25 Ekim 2019 Cuma

DOĞU KARADENİZ’DE RESMÎ İDEOLOJİLER KUŞATMASI - 2. Baskıya Önsöz








DOĞU KARADENİZ’DE RESMÎ İDEOLOJİLER KUŞATMASI
İkinci Baskıya Önsöz



     Lazlar, sınır bölgesi halkı olmalarının, her an el değiştirebilecek bir geçiş bölgesinde yaşamalarının bedelini kuşkusuz binlerce yıldan beri ödedi. En son olarak, Türkiye’nin  Sovyetler Birliğiyle olan  kuzey sınırı, “Soğuk Savaş Dönemi”nde NATO ve VARŞOVA paktlarının sınırlarından birini oluşturmakla kalmıyor, bir yarısı Türkiye’de diğer bir yarısı  Sovyetler Birliğinde kalan Sarp(i) köyünde yaşayan Lazları  da ikiye bölüyordu.  

     Lazlar, yeni sınırların sebep olduğu insanî, kültürel, dilsel, ekonomik vb. acı ve diğer olumsuzluklara katlanmakla, yöreden toplu göçler yaşamakla  kalmamış, bir de yaşadıkları coğrafyalarda kendilerine yönelik  resmî  ideoloji ve resmî tarih tezlerinin uzun süreli beyin yıkamalarına maruz kalmışlardır.

     Günümüzde geçmişe yönelik olarak akıllar bulanık olsa bile, 20. yüzyılda Lazlar da toplumsal mücadelede önemli adımlar attı. İlk akla geliveren;  Rusya’da Çarlık otokrasisine  karşı Bolşevikleri destekmiş ve Büyük Ekim Devrimine de katılmış olmalarıdır. 14 Temmuz 1919'da TKF’nin kurucu komitesini Mustafa Suphi, Maksut Ekşi, Ali Rıza Keskin, Mustafa Börklüce, Murat Sarı ve Kadir Erzurumlu ile birlikte oluşturan Osman Topçuoğlu, Rize/ Pazar kökenli Laz bir Bolşevik’ti. Osman Topçuoğlu, yoldaşları ile birlikte Anadolu ve İstanbul’u karış karış dolaşmış, buralarda  faaliyet gösteren çeşitli sosyalist gruplar, sendikalar ve öncü işçilerle bağlantı kurmuş, örgütlenme çalışmalarına başlamıştır. Bütün bunların sonucunda, 10 Eylül 1920’de yetmişbeş delegenin katılımı ve sosyalist grupların da bir çatı altında toplandığı 1. Kongreyle, “Komünist Enternasyonal” tarafından da tanınmış olarak ve “kendi Kızıl Ordususuyla” TKF kurulmuştu. Bu hareketin Kırım’da yayınlanan “Yeni Dünya” adlı yayın organı ise, Laz kayıkçılar tarafından Anadolu’ya taşınıyordu.

     Lazların, küçük kayıklarla yaptıkları denizcilik faaliyetleri, Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı sırasında oldukça önemli bir yere sahiptir. Büyük miktarda silah ve mühimmat,  Batumi'den Samsun'a Laz takalarıyla getirildi.  Sovyetler Birliği Önderliği, Anadolu’da emperyalistlere körü körüne boyun eğecek bir yönetim ve anlayışın hakim olması ihtimalinden çok fazla tedirginlik duyuyordu. Bu sebeple de, Ankara ile dostluk ilişkilerine katkı sağlayabilecek her olay, olgu ve sürece sıcak baktı; destekledi. Ankara’yı İngiliz Emperyalizmin safına yaklaştırabilecek her olay, olgu ve sürece ise, kaynağı ne olursa olsun, gücü yettiğince engel olmaya çalıştı; güney sınırlarını güvence altına almak istiyordu. O dönemde, Doğu Karadeniz’de Lazlar arasında da ciddi bir örgütlülüğü olan TKF’nin de aynı çizgide hareket ettiğini akıldan uzak tutmamak gerekir.

