DOĞU
KARADENİZ’DE RESMÎ İDEOLOJİLER KUŞATMASI
İkinci
Baskıya Önsöz
Lazlar,
sınır bölgesi halkı olmalarının, her an el değiştirebilecek bir
geçiş bölgesinde yaşamalarının bedelini kuşkusuz binlerce yıldan beri
ödedi. En son olarak, Türkiye’nin Sovyetler Birliğiyle olan kuzey
sınırı, “Soğuk Savaş Dönemi”nde NATO ve VARŞOVA paktlarının
sınırlarından birini oluşturmakla kalmıyor, bir yarısı Türkiye’de diğer
bir yarısı Sovyetler Birliğinde kalan Sarp(i) köyünde yaşayan
Lazları da ikiye bölüyordu.
Lazlar,
yeni sınırların sebep olduğu insanî, kültürel, dilsel, ekonomik vb. acı ve
diğer olumsuzluklara katlanmakla, yöreden toplu göçler yaşamakla
kalmamış, bir de yaşadıkları coğrafyalarda kendilerine yönelik
resmî ideoloji ve resmî tarih tezlerinin uzun süreli beyin yıkamalarına
maruz kalmışlardır.
Günümüzde
geçmişe yönelik olarak akıllar bulanık olsa bile, 20. yüzyılda Lazlar da
toplumsal mücadelede önemli adımlar attı. İlk akla geliveren; Rusya’da
Çarlık otokrasisine karşı Bolşevikleri destekmiş ve Büyük Ekim Devrimine
de katılmış olmalarıdır. 14 Temmuz 1919'da TKF’nin kurucu komitesini Mustafa
Suphi, Maksut Ekşi, Ali Rıza Keskin, Mustafa Börklüce, Murat Sarı ve Kadir
Erzurumlu ile birlikte oluşturan Osman Topçuoğlu, Rize/ Pazar kökenli Laz bir
Bolşevik’ti. Osman Topçuoğlu, yoldaşları ile birlikte Anadolu ve İstanbul’u
karış karış dolaşmış, buralarda faaliyet gösteren çeşitli sosyalist
gruplar, sendikalar ve öncü işçilerle bağlantı kurmuş, örgütlenme çalışmalarına
başlamıştır. Bütün bunların sonucunda, 10 Eylül 1920’de yetmişbeş delegenin katılımı
ve sosyalist grupların da bir çatı altında toplandığı 1. Kongreyle, “Komünist
Enternasyonal” tarafından da tanınmış olarak ve “kendi Kızıl Ordususuyla” TKF
kurulmuştu. Bu hareketin Kırım’da yayınlanan “Yeni Dünya” adlı yayın organı
ise, Laz kayıkçılar tarafından Anadolu’ya taşınıyordu.
Lazların,
küçük kayıklarla yaptıkları denizcilik faaliyetleri, Türkiye'nin Kurtuluş
Savaşı sırasında oldukça önemli bir yere sahiptir. Büyük miktarda silah ve
mühimmat, Batumi'den Samsun'a Laz takalarıyla getirildi. Sovyetler
Birliği Önderliği, Anadolu’da emperyalistlere körü körüne boyun eğecek bir
yönetim ve anlayışın hakim olması ihtimalinden çok fazla tedirginlik duyuyordu.
Bu sebeple de, Ankara ile dostluk ilişkilerine katkı sağlayabilecek her olay, olgu
ve sürece sıcak baktı; destekledi. Ankara’yı İngiliz Emperyalizmin safına
yaklaştırabilecek her olay, olgu ve sürece ise, kaynağı ne olursa olsun, gücü
yettiğince engel olmaya çalıştı; güney sınırlarını güvence altına almak
istiyordu. O dönemde, Doğu Karadeniz’de Lazlar arasında da ciddi bir
örgütlülüğü olan TKF’nin de aynı çizgide hareket ettiğini akıldan uzak tutmamak
gerekir.
