30 Eylül 2019 Pazartesi

Bilinçli Olarak Geciktirilmiş Bir Değinme















Bilinçli Olarak Geciktirilmiş Bir Değinme



            “1964’te, Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nde Lazistan (Tarih, Coğrafya, Etnografya Araştırmaları) özgün başlığıyla yayımlanan kitabın Türkçe çevirisi Lazlar’ın Tarihi adıyla, 1992’de Ant Yayınları tarafından kültür hayatımıza kazandırıldı.(1)
Yayımcı, kitaba olan yoğun ilgiyi şöyle anlatıyordu:(2) “Türkiye’de Laz sayısı çok değil. Doğu Karadeniz’de 100 bin kişi ya var ya yoklar. Bu sayıyı dikkate alarak kitabı yayımlarken çok düşündük. Ama sonuç beni şaşırttı. Şimdiye kadar Çerkesler’le, Aleviler’le, Kürtler’le ilgili kitaplar yayımladım. Diyebilirim ki, onların nicel ağırlıklarına rağmen, kendilerine yönelik kitaplara Lazlar kadar ilgi göstermediler. Türkiye’de 20 milyon Alevi var. Alevilik’le ilgili kitaba 100 bin Laz’ın Lazlar’ın Tarihi’ne gösterdiği ilgiyi göstermedi. Türkiye’nin dört bir yanından telefon yağıyor. Birçok yerde adam bürokrat, genel müdür vb. özel şoförünü gönderip kitap aldırıyor. Bu dönem yayıncılıkta kitap siparişi bitti, hele tek kitap siparişi hiç yoktur. Ne var ki, ben Anadolu’nun dört bir yanından aldığım tek kitap siparişinden bezdim.”
Ruşen Çakır, kitap hakkındaki duygularını şöyle aktarıyordu: (3) “... Bir gece vakti Beyoğlu’ndaki bir sergide, Vanilişi ve Tandilava’nın kitabını gördüm. Kapağında kemençeli bir Laz resmi, arka kapağında ise davul çalan bir Laz genci. Ant yayınlarından çıkan kitabı hemen satın aldım. İstiklal Caddesi’nde okumaya başlayıp, dolmuşta devam ettim. Hem de göstere göstere ... yazım ve Türkçe yanlışlarıyla doluydu. Ama tüm bunlar önemine gölge düşürmüyordu. Her geçen gün, kendi diline, kültürüne, tarihine yabancılaşan, uzak düşen bir halkın yeniden kimliğini keşfetmesi için bir kapıyı sonuna kadar açıyordu... Kimliklerinin epey uzağına düşmüş olan Lazlar’ın bir kültürel rönesans yaşayacaklarını söylemek hiç de kahinlik olmayacaktır...”
Trabzon’da “Ülkücü Gençlik” imzasıyla dağıtılan bildiride ise şunlar yazıyordu:(4)
“Muhterem Trabzonlular, su uyur düşman uyumaz. Nasıl ki 1800’lü yıllarda İngiltere’deki Başpapazlık’a (?) bağlı bir papaz (?) Birmingham şehrindeki Kürtler’in tarihini ve alfabesini senaryo edip yazmışsa (?) bugün de, bundan 5 yıl önce yine aynı şehirden (Birmingham) bir profesör (?) Karadeniz’e gelir, inceler ve yazar (?). Bu seferki Karadeniz’in ve Lazlar’ın tarihi. Londra’da vatan haini bölücülerle her türlü parasal desteği vererek anlaşan Rumlar Karadeniz’de bir Rum Pontus Devleti kurmanın hayalleri içinde...”
Kitaba ilginç bir yaklaşım da Sebahattin Önkibar’dan geldi:(5)
“... Pusulanın adı: Lazların Tarihi kitabıdır. Kitabın yazıldığı tarih: 1974’tür. Basıldığı yer: Sovyet Haber Alma Teşkilatı KGB’nin özel baskı merkezidir...” (Lazistan Safsatası, Türkiye Gazetesi, 2 Şubat 1993)
Kitabın Lazlar hakkında empoze etmeye çalıştığı “bilgiler”, bazı çevreler tarafından hiç sorgulanmadan doğru kabul edildi. Kitap ciddi bir kaynak gibi görülerek, Lazlarla ilgili makale ve kitapların bir numaralı dayanağı haline getirildi. Böylelikle, Lazların etnik köken, dil ve tarihlerine ilişkin demagojilerin yayılmasına bir anlamda yardımcı olundu.(6)
Hâlâ kendilerini Soğuk Savaş döneminin, gerçeğe dayanmayan anlamsız ve Türkiye’nin her açıdan aleyhine olan söylemlerinden kurtaramayan, yoktan günah keçileri yaratma konusunda oldukça deneyimli olan çevreler ise, kitabı eleştirmek yerine, dillerini ve kültürlerini yaşatmak isteyen aydınların siyasi ve ayrılıkçı olmayan çabalarına malum üsluplarıyla yüklendi. Farklılıkları ortaya koyarak, birlikte yaşama kararlılığını pekiştirmek onlara göre bölücülüktü.(7)
Şüphesiz kitap, bazı konulardaki demagojilerine rağmen, önemli bir kilometre taşı olmuş ve bir tartışmayı başlatmıştır. Kitabın Gürcüce baskısında, dipnotlar ve kaynak adları bulunmasına rağmen, Türkçe çevirisinde neden bu dipnotlara ve kaynak adlarına yer verilmediği ise çevirmenin hanesine yazılması gereken eksilerdendir.
Bu makalede, kitapta ileri sürülen bazı iddialar üzerinde duracak ve gerçeğin ne olduğu delilleriyle ortaya koymaya çalışacağım.(8)