     Sovyetler Birliği önderliğinin Türkiye ile dostane ilişkiler geliştirmek istemesi, Ankara yönetimine yönelik politikalarına yansımakla kalmamış, TKF’ye yönelik politikalarını da gözden geçirmesine yol açmıştır. TKF’nin tarihi, Lazların yakın tarihlerine ilişkin birçok bilinmezi de içinde barındırır. TKF önderliğinin katledilmesinden sonra ortaya çıkan  “sisli bir alan” içinde hem TKF  ve  hem de Lazların TKF içindeki yerleri unutturulmaya çalışılmıştır.  TKF, dönüşmüş ve yerel yeraltı kadroları da işte böylece evrilmiş ve ebedi bir “uykuya dalmıştı”! 

     İskender Tzitaşi, Xasan Helimişi ve parti disiplini içinde illegalite şartlarında Doğu Karadeniz’de Lazlar arasında çalışan diğer Komünist Laz kadroların  TKF içindeki yeri neydi?  Xasan Helimişi, TKF’den ayrı, tek başına romantik bir şair mi?!  Mç’ita Murun3xi adlı Lazca gazete, Lazlar arasında ne gibi bir etkiye sahipti?
     İstanbul’dan Anadolu’ya silâh ve cephane ile personel  kaçırılmasında da Lazların kan ve teri vardır. Lazların  Kurtuluş Savaşı’na her cephede verdiği anlamlı destek, Arhaveli İsmail’in şahsında Nazım Hikmet tarafından daha sonra destanlaştırılmıştır. Sovyetler Birliği Lazları da, Hitler Faşizmine karşı şehitler verdiler.

     İş Kanununun olmadığı, çalışma saatlerinin oniki saati aştığı, tatil gününün olmadığı, kadınların doğum izni haklarının, geçim endeksinin olmadığı, sendikanın adının anılamadığı  1929 yılında, İzmir’de kurulu olan İngiliz-Amerikan ortaklığı  Glen Tobacco’da “Sendika Kadınlar Komitesi”ni örgütleyerek emek tarihinin en anlamlı sayfalarından birini yazan öncü kadın emekçilerden birisi olan Laz Safiye Topçuoğlu’nu hatırlamamak mümkün mü?!

     Türkiye Lazlarının kendi tarihlerini, geleceklerini ve akrabaları ve komşularıyla geçmişte ve günümüzdeki ilişkilerini sorgulayan makaleleri kaleme almaya başlamaları çok yenidir. Lazca üzerine ve Lazca yazmaları da yenidir. Ogni Kültür Dergisi’nin ancak altı sayı sürebilen yayın hayatına Kasım 1993’de başlamasıyla birlikte; Lazlar entelektüel anlamda da olsa, birçok alandaki kolektif bilinç kaybına rağmen, el yordamıyla gelecekleriyle bugünlerini   birleştirecek olan geçmişleriyle yeniden köprüler oluşturmanın yollarını arama ihtiyacı duymaya başladılar.

      Emek mücadelesine ışık tutacak ve destek sunacak makaleler bakımından yetersiz kalmasına ve diğer eksikliklerine rağmen; Ogni Kültür Dergisi, Lazların entelektüel düzeyde yeniden ciddiye alınmalarında ve hesaba katılmalarında  birçok çevre ve alanda etkili olmuştur. Zuğaşi Berepe, Birol Topaloğlu ve Kazım Koyuncu’nun tanınır hale gelmelerinde,  Ogni Kültür Dergisi’nin payı büyüktür.