Sovyetler
Birliği önderliğinin Türkiye ile dostane ilişkiler geliştirmek istemesi,
Ankara yönetimine yönelik politikalarına yansımakla kalmamış, TKF’ye yönelik
politikalarını da gözden geçirmesine yol açmıştır. TKF’nin tarihi,
Lazların yakın tarihlerine ilişkin birçok bilinmezi de içinde barındırır. TKF
önderliğinin katledilmesinden sonra ortaya çıkan “sisli bir alan” içinde
hem TKF ve hem de Lazların TKF içindeki yerleri unutturulmaya
çalışılmıştır. TKF, dönüşmüş ve yerel yeraltı kadroları da işte böylece
evrilmiş ve ebedi bir “uykuya dalmıştı”!
İskender
Tzitaşi, Xasan Helimişi ve parti disiplini içinde illegalite şartlarında Doğu
Karadeniz’de Lazlar arasında çalışan diğer Komünist Laz kadroların TKF
içindeki yeri neydi? Xasan Helimişi, TKF’den ayrı, tek başına romantik
bir şair mi?! Mç’ita Murun3xi adlı Lazca gazete, Lazlar arasında
ne gibi bir etkiye sahipti?
İstanbul’dan
Anadolu’ya silâh ve cephane ile personel kaçırılmasında da Lazların kan
ve teri vardır. Lazların Kurtuluş Savaşı’na her cephede verdiği anlamlı
destek, Arhaveli İsmail’in şahsında Nazım Hikmet tarafından daha sonra
destanlaştırılmıştır. Sovyetler Birliği Lazları da, Hitler Faşizmine karşı
şehitler verdiler.
İş
Kanununun olmadığı, çalışma saatlerinin oniki saati aştığı, tatil gününün
olmadığı, kadınların doğum izni haklarının, geçim endeksinin olmadığı,
sendikanın adının anılamadığı 1929 yılında, İzmir’de kurulu olan
İngiliz-Amerikan ortaklığı Glen Tobacco’da “Sendika Kadınlar Komitesi”ni
örgütleyerek emek tarihinin en anlamlı sayfalarından birini yazan öncü kadın
emekçilerden birisi olan Laz Safiye Topçuoğlu’nu hatırlamamak mümkün mü?!
Türkiye
Lazlarının kendi tarihlerini, geleceklerini ve akrabaları ve komşularıyla
geçmişte ve günümüzdeki ilişkilerini sorgulayan makaleleri kaleme almaya
başlamaları çok yenidir. Lazca üzerine ve Lazca yazmaları da yenidir.
Ogni Kültür Dergisi’nin ancak altı sayı sürebilen yayın hayatına Kasım
1993’de başlamasıyla birlikte; Lazlar entelektüel anlamda da olsa, birçok
alandaki kolektif bilinç kaybına rağmen, el yordamıyla gelecekleriyle
bugünlerini birleştirecek olan geçmişleriyle yeniden köprüler
oluşturmanın yollarını arama ihtiyacı duymaya başladılar.
Emek mücadelesine ışık tutacak ve destek sunacak makaleler bakımından yetersiz
kalmasına ve diğer eksikliklerine rağmen; Ogni Kültür Dergisi, Lazların
entelektüel düzeyde yeniden ciddiye alınmalarında ve hesaba
katılmalarında birçok çevre ve alanda etkili olmuştur. Zuğaşi Berepe,
Birol Topaloğlu ve Kazım Koyuncu’nun tanınır hale gelmelerinde, Ogni
Kültür Dergisi’nin payı büyüktür.
Sovyetler
Birliğinin çöküşü ve “Soğuk Savaş”ın bitişine kadar, bilen
biliyordu ama “Laz” adı çoğunlukla “Karadenizli” yerine kullanıldı.
“Lazca” ise, yine çoğunlukla “Türkçenin Doğu Karadeniz şivesi” diye bilindi.