            Lazistan Kırallığı (!)
“Lazistan Kırallığı’nın kuruluşu, Laz ve ya Tçani kavminin tarihi eski Kolheti kavmi ile yakından ilişkilidir. Bilindiği gibi Kolheti Kırallığı’nın nüfusunu esas Gürcü boylarından Laz-Tçanlar ile Manral-Megreller (Egrisliler) teşkil ediyordu.”
Kitaptan aktarılan, yukarıdaki alıntıda üzerinde durulması gereken ilk nokta, bölüm başlığıdır: “Lazistan Kırallığı’nın kuruluşu”. Tarihin hiçbir döneminde, ne Doğu Karadeniz ve ne de Güneydoğu Karadeniz yöresinde adı Lazistan olan bir kırallık kurulmuştur. Anlaşıldığı kadarıyla yazarlar (veya çevirmen) Lazika Kırallığı ile Lazistan Sancağını birbirine karıştırıyor.
Gürcü ve Abhaz-Abaza kaynaklarında Egrisi Kırallığı, Roma ve Bizans kaynaklarında ise Lazika Kırallığı(9) olarak geçen kırallık, M.S. 2.yüzyılda bugün Batı Gürcüstan olarak bilinen coğrafyada yerel siyasi birimlerin kesin biçimini alması sonucunda ortaya çıktı. Lazika Kırallığı, 4. yüzyılda güçlendi ve Apsilialıları, Abasgları ve Svanları yönetimi altına aldı. Lazika Kırallığı,(10) Kolheti Kırallığı’nın mirasçısıydı. 5. ve 6. yüzyıl Bizans tarihçileri, Kolhların Lazlar veya Kolha’nın (Kolheti) da Lazika olduğunu yazmıştır. Kolheti, yaklaşık olarak bugünkü Gagra sınırından Çoruh ağzına kadar uzanan bölgeyi kapsıyordu.(11)
Milattan öncesine dayanan çeşitli yazılı kaynaklar, Güneydoğu Karadeniz Bölgesi’nde yaşayan, birbiriyle kaynaşmış ve Kolheti vadisinde yaşayanların akrabaları olan kabileleri zikreder. Gerek Güney Kafkasya’da etno oluşumlarını tamamlayıp devlet olan ve sonradan topluca göç edip Güneydoğu Karadeniz yöresine yerleşen Megrel-Lazlar ve gerekse de ‘Ç’ani’nin değişik telaffuzu olan Tzan ile adlandırılan ve Lazların ikiz boyu(12) olan Makronlar, Kolheti Kültürü’nün insanlarıydı.
Kolhlarla Elenler arasında, Karadeniz havzası bölgesi bir rekabet bölgesiydi. Kolhların yayılma alanı batıya doğru Karadeniz’in güney kıyıları boyunca uzanıyordu. Kuzeyde ise Kırım’a değin faaliyet gösteriyorlardı. Kolheti yönetim alanı bugün Türkiye’nin sınırları dışında kalan bölgeden başlamak üzere, Doğu Karadeniz kıyıları boyunca uzanırken, Kolheti kültür alanı Güneydoğu Karadeniz kıyılarını izleyerek “Trabzon”a kadar uzanıyordu.(13)
Altıncı yüzyıldan itibaren Kolh yerine Laz olarak adlandırılan Lazlar, Lazika Kırallığı’nın güçlenmesi sonucu, Çoruh’u aşarak Güneydoğu Karadeniz Bölgesi’ne yöneldi ve bölgeye kitlesel olarak göç etti. Pontus Kıralı 2. Polemon, kırallığını Lazlar’dan koruyabilmek için hükümetini Romalılar’a teslim etti. Kırallığı Roma’nın bir eyaleti haline geldi. Bu eyalete Pontus Polemonyakos adı verildi.(14)
“Trabzon”un doğusundan Çoruh yatağına kadar olan bölge, Lazlar’ın yoğun olarak yaşadıkları bir bölge haline gelmesine rağmen, Lazika Krallığının yönetin alanı dışında kalmıştı.
Günümüzde Lazların yoğun olarak yaşadıkları Güneydoğu Karadeniz yöresinde “Laz” adını taşıyan yönetsel bir birimin oluşturulmasının geçmişi ancak 1204 yılına rastlar.   Bu yönetim birimi “Theme De Grande Lazia” adını taşıyordu ve 1461’e kadar yaşadı.(15)
Bölgenin Osmanlı yönetimi altına girmesinden sonra, Lazia Teması yönetsel birimi değişik adla devam etti. 1519’da “Trabzon”, Batumi’nin de dahil edilmesiyle ayrı bir eyalet haline getirildi.(16) Bu bölgeyi 1640 yılında dolaşmış olan Evliya Çelebi, eyaletin beş sancağı bulunduğunu yazar: Canik, Trabzon, Gönye (Gonio), Aşağı Batumi ve Yukarı Batumi. Lazistan’ın merkezi Gönye idi. Kazaları ise Atina, Sumla, Viçe ve Arhaviydi. Osmanlı yönetimi, Güneydoğu Karadeniz yöresini yönetsel birimlere ayırmıştı. Koch, 15 Laz derebeyliğini sayar: Atina (Pazar, iki), Bulep, Artaşin, Viçe, Kapiste, Arhavi, Kisse, Hopa, Makriali, Batumi, Maraditi, Perlevan ve Çat derebeylikleri.
1851’de Acara çevresi, Yukarı Gurya ile birlikte, kurulmuş olan Lazistan Sancağı’na bağlandı.(17)
1877-1878 (93) Osmanlı Rus savaşları sonucu Batumi’nin Ruslar’ın eline geçmesiyle birlikte, Lazistan Sancağı’nın merkezi Batumi’den Rize’ye taşındı.
Görüldüğü üzere, gerek bugün Türkiye sınırları dışında kalan ve Batı Gürcüstan olarak bilinen coğrafyada ve gerekse de bugün büyük ölçüde Türkiye sınırları içinde kalan yörede, kitapta iddia edildiği gibi Lazistan Kırallığı adıyla bir kırallık tarih sahnesinden geçmemiştir.