     Sovyetler Birliğinin çöküşü  ve  “Soğuk Savaş”ın bitişine kadar, bilen biliyordu ama “Laz” adı  çoğunlukla “Karadenizli” yerine kullanıldı. “Lazca” ise, yine çoğunlukla “Türkçenin Doğu Karadeniz şivesi” diye bilindi. Laz, en fazla komik fıkraların aktörüydü. Bir de halk arasında Lazlar kim, diye sorulduğunda “Pontus Krallığı” işaret edildi bilmeden. Ogni Kültür Dergisi’yle başlayan yeni dönemde, Lazların Doğu Karadeniz ve Güney Kafkasya’nın yerli halkı olduğu ve Lazcanın da Megrelceyle kardeş dil olduğu anlaşıldı. Resmî ideoloji ve tarih tezleri büyük  ölçüde başarılı olmuştu, ancak Lazca hâlâ yaşıyordu ve gelecek kuşaklara geliştirilerek aktarılması bir görev olarak bu halkın içinden çıkan insanların ilgi ve desteğini bekliyordu. Ogni Kültür Dergisi’nin yayınlanması, yöreye ilişkin resmî  ideoloji ve tarih tezlerine ciddi bir meydan okumaydı.   

     Resmî  ideoloji ve resmî tarih tezleri, Türkiye’nin  yerel dil ve kültürlerinin yaşatılması, geliştirilmesi ve kurumsal olarak gelecek kuşaklara aktarılmasını engellemekle kalmadı, bu dilsel ve kültürel farklılıkların geliştirilip yaşatılmasına yönelik geçmişte edinilmiş bilgi, tecrübe ve mücadele birikiminin ortaya çıkmaması ve sahiplenilmemesi için kolektif bir hafıza kaybına sebep oldu; korkular oluşturdu. Günümüzde bu dilsel ve kültürel zenginlikler yok olma noktasına geldi. 

     “Sağ”ın her zaman resmî  ideoloji ve resmî tarih tezlerini savunduğunu biliyoruz. “Sol” ise, eskiden, somut öneri ve projeler yerine, “Milliyetler Meselesi”nin “Sovyet deneyiminde olduğu gibi, devrim ile çözümleneceğini” savunurdu. Sovyetler Birliği çözüldüğünde görüldü ki, bu sorun orada da çözülememiş! Bunun da ötesinde  “Sol” da  pratikte, tıpkı “Sağ” gibi, CHP’nin tek parti yönetiminin şekillendirdiği resmî  ideoloji ve tarih tezlerinin pekiştirilmesinden öte bir davranış sergileyemedi. Özetle; “Milliyetler Meselesi” sahipsiz ve emperyalist- kapitalizmin kullanımına oldukça da açık olduğu için, tehlikeli bir konudur.

      “Milliyetler Sorunu”na, emperyalist-kapitalizme karşı farklı halkların birliği ve mücadelesine  katkı sağlayacak bir anlayışla bakılır, bu yolla çözüm yolları aranırsa, bu sorun çözüm yoluna girebilecektir. Değilse; bugüne kadar olduğu gibi, Abhazya örneğinde de somut olarak yaşadığımız üzere, konu  emperyalist- kapitalizmin elinde önemli bir enstrüman olarak halkların boğazlaşmasına yol açacaktır.

     Bu çalışmada; geçmişte dili ve kültürü yok sayılan, emek mücadelesindeki yeri unutturulan, asimile edilmeye çalışılan ve günümüzde ise, emperyalist- kapitalizmine hizmet ettiği aşikâr  çeşitli resmî ideoloji ve resmî tarih tezleriyle bir yerlere eklemlendirilmeye çalışılan Lazların durumuna ve onları bekleyen tehlikelere dikkat çekmek istedim. Ancak; resmî ideoloji ve resmî  tarih tezleri yalnızca Lazlara yönelik çalışmamaktadır. Kafkasya ve Doğu Karadeniz’in Gürcüleri, Abhaz-Abazaları, Megrelleri, Svanları,  Çerkesleri, Pontusluları, Hemşinlileri, Çeçenleri, Ermenileri ve Müslüman veya Hıristiyan bütün halklar da aynı tehlikelerle karşı karşıyadır. Unutmayalım; bu konu, ülke ve bölgemizin çözümlenememiş  “Milliyetler Sorunu”nun günümüze yansımasından başka bir şey değildir.