Laz, en fazla komik fıkraların aktörüydü. Bir de halk arasında Lazlar kim, diye
sorulduğunda “Pontus Krallığı” işaret edildi bilmeden. Ogni Kültür Dergisi’yle
başlayan yeni dönemde, Lazların Doğu Karadeniz ve Güney Kafkasya’nın yerli
halkı olduğu ve Lazcanın da Megrelceyle kardeş dil olduğu anlaşıldı.
Resmî ideoloji ve tarih tezleri büyük ölçüde başarılı olmuştu,
ancak Lazca hâlâ yaşıyordu ve gelecek kuşaklara geliştirilerek
aktarılması bir görev olarak bu halkın içinden çıkan insanların ilgi ve
desteğini bekliyordu. Ogni Kültür Dergisi’nin yayınlanması, yöreye
ilişkin resmî ideoloji ve tarih tezlerine ciddi bir meydan okumaydı.
Resmî
ideoloji ve resmî tarih tezleri, Türkiye’nin yerel dil ve kültürlerinin
yaşatılması, geliştirilmesi ve kurumsal olarak gelecek kuşaklara aktarılmasını
engellemekle kalmadı, bu dilsel ve kültürel farklılıkların geliştirilip
yaşatılmasına yönelik geçmişte edinilmiş bilgi, tecrübe ve mücadele birikiminin
ortaya çıkmaması ve sahiplenilmemesi için kolektif bir hafıza kaybına sebep
oldu; korkular oluşturdu. Günümüzde bu dilsel ve kültürel zenginlikler yok olma
noktasına geldi.
“Sağ”ın
her zaman resmî ideoloji ve resmî tarih tezlerini savunduğunu biliyoruz.
“Sol” ise, eskiden, somut öneri ve projeler yerine, “Milliyetler Meselesi”nin
“Sovyet deneyiminde olduğu gibi, devrim ile çözümleneceğini” savunurdu.
Sovyetler Birliği çözüldüğünde görüldü ki, bu sorun orada da çözülememiş! Bunun
da ötesinde “Sol” da pratikte, tıpkı “Sağ” gibi, CHP’nin tek parti
yönetiminin şekillendirdiği resmî ideoloji ve tarih tezlerinin
pekiştirilmesinden öte bir davranış sergileyemedi. Özetle; “Milliyetler
Meselesi” sahipsiz ve emperyalist- kapitalizmin kullanımına oldukça da açık
olduğu için, tehlikeli bir konudur.
“Milliyetler
Sorunu”na, emperyalist-kapitalizme karşı farklı halkların birliği ve
mücadelesine katkı sağlayacak bir anlayışla bakılır, bu yolla çözüm
yolları aranırsa, bu sorun çözüm yoluna girebilecektir. Değilse; bugüne kadar
olduğu gibi, Abhazya örneğinde de somut olarak yaşadığımız üzere, konu
emperyalist- kapitalizmin elinde önemli bir enstrüman olarak halkların
boğazlaşmasına yol açacaktır.
Bu
çalışmada; geçmişte dili ve kültürü yok sayılan, emek mücadelesindeki yeri
unutturulan, asimile edilmeye çalışılan ve günümüzde ise, emperyalist- kapitalizmine
hizmet ettiği aşikâr çeşitli resmî ideoloji ve resmî tarih
tezleriyle bir yerlere eklemlendirilmeye çalışılan Lazların durumuna ve
onları bekleyen tehlikelere dikkat çekmek istedim. Ancak;
resmî ideoloji ve resmî tarih tezleri yalnızca Lazlara yönelik
çalışmamaktadır. Kafkasya ve Doğu Karadeniz’in Gürcüleri, Abhaz-Abazaları,
Megrelleri, Svanları, Çerkesleri, Pontusluları, Hemşinlileri, Çeçenleri,
Ermenileri ve Müslüman veya Hıristiyan bütün halklar da aynı tehlikelerle
karşı karşıyadır. Unutmayalım; bu konu, ülke ve bölgemizin çözümlenememiş
“Milliyetler Sorunu”nun günümüze yansımasından başka bir şey değildir.