Lazlar Gürcü mü?

Sadece en baştaki alıntı değil, kitabın birçok yerinde ısrarla ve adeta okurları şartlandırmak istercesine, “... esas Gürcü boylarından olan Lazlar ve Megreller...” ifadesi geçmektedir.
Lazlar ve Megreller’in, Gürcü olmadıklarını bizzat Gürcü kaynakları ortaya koymaktadır.
En eski destanî ve resmi Gürcü tarihi sayılan Kartlis Çkhovreba’nın ilk bölümünde, Karadeniz- Hazar Denizi ve Azak Denizi ile Van Gölü arasındaki kesimlerde yaşayan, sekiz ayrı kavimden her birinin Nuh-Nebi oğlu Yafes oğlu, Targam adlı atadan türedikleri anlatılıyor.
Kartlis Çkvoreba’ya göre;(18) bu sekiz kardeşin her biri, ülkesindeki kavmin ulu atası olmuştur. Bunların adları ve ulu atası oldukları kavimler şöyledir:
1. Hayos : Ermenilerin atası.
2. Kartlos: Tiflis ili bölgesindeki İber-Kartveli/ Gürcülerin atası.
3. Bardos: Berdalıların atası.
4. Movakan: Muganların atası.
5. Lekos: Lezgi ve Çeçenlerin atası.
6. Hero: Heret (Kahetlerin) atası.
7. Kavkas: Çerkes ve Abhazların atası.
8. Egros: Megrel-Lazların atası.
            Lazika Kırallığı’nın Rioni havzasının güney kesimi, 5. ve 6. yüzyıldaki Bizans-Pers savaşları nedeniyle, Megrel-Laz nüfusunun tamamına yakının yitirmişti. Bu yüzden, Arap istilacılardan etkilenen Gürcüler, Kartli (İberya/ bugünkü Doğu Gürcüstan)’den kitlesel olarak göç ederek, bugün Batı Gürcüstan olarak bilinen Lazika Kırallığı yönetsel alanına yerleştiler. Böylece günümüzde Müslümanları Laz, Hıristiyanları Megrel olarak adlandırılan Megrel-Lazlar arasında Gürcülerden oluşan ve yine günümüz Gurya/Acara olarak bilinen tempon bölge oluştu.(19)
O dönemlerden beri Megreller ve Laz arasındaki çok yakın dil benzerliğine rağmen, yüzyıllar boyunca kendi mecralarında yaşadılar.
Bugün Batı Gürcüstan olarak bilinen coğrafyanın Gürcülerle tanışması çok sonradan olmuştur. İber/ Kartveli/ Gürcü Kıralı 1.Vakhtang (450-503), Pers egemenliğinden çıkarak bağımsız davranıyordu. Persler, üzerine ordu gönderince, Kartveli/Gürcü Kıralı 1.Vakhtang, 483 yılında başkenti Tiflis’i bırakarak Lazika’ya sığınmıştı. Kartvelilerin / Gürcülerin, Lazika Kırallığı coğrafyasına geçişi, 646’da Araplar’ın Tiflis’i ele geçirmeleriyle yoğunluk kazanmıştır.(20)
7. yüzyıl Ermeni kaynaklarından olan Coğrafya’da, Karadeniz’in doğu ve güneydoğusundaki kavimler, “Trabzon”a kadar kıyı boyunca şöyledir:

1. Megreller (Hıristiyan Lazlar)
2. Akriuge (Acarlar)
3. Lazlar
4. Ç’aniler (Lazların ikiz boyu)
            Ayrıca unutulmaması gereken bir nokta da, M.Ö.4. yüzyılda bugünkü Gürcüstan’ın Kartveli (Gürcü) olmayan kavimler ile meskûn güneybatı bölgesi, Perslere vergi vermekle beraber, İberya/ Kartveli/ Gürcüstan’dan tamamıyla ayrı ve bağımsız bir devlet halinde bulunuyordu. Bugünkü Batı Gürcüstan bölgesinin güneybatısı yani, bugün Acaristan olarak adlandırılan Çoruh ve Batumi yöresi Bizanslılar’ın elinde kalmakta devam ediyordu. Abhazya gibi, burası da İber/ Gürcü/ Kartveliler’den tamamıyla başka(21) bir kavim olan Lazlarla meskûndu.
M.Ö. 1. yüzyıldan sonra, Kolheti (Lazika) ve Kartli (İberya/ Gürcüstan) arasında, birbiri üzerine egemenlik kurmayı amaçlayan sürekli savaşlar yaşandı. Bu savaşlar sonucunda Roma İmparatorluğu bölgeye askeri müdahalelerde bulundu. Romalı saldırganlar, Güney Kafkasya’ya girdiklerinde, burada üç kırallık bulunuyordu. Kolheti (Lazika/ Egrisi) Kırallığı, Kartli (İberya/ Gürcüstan) Kırallığı ve Albanya Kırallığı.(22)
“Abhaz”, Ran, Kahet, Sometlerin Kıraliçesi Tamara (1184-1213) döneminde, Karadeniz’den Hazar denizi’ne kadar olan bölgede yaşayan çok farklı etnik kökenlerden halklar gönüllü konfederal bir yapılanmaya gitti. Kıraliçe Tamara, Haçlı Seferleri ve Bizans Sarayı’ndaki iktidar çatışmalarından ustalıkla yararlandı. Bizans üzerine giden konfederal ordu, Güneydoğu Karadeniz bölgesinde yaşayan Lazların da aktif desteğiyle Çoruh’tan başlamak üzere tüm Pontus’u ele geçirdi. Kıraliçe Tamara’nın unvanı “Abhaz”, Ran, Kahet, Sometler’in Kıraliçesi idi. Günümüzde atfedilmeye çalışıldığı gibi “Gürcü”, “Gürcüstan” Kıraliçesi’ değil.(23)
Yukarıda vermeye çalıştığım bilgilerden de anlaşılacağı üzere, Gürcüler, Megreller, Lazlar, Svanlar, Acarlar, Abhazlar, Abazalar Güney Kafkasya’nın bugün olduğu gibi, o dönemlerde de kardeş halklarıydı. Böyle olmasaydı, günümüzde bile varlıklarını devam ettirebilmeleri mümkün olur muydu?
Rusların Kafkasya’ya girebilmeleri, Cengiz Han’ın oğulları tarafından kurulan Altınordu Devleti’nin mirasçısı durumundaki Moğol Hanlıklarının ortadan kalkması sonucu gerçekleşebildi.  Ruslar’ın 16. yüzyılda Astrahan Hanlığı’nı ele geçirmeleri, onlara Hazar Denizi’ne ulaşmalarının yolunu açtı. Rusya-İran sınırı uzunca bir süre Terek Nehri’yle çizildi. Batıda, Osmanlılar’ın Kırım Hanlığı’nı korumaları Kırım’ın da Çerkesleri ve diğer Kafkasya halklarını korumalarını sağladı. Osmanlılar, 1774’te Osmanlı-Rus Anlaşmasıyla Kırım üzerindeki haklarını kaybetti. Kırım, 1783’te Ruslar’ın eline geçti.
Rusların Kafkasya’da etkili olmaya başlamalarından önce, 17. yüzyılda, bugün Gürcüstan olarak bilinen coğrafyada üç kırallık bulunuyordu.  Başkenti Tiflis olan Kartli Kırallığı; kuzeydoğuda Kahetya Kırallığı ve batıda Kutaisi civarını elinde bulunduran İmereti Kırallığı. Bu kırallıkların ilk ikisi İranlılar’ın, sonuncusu da Osmanlılar’ın denetimindeydi. Doğru Karadeniz kıyıları, adı geçen bu üç kırallığın egemenlik alanı dışındaydı. Kuzeyde Soçi-Sohumi arası Abhazya’ya; Sohumi-Poti arası Megrelya’ya; güneyde Poti-Batumi arası Gurya’ya aitti. Bu üç prenslik Osmanlı’ya haraçla bağlıydı. Güneybatıda ise Samtshe ve Saatabego prenslikleri vardı. Bu prensler, zamanla İslâmiyet’i benimsedi ve Osmanlı’ya doğrudan bağlı birer valilik haline geldi.(24)
