtirken, anadilleri Gürcüce
olmayan, Megrel-Lazlar, Svanlar nasıl Gürcü (!) oluyor?(27)
Bu
noktada sözü, İznik’te faaliyet gösteren Batum ve Havalisi Kültür Derneği’nin
yayın organına bırakıyorum:(28)
“Sovyet Gürcistan’ın Moskova’dan kaynaklanan şovenist
politikaları nedeniyle Acarlar’ın 1929 sonrası etnik, dini, kültürel, tarihi
kimlikleri yok sayılmış ve Acarlar’ın Gürcüler’den ayrı bir halk olduğu unutturulmaya
çalışılmıştır. Aynı şekilde Gürcistan SSC içinde yaşayan Abhaz, Oset, Svan,
Megrel ve Lazlar’ın da Acarlar gibi Gürcü kimliğinin bir parçası olduğu
yıllarca savunulmuştur.
SSCB döneminde Moskova yönetimi, sürekli olarak Çarlık
Rusyası ordularından kaçıp Anadolu’ya yerleşmiş olan Acarlara, Gürcü kimliği
aşılamaya ve Türkiye’de bir tür beşinci kol yaratmaya çalışmıştır. Moskova
kaynaklı bu sistemli politikalar, Acaristan-Türkiye arasında demirperde
yönetiminden kaynaklanan bilgi ve iletişim yetersizliğinden dolayı kısmen
başarılı olmuştur. Acaristan Acarları, milli kimliklerin Gürcistan SSC
şovenizmine karşı korumaya çalışırken, Türkiye’de yaşayan bir kısım yarı aydın
Acar, Moskova’nın propaganda rüzgarlarına kapılarak, Acar kimliğini bırakıp, Gürcü
kimliğini doğal bir şekilde kabul etmiştir.
Sarp Sınır Kapısı’nın açılması ve SSCB’nin dağılması ile
birlikte Acaristan ile Türkiye arasındaki demirperdenin kalkması sonrası
sınırın iki yakasında yaşayan Acarlar gerçekler ile karşılaşmaya başlamış, yıllarca
Moskova’dan Gürcü kimliğini empoze etme propagandalarının asılsızlığını
göremeye başlamışlardır...”
Megrelce ve Lazca Gürcüce’nin diyalekti mi?
Bilindiği
gibi, dilbilimciler, Güney Kafkasya dil ailesinin üç ayrı dile ayrıldığı
konusunda hemfikirdir. Bu üç dil, Gürcüce, Svanca ve Zanca’dır. Kolheti Dili(29) olarak da bilinen Zan Dili,
Megrelce ve Lazca olarak iki kola ayrılır.(30)
Kitap,
(Lazlar’ın Tarihi) Lazca ve Megrelce
ile ilgili, bu bilimsel tespiti aynen aktarmaktadır: “...Laz lisanı yakın akrabası olan Megrel lisanı yanında az çok
farklılıklar göstermektedir...”; “...Laz ve Megrelce metinlerin
karşılaştırılması, bu iki lehçenin tek bir dilin öğeleri olduğunu ortaya
koymuştur...”; “...Kırsal kesim Lazcasının Megrelce’den pek farkı yok gibidir...”;
“Bugün Laz Megrel lehçelerinin tek bir lisan Zanca’nın iki ayrı ağzı olduğu hususunda
ihtilaf kalmamıştır...” (s.59, 61, 78, 79.)
Ancak
kitap, demagojik ifadeleri kullanmaktan da geri durmuyor: “Bu dil
(Lazca) Gürcüce’nin bir diyalektidir...”; “...Bizim dilimiz (Lazca) Gürcüce’nin
bir lehçesidir...”; ‘“..Zanca’nın... Gürcüce’nin ta kendisi olduğunu söylemeye
gerek olduğunu sanmıyorum...” (s. 56, 70, 79)
Bu
demagojik ifadelere, Megrel aydını Nugzar Dzhodhua bir anlamda şöyle karşılık
veriyor:(31)
“Çocuklarınız ve torunlarınızla konuşurken, onlara hangi
dille hitap ettiğinizi sorabilir miyim? (Megrelce mi Gürcüce mi?)...