Dünya, “Soğuk Savaş Yılları”nın dünyası değildir. O dönemin, üzerinde
uzlaşılmış saflaşma ve yapıları artık çatırdamaktadır. Dünyada ve
yaşadığımız ülke ve bölgede her alan ve her anlamda
köklü değişiklikler yaşanmaktadır. Ulaşım ve iletişim zor ve tehlikeli
olmaktan çıkmıştır. Ufukta enerji, su kaynakları ve ham madde
kaynaklarını ve aktarma yollarını sağlamlaştırmaya ve güvenliğini sağlamaya
yönelik yeni saflaşmalar, ittifaklar ve çatışmalar görünmektedir. Konuya
Türkiye’deki Kafkasyalılar açısından bakarsak; emperyalist- kapitalizmin ne
anlama geldiğini bilmeyen, geçmiş bilinci olmayan ve geçmişle arasında
sağlam köprüler oluşturması gerektiğini aklına bile getiremeyen;
bugünü analiz edemeyen ve dostunu ve düşmanını tanımayan ve geleceğe
ilişkin öngörüleri olmayan; program, plan ve projesi bulunmaksızın dar bir
grubun adını duyurmak, fiyaka yapmak, nemalanmak ve benzerlerine üstünlük
sağlamak için atılan her adım başarısız kalmakla, mücadele ruhunu
zayıflatmakla, insanları saf değiştirmeye itmekle kalmayacak, yeni ve
yeniden etnik boğazlaşmaların da tohumlarını atmış olacaktır.
Aynı
ülkeye yurttaşlık bağıyla bağlı Kürt, Gürcü, Ermeni, Abhaz-Abaza, Çerkes,
Pontuslu, Hemşinli, Çeçen, Laz vd. aydınlar öncelikle kendilerini geleceğe
taşıyacak dilsel ve kültürel varlıklarını yaşatmanın, geliştirmenin ve
kurumsal olarak gelecek kuşaklara aktarmanın, birlikte üretme ve paylaşmanın yollarını hep
beraber aramalıdır. Hem Türkiye’de emperyalistlerin kışkırtacağı etnik
boğazlaşmaların önüne geçmek ve kendi varlıklarını geleceğe
taşımanın yollarını açmak ve hem de Kafkasya’daki muhtemel olumsuz
gelişmelere yönelik bir nebze olsun olumlu bir örnek oluşturmak ve kendilerinin
de söyleyebilecekleri olduğunu göstermek için ortak bir paydada
buluşmalıdırlar.
Bu kitabın ilk baskısı on üç makaleden oluşuyordu. Makaleleri,
Lazlara yönelik resmî ideoloji ve resmî tarih tezlerini eleştirmek
için kaleme almıştım.
“Yazılı
Laz Edebiyatının Öncüsü İskender Tzitaşi Kimdi? Neden Öldürüldü?” başlıklı
makaleyi, Lazcanın yakın geçmişte okullarda anadili olarak okutulduğuna dikkat
çekmek için yazmıştım.
“Bilinçli
Olarak Geciktirilmiş Bir Değinme” ve “Demagoji Uzmanları” başlıklı makaleleri,
Türkiye’de kendi halklarının varlıklarını sürdürme mücadelesini vermek yerine,
Gürcüstan’ın resmî ideoloji ve resmî tarih tezlerinin etkisine girmiş
kimi Gürcü aydınlarını eleştirmek ve çelişkilerini kendi yazdıklarıyla gözler
önüne sermek istemiştim.
“Sovyetler
Birliğinin Milliyetler Politikası ve Kafkasya” başlıklı makaleyi, günümüzde
Kafkasya’da yaşanan etnik boğazlaşmaların tarihsel sebeplerine ışık tutmak için
yazmıştım. Bununla, Türkiye’de Abhazya konusunda basın üzerinden tartışan ve
aidiyet duydukları etnik grubun haklılığını ispatlamaya çalışan Gürcü ve Abhaz-
Abaza aydınlarının dikkatini, bir de başka açıdan çekmeye çalışmıştım.