Gürcüler, Transkafkasya’da ilk ayak basabilecekleri yeri Çarlık Rusyası’na verdiklerinden dolayı bir anlamda sorumludurlar. Büyük Katerina’nın Rusyasıyla yaptıkları 1783 Georgievsk Anlaşması ile Gürcü askeri yolunun açılmasına ortam hazırlamış oldular.(25)
1783’te Kırım’ı ilhak etmelerinden sonra, Ruslar ertesi yıl Petrovsk’u ve kentin Dağıstan’daki art bölgesini işgal ettiler ve Kaheti’yi de kendine bağlamış olan Kartli (Gürcüstan) Kırallığını korumaları altına aldılar. Ruslar, Viladikafkas kentini kurdular ve Gürcüstan ile doğrudan ilişki kurmalarına imkan veren Daryali Boğazı’nı açtılar. Son Kartli (Gürcüstan) kıralı ölürken yaptığı vasiyetle kırallığını Rusya’ya bıraktı. 1803’te Megrelya, 1804’te İmereti ve Gurya, 1856’da Svaneti Rusya’nın egemenliğine geçti.(26)
Görüldüğü üzere, 19. yüzyıla gelindiğinde bile, değil Gürcü boyu (!!!) Megreller’den, Lazlar’dan, Svanlar’dan ve Acarlar’dan, bugünkü Gürcüstan coğrafyasından bahsetmek mümkün değildi.
Aslında kitap sadece gerçeklerle değil, bazen kendisiyle de çelişiyor. Kitapta birçok yerde “...T’çanlar Gürcü ırk grubunun bir üyesidir...” “Güneyli Gürcü kökenli Tçan-Lazlar.... Kuzeyli Gürcü kökenli Megreller...”; “...Laz Gürcüleri...”; “...Gürcü soyundan Lazlar...” (s.10, 34, 36, 40) gibi ifadelere yer veriliyorsa da, “...Gürcü kırallarından biri nedense Lazlara saldırmış, ülkeyi orta yerinden ayırıp aralarına esas Gürcü boylarından aileleri yerleştirmiş...” (s .61) ve “.. Doğu ve güneydoğu yönünde yaşayan Müslüman Gürcülerdir. Bunlar arasında Gürcüleşmiş Lazlar da vardır...” (s.72) gibi, kendileriyle çelişkili ifadelere de yer verilmektedir.
Eğer kitabın başından beri iddia ettiği gibi, Lazlar Gürcüyse (!) nasıl bir daha Gürcüleşmiş (!) oluyorlar ve esas (!) Gürcü kim?
Gürcüce konuşan Acarlar bile, Gürcü olmadıklarını belirtirken, anadilleri Gürcüce olmayan, Megrel-Lazlar, Svanlar nasıl Gürcü (!) oluyor?(27)
Bu noktada sözü, İznik’te faaliyet gösteren Batum ve Havalisi Kültür Derneği’nin yayın organına bırakıyorum:(28)
“Sovyet Gürcistan’ın Moskova’dan kaynaklanan şovenist politikaları nedeniyle Acarlar’ın 1929 sonrası etnik, dini, kültürel, tarihi kimlikleri yok sayılmış ve Acarlar’ın Gürcüler’den ayrı bir halk olduğu unutturulmaya çalışılmıştır. Aynı şekilde Gürcistan SSC içinde yaşayan Abhaz, Oset, Svan, Megrel ve Lazlar’ın da Acarlar gibi Gürcü kimliğinin bir parçası olduğu yıllarca savunulmuştur.
SSCB döneminde Moskova yönetimi, sürekli olarak Çarlık Rusyası ordularından kaçıp Anadolu’ya yerleşmiş olan Acarlara, Gürcü kimliği aşılamaya ve Türkiye’de bir tür beşinci kol yaratmaya çalışmıştır. Moskova kaynaklı bu sistemli politikalar, Acaristan-Türkiye arasında demirperde yönetiminden kaynaklanan bilgi ve iletişim yetersizliğinden dolayı kısmen başarılı olmuştur. Acaristan Acarları, milli kimliklerin Gürcistan SSC şovenizmine karşı korumaya çalışırken, Türkiye’de yaşayan bir kısım yarı aydın Acar, Moskova’nın propaganda rüzgarlarına kapılarak, Acar kimliğini bırakıp, Gürcü kimliğini doğal bir şekilde kabul etmiştir.
Sarp Sınır Kapısı’nın açılması ve SSCB’nin dağılması ile birlikte Acaristan ile Türkiye arasındaki demirperdenin kalkması sonrası sınırın iki yakasında yaşayan Acarlar gerçekler ile karşılaşmaya başlamış, yıllarca Moskova’dan Gürcü kimliğini empoze etme propagandalarının asılsızlığını göremeye başlamışlardır...