Haziran 1990’da, Londra’da toplanan 5. Avrupa Kafkasoloji
Kongresi toplantıları yapıldı. Sunulan tebliğlerden biri Megrelce ve Lazcaya
ayrılmıştı. Kardeş dil lazca’nın Türkiye’deki durumu gibi Megrelce’nin de
Gürcistan’da yok sayıldığı konuları, tebliğin tartışılan noktalarındandı...
... Eğer bir Megrel çocuğu Gürcüce’yi okulda öğrenemezse,
çocuğun anadili Megrelce olduğu için, Gürcüce’yi hiçbir zaman
öğrenemeyecektir...
Hiçbir tarihçi, dilbilimci, dil bilgini veya herhangi bir
dalda uzman kişi Megreller’in Gürcü olduğunu ispatlayamaz. Megreller
kendilerini Gürcü kabul etmeye (Sovyet periyodunda) zorlandı ve işte bu yüzden,
bugün ya da yarın ağırlığını hissetirecek ve uzunca bir süre de etkili olacak
Megrelya ve Megreller sorunu bunca yıl sıcak kalmıştır...”
Türkiye’deki
bir grup “Gürcü aydını” tarafından yayımlanan Çveneburi Dergisi’nde de Lazlar’ın
Tarihi adlı kitabın Megrelce ve Lazca’nın, Gürcüce’nin bir diyalekti olduğu
(!) iddiasını çürüten şu ifadelere rastlıyoruz:(32)
“... Bazı dilbilimciler Laz-Megrel ve Svan dillerini,
Gürcüce’den ayrı bir dil değil, Gürcüce’nin lehçeleri olarak kabul eder. Ancak
bir Gürcü’nün, bu diller arasındaki temel yapı benzerliklerine karşın,
Laz-Megrel ve Svan dillerini anlaması mümkün değildir...”
Stockholm
Üniversitesi öğretim üyelerinden Joakim Enwall da, Megrelce ile ilgili şu
aktarmayı yapıyor:(33)
“... Megrelce, bilim tarafından (Marr, Tsagareli, Kipşidze
ve diğerleri) ispatlanmış bir dildir... Megrel köylüsü Megrelce konuşur ve bu
dille yaşar... Madem ki Megrel köylüsü daha iyi bir dili bilmiyor, Megrelce’yi
kullanmalıdır...”
Kitapta,
“...Laz lisanının köreltilip
Osmanlıca’nın hakim kılınması...”; “...padişah buyruğuyla Laz lisanı, devlet
dairelerinde olduğu gibi, aile arasında da kullanılması yasaklandı. Lazların
her yerde ve aile arasında Türkçe konuşmaları zorunlu hale getirildi... Bunca
ağır Osmanlı baskısı altında artık Laz anadili ve kültürünü yaşatmak
olanaksızdı.”; “.. Hopa’da Faik Efendi... Sultan Hamid döneminde bir Laz
Alfabesi vücuda getirilmesi için girişimde bulunmuş... yakalayıp zindana
kapatmışlar... Ailesini başka illere sürmüşler, buldukları belgeleri ateşe
vermişler...” (s. 61, 71) gibi tarihsel gerçeklere temas edilirken,
Gürcistan SSC’de yaşayan Lazlar’ın 1920’lerden itibaren “kültürel haklar”a
sahip oldukları, “Lazca anadil okulları”nın da bulunduğu, dillerinde gazete,
kitaplar çıktığı ve 1930’lu yılların sonlarında bu kültürel haklarının
ellerinden alındığı, Lazca okullar direktörü İskender T’sitaşi’nin katledildiği
gibi gerçeklere hiç temas edilmiyor. Günümüzde tüm canlılığıyla yaşayacak olan
Laz Edebiyatı’nın neden engellendiği, bunun Gürcü-Laz kardeşliğine ne gibi
zarar vereceği, kitabın ilgi alanında olmayan (!) konulardır.(34)
Kitabın
hiç değinmediği konulardan bir tanesi de, Megrelce’ye karşı Sovyet periyordunda
izlenen zalimane uygulamadır.(35)
1914’te,
St. Petersburg’da N. Marr tarafından planlanan filoloji programının bir sonucu
olarak, Megrelce’nin zamanın en mükemmel Kafkas dili olarak tanımlandığı
Kipşidze’nin Grammatika Mingrel’skogo
(İverskogo) Jazuka sxrestomateju i Sloveram adlı kitap oldukça önemlidir.