      Dünya, “Soğuk Savaş Yılları”nın dünyası değildir. O dönemin, üzerinde uzlaşılmış saflaşma ve yapıları artık  çatırdamaktadır. Dünyada ve yaşadığımız ülke ve bölgede her alan ve her anlamda köklü değişiklikler yaşanmaktadır. Ulaşım ve iletişim zor ve tehlikeli olmaktan çıkmıştır. Ufukta enerji, su kaynakları ve ham madde kaynaklarını ve aktarma yollarını sağlamlaştırmaya ve güvenliğini sağlamaya yönelik yeni saflaşmalar, ittifaklar ve çatışmalar görünmektedir. Konuya Türkiye’deki Kafkasyalılar açısından bakarsak; emperyalist- kapitalizmin ne anlama geldiğini bilmeyen, geçmiş bilinci olmayan ve geçmişle arasında sağlam köprüler oluşturması gerektiğini aklına bile getiremeyen; bugünü analiz edemeyen ve dostunu ve düşmanını  tanımayan ve geleceğe ilişkin öngörüleri olmayan; program, plan ve projesi bulunmaksızın dar bir grubun adını duyurmak, fiyaka yapmak, nemalanmak ve benzerlerine üstünlük sağlamak için atılan her adım başarısız kalmakla, mücadele ruhunu zayıflatmakla, insanları  saf değiştirmeye itmekle kalmayacak, yeni ve yeniden etnik boğazlaşmaların da tohumlarını atmış olacaktır.

     Aynı  ülkeye yurttaşlık bağıyla bağlı Kürt, Gürcü, Ermeni, Abhaz-Abaza, Çerkes, Pontuslu, Hemşinli, Çeçen, Laz vd. aydınlar öncelikle kendilerini geleceğe taşıyacak dilsel ve kültürel varlıklarını  yaşatmanın, geliştirmenin ve kurumsal olarak gelecek kuşaklara aktarmanın, birlikte üretme ve paylaşmanın yollarını hep beraber aramalıdır. Hem Türkiye’de emperyalistlerin kışkırtacağı etnik boğazlaşmaların  önüne geçmek ve kendi varlıklarını geleceğe taşımanın yollarını açmak ve hem de Kafkasya’daki muhtemel olumsuz gelişmelere yönelik bir nebze olsun olumlu bir örnek oluşturmak ve kendilerinin de söyleyebilecekleri olduğunu göstermek  için ortak bir paydada buluşmalıdırlar.      
    
      Bu kitabın ilk baskısı on üç makaleden oluşuyordu. Makaleleri,  Lazlara yönelik  resmî  ideoloji ve resmî tarih tezlerini eleştirmek için kaleme almıştım.

     “Yazılı Laz Edebiyatının Öncüsü İskender Tzitaşi Kimdi? Neden Öldürüldü?” başlıklı makaleyi, Lazcanın yakın geçmişte okullarda anadili olarak okutulduğuna dikkat çekmek için yazmıştım. 

     “Bilinçli Olarak Geciktirilmiş Bir Değinme” ve “Demagoji Uzmanları” başlıklı makaleleri, Türkiye’de kendi halklarının varlıklarını sürdürme mücadelesini vermek yerine, Gürcüstan’ın resmî  ideoloji ve resmî tarih tezlerinin etkisine girmiş kimi Gürcü aydınlarını eleştirmek ve çelişkilerini kendi yazdıklarıyla gözler önüne sermek istemiştim.

     “Sovyetler Birliğinin Milliyetler Politikası ve Kafkasya” başlıklı makaleyi, günümüzde Kafkasya’da yaşanan etnik boğazlaşmaların tarihsel sebeplerine ışık tutmak için yazmıştım. Bununla, Türkiye’de Abhazya konusunda basın üzerinden tartışan ve aidiyet duydukları etnik grubun haklılığını ispatlamaya çalışan Gürcü ve Abhaz- Abaza aydınlarının dikkatini, bir de başka açıdan çekmeye çalışmıştım. “Sovyetler Birliği Döneminde Kafkasya Halkları” ise, istatistikî bilgiler veriyor.  “Bir Resmî Tarih Denemesi: Abhazya Tarihi” başlıklı makaleyle  kimi Abhaz- Abaza aydınlarının çelişki ve bazı tutarsızlıklarını vurgulamıştım. 