Megrelce ve Lazca Gürcüce’nin diyalekti mi?

Bilindiği gibi, dilbilimciler, Güney Kafkasya dil ailesinin üç ayrı dile ayrıldığı konusunda hemfikirdir. Bu üç dil, Gürcüce, Svanca ve Zanca’dır. Kolheti Dili(29) olarak da bilinen Zan Dili, Megrelce ve Lazca olarak iki kola ayrılır.(30)
Kitap, (Lazlar’ın Tarihi) Lazca ve Megrelce ile ilgili, bu bilimsel tespiti aynen aktarmaktadır: “...Laz lisanı yakın akrabası olan Megrel lisanı yanında az çok farklılıklar göstermektedir...”; “...Laz ve Megrelce metinlerin karşılaştırılması, bu iki lehçenin tek bir dilin öğeleri olduğunu ortaya koymuştur...”; “...Kırsal kesim Lazcasının Megrelce’den pek farkı yok gibidir...”; “Bugün Laz Megrel lehçelerinin tek bir lisan Zanca’nın iki ayrı ağzı olduğu hususunda ihtilaf kalmamıştır...” (s.59, 61, 78, 79.)
Ancak kitap, demagojik ifadeleri kullanmaktan da geri durmuyor:  “Bu dil (Lazca) Gürcüce’nin bir diyalektidir...”; “...Bizim dilimiz (Lazca) Gürcüce’nin bir lehçesidir...”; ‘“..Zanca’nın... Gürcüce’nin ta kendisi olduğunu söylemeye gerek olduğunu sanmıyorum...” (s. 56, 70, 79)
Bu demagojik ifadelere, Megrel aydını Nugzar Dzhodhua bir anlamda şöyle karşılık veriyor:(31)
“Çocuklarınız ve torunlarınızla konuşurken, onlara hangi dille hitap ettiğinizi sorabilir miyim? (Megrelce mi Gürcüce mi?)...
Haziran 1990’da, Londra’da toplanan 5. Avrupa Kafkasoloji Kongresi toplantıları yapıldı. Sunulan tebliğlerden biri Megrelce ve Lazcaya ayrılmıştı. Kardeş dil lazca’nın Türkiye’deki durumu gibi Megrelce’nin de Gürcistan’da yok sayıldığı konuları, tebliğin tartışılan noktalarındandı...
... Eğer bir Megrel çocuğu Gürcüce’yi okulda öğrenemezse, çocuğun anadili Megrelce olduğu için, Gürcüce’yi hiçbir zaman öğrenemeyecektir...
Hiçbir tarihçi, dilbilimci, dil bilgini veya herhangi bir dalda uzman kişi Megreller’in Gürcü olduğunu ispatlayamaz. Megreller kendilerini Gürcü kabul etmeye (Sovyet periyodunda) zorlandı ve işte bu yüzden, bugün ya da yarın ağırlığını hissetirecek ve uzunca bir süre de etkili olacak Megrelya ve Megreller sorunu bunca yıl sıcak kalmıştır...
Türkiye’deki bir grup “Gürcü aydını” tarafından yayımlanan Çveneburi Dergisi’nde de Lazlar’ın Tarihi adlı kitabın Megrelce ve Lazca’nın, Gürcüce’nin bir diyalekti olduğu (!) iddiasını çürüten şu ifadelere rastlıyoruz:(32)
“... Bazı dilbilimciler Laz-Megrel ve Svan dillerini, Gürcüce’den ayrı bir dil değil, Gürcüce’nin lehçeleri olarak kabul eder. Ancak bir Gürcü’nün, bu diller arasındaki temel yapı benzerliklerine karşın, Laz-Megrel ve Svan dillerini anlaması mümkün değildir...”
Stockholm Üniversitesi öğretim üyelerinden Joakim Enwall da, Megrelce ile ilgili şu aktarmayı yapıyor:(33)
“... Megrelce, bilim tarafından (Marr, Tsagareli, Kipşidze ve diğerleri) ispatlanmış bir dildir... Megrel köylüsü Megrelce konuşur ve bu dille yaşar... Madem ki Megrel köylüsü daha iyi bir dili bilmiyor, Megrelce’yi kullanmalıdır...