1
Mart 1930’da, 1932’den itibaren Megrelce günlük olarak yayımlanacak olan Kazakişi Gazeti (Köylü’nün gazetesi)
yayın hayatına başladı. Bu gazete, hiç Gürcüce bilmeyen veya çok az Gürcüce
bilen Megrelya köylüsüne yeni ideoloji ve sosyal gelişmeler hakkında bilgi
vermek amacıyla yayına başladı.
İddia
edildiği gibi geçen yüzyılın sonlarında bütün Megreller, Gürcüce bilmiş
olsalardı, 1930’larda parti yerel komitesinin yayın organı olan böyle bir
gazeteye gerek kalmayacaktı. Kazakişi
Gazeti, 1 Ocak 1936 tarihine kadar tamamı Megrelce olarak yayımlandı. Ancak
bu tarihten sonra adı değiştirildi. Komunari
oldu ve yarı Megrelce yarı-Gürcüce yayın hayatına devam etti. Komunari, 22 Temmuz 1938 tarihine kadar
yayın hayatına devam etti. Bu tarihte Komunari
adı değiştirildi ve tamamen Gürcüce olarak yayımlanmaya başladı. Mebrjoli (Gürcüce “Savaşçı”) adını aldı.(36)
Kitap,
geçmişte Lazca ve Megrelce’nin yazılı edebiyat dilleri olmalarının engellenmesine
hiç değinmediği gibi, “...Rusların ...
hataları... Rus kesimindeki Lazistan halkına kendi öz lisanları Gürcüce ile
tedrisat göstermek yerine... onları... Rus lisanıyla okutmalarıydı... “ (s.63-64)
diyerek şoven yüzünü ortaya çıkarıyor.
Laz Tehciri
Kitabın
belirttiği gerçeklerden biri de, Lazların tarihsel olarak yaşadıkları
coğrafyadan tehcir edilmiş olmalarıdır:
“… yerli Laz unsuru ise Anadolu’nun uzak semtlerine
sürülmeye başlandı...”; “... 1810 yılında tüm Lazistan nüfusu 600 binden fazla
iken bunun 400 bini yurtlarından uzaklaştırılmış, kalan 200 bini halen eski
yerlerinde yaşamaktadır...” (s.55,
59)
Kitabı
Türkçe’ye çeviren kişi tarafından, Türkçe’ye kazandırılan “Kazakistan’a Sürülen
Lazlar” başlıklı makalede anlatılan Laz tehciri ve nedenlerinden, kitapta
nedense (!) hiç bahsedilmiyor.
Bakın,
“Kazakistan’a Sürülen Lazlar” başlıklı makalede neler yazıyor:(37)
“...1949 yılında, Doğu Gürcistan’da Meskhi Gürcüleri’nin
başında patlayan bomba bu kez Batı Gürcüstan’daki Laz halkının başında
dolaşmaya başladı... Lazlar da beş yıl önce Meskhiler’in çıkarıldıkları ölüm
yolculuğuna çıkarıldı. Meskhiler’in uğratıldıkları jenosite uğratıldılar.