“Sovyetler Birliği Döneminde Kafkasya Halkları” ise, istatistikî bilgiler
veriyor. “Bir Resmî Tarih Denemesi: Abhazya Tarihi” başlıklı
makaleyle kimi Abhaz- Abaza aydınlarının çelişki ve bazı
tutarsızlıklarını vurgulamıştım.
“Yerel
Diller”: Anadilleri Yaşatmak Mı? Öldürmek Mi?”, “Menhus Bir Plan” ve “Soğuk
Savaş Yıllarından Örnek Bir Makale Üzerine Kısa Bir Not” başlıklı makalelerle,
CHP’nin tek parti yönetiminin şekillendirdiği Türk resmî ideoloji ve
resmî tarih tezlerinin aktarıcılığını yapanları eleştirdim. CHP’li olmayı
“solculuk” sananları da düşündürmek istemiştim.
“Ne
Oldu Sana, Ne Oldu Böyle?” başlıklı makaleyi, bir zamanlar resmî ideoloji
ve tarih tezlerine karşı çıkmış; ancak, yorulunca duruşunu terk edip
karşı safa geçmeye hazırlananları eleştirmek için yazmıştım.
“Resmî
Tarih Resmî Tarihe Karşı: Hemşin Gizemi”, “National Geographic’in Doğu
Karadeniz’i” ve “Lazlar, Çerkezler ve Kürtler” başlıklı makalelerde;
Hemşinliler, Pontuslular ve “Kürtler” adına yazanların, konuya bir bütün olarak
“Milliyetler Meselesi” penceresinden bakmadıkları ve diğer halkları yok sayan
ve aşağılayan bir dil kullandıkları için eleştirmiştim.
Kitabın
ikinci baskısına yeni makaleler ve bir de söyleşi ekledim. Ayrıca;
kitaptaki makaleleri, kendi aralarında bir bütünlük teşkil edecek şekilde yeniden
bir sıraya koydum.
Lazlar
konusunda ilk yazdığım ve Özgür Gündem Gazetesi’nde Haziran ve
Temmuz 1993’te yayınlanan iki makalenin de kitapta yer almasını uygun
gördüm: “Lazlara Gülmenin Dayanılmaz Hafifliği” ve “Yaşadıkları Coğrafyanın
Otoktonları: Lazlar”.
“TRT,
Kararını Gözden Geçirmelidir” başlıklı makale, TRT’yi Lazca yayın konusunda
adım atmadığı için eleştirirken, “Asparagas Bir Haber” başlıklı makale, Ortadoğu
Gazetesi’nin masa başında hazırlanan bir habere nasıl sayfalarında yer verdiğini
açığa vuruyor. Abuladze’nin Pişmanlığı” başlıklı makale Gürcücenin
Gürcüstan ve Türkiye’deki durumuna dikkat çekiyor.
“Şu
Bizim Sahipsiz Lazca” başlıklı makale, Eğitim ve Bilim Emekçileri
Sendikası tarafından Ankara’da düzenlenen “Uluslararası Katılımlı Ana Dili
Sempozyumu”nda 31 Mayıs 2009 tarihinde yaptığım konuşmanın metnidir.
“Lazcayı Yaşatma Mücadelesi Kapitalist Yabancılaşmaya Karşı Bir
Duruş Olmalıdır” ve “Dilekçe Vermekle Lazca Yaşar mı?!” başlıklı
makaleler, kendi gücüne güvenmeyen, öğrenme ve kendisini geliştirme gibi
kaygılar duymayan ve kolektif üretime kulak asmayan, ancak emperyalist-
kapitalist kurumlardan medet ummaya hazır aydın tiplerini eleştiriyor ve onları
ilişkilerini gözden geçirmeye davet ediyor.
1993
yılından bu yana; Lazlar, Lazca, Kafkasya, Kafkasyalılar ve Kafkasya dillerine
ilişkin yazma serüvenimi irdeleyen Jıneps Gazetesi’nin röportajı da
bu baskıda yer alıyor.
Ali
İhsan Aksamaz
26
III 2010