Kitapta, “...Laz lisanının köreltilip Osmanlıca’nın hakim kılınması...”; “...padişah buyruğuyla Laz lisanı, devlet dairelerinde olduğu gibi, aile arasında da kullanılması yasaklandı. Lazların her yerde ve aile arasında Türkçe konuşmaları zorunlu hale getirildi... Bunca ağır Osmanlı baskısı altında artık Laz anadili ve kültürünü yaşatmak olanaksızdı.”; “.. Hopa’da Faik Efendi... Sultan Hamid döneminde bir Laz Alfabesi vücuda getirilmesi için girişimde bulunmuş... yakalayıp zindana kapatmışlar... Ailesini başka illere sürmüşler, buldukları belgeleri ateşe vermişler...” (s. 61, 71) gibi tarihsel gerçeklere temas edilirken, Gürcistan SSC’de yaşayan Lazlar’ın 1920’lerden itibaren “kültürel haklar”a sahip oldukları, “Lazca anadil okulları”nın da bulunduğu, dillerinde gazete, kitaplar çıktığı ve 1930’lu yılların sonlarında bu kültürel haklarının ellerinden alındığı, Lazca okullar direktörü İskender T’sitaşi’nin katledildiği gibi gerçeklere hiç temas edilmiyor. Günümüzde tüm canlılığıyla yaşayacak olan Laz Edebiyatı’nın neden engellendiği, bunun Gürcü-Laz kardeşliğine ne gibi zarar vereceği, kitabın ilgi alanında olmayan (!) konulardır.(34)
Kitabın hiç değinmediği konulardan bir tanesi de, Megrelce’ye karşı Sovyet periyordunda izlenen zalimane uygulamadır.(35)
1914’te, St. Petersburg’da N. Marr tarafından planlanan filoloji programının bir sonucu olarak, Megrelce’nin zamanın en mükemmel Kafkas dili olarak tanımlandığı Kipşidze’nin Grammatika Mingrel’skogo (İverskogo) Jazuka sxrestomateju i Sloveram adlı kitap oldukça önemlidir.
1 Mart 1930’da, 1932’den itibaren Megrelce günlük olarak yayımlanacak olan Kazakişi Gazeti (Köylü’nün gazetesi) yayın hayatına başladı. Bu gazete, hiç Gürcüce bilmeyen veya çok az Gürcüce bilen Megrelya köylüsüne yeni ideoloji ve sosyal gelişmeler hakkında bilgi vermek amacıyla yayına başladı.
İddia edildiği gibi geçen yüzyılın sonlarında bütün Megreller, Gürcüce bilmiş olsalardı, 1930’larda parti yerel komitesinin yayın organı olan böyle bir gazeteye gerek kalmayacaktı. Kazakişi Gazeti, 1 Ocak 1936 tarihine kadar tamamı Megrelce olarak yayımlandı. Ancak bu tarihten sonra adı değiştirildi. Komunari oldu ve yarı Megrelce yarı-Gürcüce yayın hayatına devam etti. Komunari, 22 Temmuz 1938 tarihine kadar yayın hayatına devam etti. Bu tarihte Komunari adı değiştirildi ve tamamen Gürcüce olarak yayımlanmaya başladı. Mebrjoli (Gürcüce “Savaşçı”) adını aldı.(36)
Kitap, geçmişte Lazca ve Megrelce’nin yazılı edebiyat dilleri olmalarının engellenmesine hiç değinmediği gibi, “...Rusların ... hataları... Rus kesimindeki Lazistan halkına kendi öz lisanları Gürcüce ile tedrisat göstermek yerine... onları... Rus lisanıyla okutmalarıydı... “ (s.63-64) diyerek şoven yüzünü ortaya çıkarıyor.