     “Yerel  Diller”: Anadilleri Yaşatmak Mı? Öldürmek Mi?”, “Menhus Bir Plan” ve “Soğuk Savaş Yıllarından Örnek Bir Makale Üzerine Kısa Bir Not” başlıklı makalelerle, CHP’nin tek parti yönetiminin şekillendirdiği Türk resmî  ideoloji ve resmî tarih tezlerinin aktarıcılığını yapanları eleştirdim. CHP’li olmayı “solculuk” sananları da düşündürmek istemiştim. 
     “Ne Oldu Sana, Ne Oldu Böyle?” başlıklı makaleyi, bir zamanlar resmî ideoloji ve  tarih tezlerine karşı çıkmış; ancak, yorulunca duruşunu terk edip karşı safa geçmeye hazırlananları eleştirmek için yazmıştım.

     “Resmî Tarih Resmî Tarihe Karşı: Hemşin Gizemi”,  “National Geographic’in Doğu Karadeniz’i” ve “Lazlar, Çerkezler ve Kürtler” başlıklı makalelerde; Hemşinliler, Pontuslular ve “Kürtler” adına yazanların, konuya bir bütün olarak “Milliyetler Meselesi” penceresinden bakmadıkları ve diğer halkları yok sayan ve aşağılayan bir dil kullandıkları için eleştirmiştim.
     Kitabın  ikinci baskısına yeni makaleler ve bir de söyleşi  ekledim. Ayrıca; kitaptaki makaleleri, kendi aralarında bir bütünlük teşkil edecek şekilde yeniden bir sıraya koydum.
     Lazlar konusunda ilk yazdığım  ve Özgür Gündem Gazetesi’nde Haziran ve Temmuz 1993’te  yayınlanan iki makalenin de kitapta yer almasını uygun gördüm: “Lazlara Gülmenin Dayanılmaz Hafifliği” ve “Yaşadıkları Coğrafyanın Otoktonları: Lazlar”.

     “TRT, Kararını Gözden Geçirmelidir” başlıklı makale, TRT’yi Lazca yayın konusunda adım atmadığı için eleştirirken, “Asparagas Bir Haber” başlıklı makale, Ortadoğu Gazetesi’nin masa başında hazırlanan bir habere nasıl sayfalarında yer verdiğini açığa vuruyor.  Abuladze’nin Pişmanlığı” başlıklı makale Gürcücenin Gürcüstan ve Türkiye’deki durumuna dikkat çekiyor.

      “Şu Bizim Sahipsiz Lazca” başlıklı  makale, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası tarafından Ankara’da düzenlenen “Uluslararası Katılımlı Ana Dili Sempozyumu”nda 31 Mayıs 2009 tarihinde yaptığım konuşmanın metnidir.

       “Lazcayı Yaşatma Mücadelesi Kapitalist Yabancılaşmaya Karşı Bir Duruş Olmalıdır” ve “Dilekçe Vermekle Lazca Yaşar mı?!” başlıklı makaleler, kendi gücüne güvenmeyen, öğrenme  ve kendisini geliştirme gibi kaygılar duymayan ve kolektif üretime kulak asmayan, ancak emperyalist- kapitalist kurumlardan medet ummaya hazır aydın tiplerini eleştiriyor ve onları ilişkilerini gözden geçirmeye davet ediyor.

     1993 yılından bu yana; Lazlar, Lazca, Kafkasya, Kafkasyalılar ve Kafkasya dillerine ilişkin  yazma serüvenimi irdeleyen Jıneps Gazetesi’nin röportajı da  bu baskıda yer alıyor.
    


 Ali İhsan Aksamaz
26 III 2010

aksamaz@gmail.com 







“Romani nç̆aralobaşi irişen ʒ̆oxlemxtimu noʒ̆ile ren!”

      “Romani nç̆aralobaşi irişen ʒ̆oxlemxtimu noʒ̆ile ren!”     [ Goʒ̆otkvala : Ma A. Cengiz Bukeri doviçini dido ʒ̆anapeş ʒ̆oxle...