Lazlar’ın cesetleri, Kazakistan Çölü’ndeki Meskhiler’in kemikleri üzerine ilave
edildi. Kazakistan ölüm yolu, insanlık dışı yaşam koşulları
nedeniyle Laz nüfusunun yarısını kendine kurban etti. Menzile ancak yarısı
ulaşabildi.
Laz Halkı, bugün yaşadıkları yörenin yerli etnik adıyla
anılıyor. Kimisine Türk, kimisine Kazak, kimisine Özbek adı yakıştırıldı.
Toplam nüfusları da 20 bine indirgendi...
Sürgüne gönderilen Laz ailelerinin çocukları 40 yıldan
fazladır, Rus, kazak, Özbek okullarında okutuluyor. Artık bunların anadillerini
unutmuş olmaları hayret edilecek işlerden olamaz...
Lazlar’ın sürgün nedeni, bugüne kadar anlaşılabilmiş
değildir. Bunu kimin düşündüğü, kime ne kazandırdığı, Lazlar’ın suçunun ne
olduğu ortaya çıkmış değil...”
Kitap
yalnızca sıradan insanın aklını karıştırmakla, Laz Dili ve Kültürü’ne karşı
olan Soğuk Savaş Dönemi endeksli çevrelere iyi (!) bir malzeme olmakla kalmadı,
aynı zamanda SSCB’nin çöküşüyle konu sıkıntısı çeken ve etnik kültürlerle
birden ilgileri kabaran çevrelere de başvuru kitabı haline gelerek,
yanlışlıkları yazılı olarak aktarılır oldu. Ancak, Ogni Dergisi’nin 1993’te yayın hayatına başlaması, Lazlarla ilgili
ciddi yayınların kamuoyunun bilgisine sunulması ve eskiden kapalı bir kutu olan
SSCB’nin 15 cumhuriyetinde yaşayan halklarla ilgili olarak kendilerine resmî
tarih empoze edilen bilim adamlarının önündeki engellerin kalkması, bu alanda
bilimsel araştırma ve çalışmaların yolunu açmıştır. Bu gelişmeler, şüphesiz
şovenist eğilimlerin kırılmasında önemli olmuştur.
Lazlar’ın Tarihi
türü, demagojik propaganda içeren, “Soğuk Savaş Dönemi” amaçlarına uygun olarak
hazırlanmış böyle bir kitap yerine, 1920’lerde yazılı edebiyat dili haline
getirilme süreci başlayan Lazca ile ilgili, o dönemlerde yayımlanmış olan
gazete, dergi ve kitapların tozlu arşiv raflarından indirilerek kamuoyuna
kazandırılması, Lazca’nın neden yazılı edebiyat dili olma sürecinin
engellendiği konularına değinen çalışmaların yapılması daha etkili olmaz mıydı?
Yazan:
Ali İhsan Aksamaz, Tarih ve Toplum Dergisi,
sayı 161, İletişim Yayınları, İstanbul, Mayıs
1997.
Kaynak: Ali İhsan Aksamaz, Doğu
Karadenizde Resmî İdeolojiler Kuşatması, 1. Baskı, Sorun Yayınları, 2003; 2.
Baskı, Belge Yayınları, İstanbul, 2012.
aksamaz@gmail.com
https://www.demokrathaber.org/yasam/kafkasya-abhazlar-gurculer-lazlar-h2141.html
https://kutuphane.tbmm.gov.tr/cgi-bin/koha/opac-search.pl?q=ccl=an%3A501986&sort_by=relevance_dsc&limit=au:Aksamaz,%20Ali%20%C4%B0hsan
https://www.demokrathaber.org/yasam/kafkasya-abhazlar-gurculer-lazlar-h2141.html
https://kutuphane.tbmm.gov.tr/cgi-bin/koha/opac-search.pl?q=ccl=an%3A501986&sort_by=relevance_dsc&limit=au:Aksamaz,%20Ali%20%C4%B0hsan