Laz Tehciri

Kitabın belirttiği gerçeklerden biri de, Lazların tarihsel olarak yaşadıkları coğrafyadan tehcir edilmiş olmalarıdır:
“… yerli Laz unsuru ise  Anadolu’nun uzak semtlerine sürülmeye başlandı...”; “... 1810 yılında tüm Lazistan nüfusu 600 binden fazla iken bunun 400 bini yurtlarından uzaklaştırılmış, kalan 200 bini halen eski yerlerinde yaşamaktadır...” (s.55, 59)
Kitabı Türkçe’ye çeviren kişi tarafından, Türkçe’ye kazandırılan “Kazakistan’a Sürülen Lazlar” başlıklı makalede anlatılan Laz tehciri ve nedenlerinden, kitapta nedense (!) hiç bahsedilmiyor.
Bakın, “Kazakistan’a Sürülen Lazlar” başlıklı makalede neler yazıyor:(37)
“...1949 yılında, Doğu Gürcistan’da Meskhi Gürcüleri’nin başında patlayan bomba bu kez Batı Gürcüstan’daki Laz halkının başında dolaşmaya başladı... Lazlar da beş yıl önce Meskhiler’in çıkarıldıkları ölüm yolculuğuna çıkarıldı. Meskhiler’in uğratıldıkları jenosite uğratıldılar. Lazlar’ın cesetleri, Kazakistan Çölü’ndeki Meskhiler’in kemikleri üzerine ilave edildi.  Kazakistan ölüm yolu, insanlık dışı  yaşam koşulları nedeniyle Laz nüfusunun yarısını kendine kurban etti. Menzile ancak yarısı ulaşabildi.
Laz Halkı, bugün yaşadıkları yörenin yerli etnik adıyla anılıyor. Kimisine Türk, kimisine Kazak, kimisine Özbek adı yakıştırıldı. Toplam nüfusları da 20 bine indirgendi...
Sürgüne gönderilen Laz ailelerinin çocukları 40 yıldan fazladır, Rus, kazak, Özbek okullarında okutuluyor. Artık bunların anadillerini unutmuş olmaları hayret edilecek işlerden olamaz...
Lazlar’ın sürgün nedeni, bugüne kadar anlaşılabilmiş değildir. Bunu kimin düşündüğü, kime ne kazandırdığı, Lazlar’ın suçunun ne olduğu ortaya çıkmış değil...
Kitap yalnızca sıradan insanın aklını karıştırmakla, Laz Dili ve Kültürü’ne karşı olan Soğuk Savaş Dönemi endeksli çevrelere iyi (!) bir malzeme olmakla kalmadı, aynı zamanda SSCB’nin çöküşüyle konu sıkıntısı çeken ve etnik kültürlerle birden ilgileri kabaran çevrelere de başvuru kitabı haline gelerek, yanlışlıkları yazılı olarak aktarılır oldu. Ancak, Ogni Dergisi’nin 1993’te yayın hayatına başlaması, Lazlarla ilgili ciddi yayınların kamuoyunun bilgisine sunulması ve eskiden kapalı bir kutu olan SSCB’nin 15 cumhuriyetinde yaşayan halklarla ilgili olarak kendilerine resmî tarih empoze edilen bilim adamlarının önündeki engellerin kalkması, bu alanda bilimsel araştırma ve çalışmaların yolunu açmıştır. Bu gelişmeler, şüphesiz şovenist eğilimlerin kırılmasında önemli olmuştur.
Lazlar’ın Tarihi türü, demagojik propaganda içeren, “Soğuk Savaş Dönemi” amaçlarına uygun olarak hazırlanmış böyle bir kitap yerine, 1920’lerde yazılı edebiyat dili haline getirilme süreci başlayan Lazca ile ilgili, o dönemlerde yayımlanmış olan gazete, dergi ve kitapların tozlu arşiv raflarından indirilerek kamuoyuna kazandırılması, Lazca’nın neden yazılı edebiyat dili olma sürecinin engellendiği konularına değinen çalışmaların yapılması daha etkili olmaz mıydı?



Yazan: Ali İhsan Aksamaz, Tarih ve Toplum Dergisi, sayı 161, İletişim Yayınları, İstanbul,  Mayıs 1997.


Kaynak: Ali İhsan Aksamaz, Doğu Karadenizde Resmî İdeolojiler Kuşatması, 1. Baskı, Sorun Yayınları, 2003; 2. Baskı, Belge Yayınları, İstanbul, 2012.




"TÜRKİYE'NİN ANADİLİ ZENGİNLİĞİ" / "TURKİAŞİ NANANENAŞ XAMPOBA"

   "TURKİAŞİ NANANENAŞ XAMPOBA" Baba çkimi Faik Aksamazis…   GOʒ̆OTKVALE Nananena, p̆olit̆ik̆uri var adamuri ar tema ren...