Lazcanın
Yazarı ve Şairi : Munir Yılmaz Avcı
Kendisini gıyabında, 1994 yılı ikinci yarısında tanıdım.
O zamanlar İstanbul’da kolektif bir
bilinçle yayınlıyor olduğumuz “Ogni Dergisi”ne bir mektup göndermişti. “Ogni
Dergisi”nin yayın kurulu olarak mektubunu, derginin Mayıs- Haziran 1994 4.
sayısında yayınlamıştık. “Okurdan”
köşesinde yayınlanan bu mektubunda şunları yazıyordu:
“
Değerli Ogni Ailesi, Adresinizi ve derginizi ancak elime geçirebildim.
Tebrikler.. Tebrikler.. Bravo.
Benim
20-25 senedir rüyalarıma giren bir olayı gerçekleştirdiniz. Kendi kültürümüzün
yavaş yavaş yok oluşunu seyretmek ne acı. Böylesine ulvî bir görevin öncülüğünü
yapmayı ne çok arzu etmişimdir. İnanın tahmin edemezsiniz. Tabii bu bir güç ve
cesaret işidir.
Demokrasinin
gereği olarak kültürümüze kavuşabileceğimiz günleri beklerken, ben de yıllar
yılı boş durmayıp birtakım deneme yazılarımla Lazcayı yaşatmaya çalıştım. Tabii
ki önceleri birtakım semboller kullandım. Daha sonradan Tzitaşi İskenderi’nin
kitabından düzenlediğim alfabeyi ve en son olarak da “Parpali” (adlı dergi)den
aldığım kendi yazımızı kullanmaya başladım.
Sayın
Ogni Ailesi, “Ogni Dergisi” bir öncüdür. İlk etapta birtakım eksikliği
olacaktır. Ancak her geçen gün daha iyi ve daha güzele gideceğine inanmaktayız.
Sonsuz başarılar dilerim.”
Bu mektup Karabük’ten
geliyordu. İmza ise, Munir Yılmaz
Avcı’ya aitti.
Doğrusu, o zaman bu
satırların sahibini merak etmiştim. Kimdi bu Munir Yılmaz Avcı?!” Ogni
Dergisi”nin bir 5. sayısına Lazca/ Türkçe bir makalesiyle katkıda bulundu:
“Fakfuk’işi Foni”. Daha sonra Lazca uzunca bir şiir gönderdi. “Oxori Çkini”
(“Evimiz”) başlıklı bu şiir ise, 6. sayıda yayınlandı. Lazca şiirinde; köydeki
üretim, mülkiyet ve paylaşım ilişkileri tasvir ediyordu. Lazcayı mükemmel bir
biçimde kullanıyor ve Lazca yazıyordu. Kaç kişi, Munir Yılmaz Avcı’nın
Lazcasını anladı. Lazcayı anlayanlar içinde de onun ne demek istediğini kaç
kişi kavradı, bilemem. Bildiğim bir şey vardı; bu insan Lazcayı biliyor,
kullanıyor ve yaşatıyordu. Ne yazık ki,
“Ogni Dergisi”ni ancak altı sayı yayınlayabildik.
Munir Yılmaz Avcı, yalnızca
Lazca’nın üstadı değil, aynı zamanda da “Ogni Dergisi”nin de adsız
neferlerinden bir tanesiydi; Aynı Mehmet
Yavuz Türköz gibi, aynı Yüksel Yılmaz gibi. Karabük’ten birçok kişiyi “Ogni
Dergisi”ne abone kaydettirdiğini, abone işlerine bakan bir arkadaştan
duymuştum. Sessizce üreten, yazan, gönderen, “Ogni”yi tanıtan, abone kaydeden
bir insandı Munir Yılmaz Avcı. Bütün bunları onun hakkında biliyordum. Ancak
henüz kendisini tanımamıştım. Karabük’de
ve İzmit’te yaşadığını biliyordum; hepsi bu kadar.
Yukarıdaki kısa mektubundan
da açıkça görüldüğü üzere, Munir Yılmaz Avcı Lazca konusunda duyarlı bir Laz
aydınıydı. Böyle insanlar çok azdı. Üstelik Lazcaya bunca vâkıf bir acaba o
zaman kaç kişi vardı. Şimdi de kaç kişi var ki?!
Böylece 1994 yılı bitti;
ardından da 1995. 1996 yılı başlarında, birgün evde dosyalarımı
düzenlerken Munir Yılmaz Avcı ve birkaç
kişinin posta adresleri elime geçti. Tabii, o zamanlar cep telefonu, internet
yoktu. Sabit telefon bile oldukça pahalı idi. Oturdum ve kendisine bir mektup
yazdım. Kısa bir süre sonra, 18 Ocak 1996 tarihli mektubu elime ulaştı.
Mektubuna “Değerli Hemşehrim” diye başlamıştı. Mektuplaşmamız devam etti. Kendisi Lazca konusunda, öğretmenim oldu.
Posta ile Lazca diye bir şey varsa bizim icadımızdır! Günümüzde de e-posta ile
bu yazışmalarımız ve birbirimizden öğrenme sürecimiz devam ediyor.
Çok ilginç bir gelişmedir
ki, M. Recai Özgün’ü de aynı ay içinde tanıdım: 28 Ocak 1996. Mecit
Çakırusta’nın Pendik’teki kahvehanesinde
tanıştık. Sonradan, Munir Yılmaz Avcı ve M. Recai Özgün’ün birbirleri İzmit’ten
tanıdıklarımı öğrenecektim. Her ikisi de “Sima Vakfı”nın kurucuları arasındaydı.
Her ikisi de bu vakfı kurmak için canla başla çalışıyorlardı. Ben de M. Recai
Özgün vasıtasıyla, bu vakfın senedine katkıda bulunuyordum. Gel gör ki, Munir
Yılmaz Avcı ile mektuplaşmamıza rağmen, henüz karşılaşmamıştık.
Ben, Munir Yılmaz Avcı ile
mektupla neden bağlantı kurmuştum?! Ondan bahsedeyim: O sıralar, Lazca bir
antoloji kitabı hazırlamak gibi bir düşüncem vardı. O sebeple kendisiyle
bağlantı kurmuştum. Proje gerçekleşemedi. Birkaç şiirini “Kafkasya’dan
Karadeniz’e Lazların Tarihsel Yolculuğu” adlı kitabımda yayımlayabildim. Kitabımın
isim babası Özcan Sapan; kitabın yayınlandığı yer ise, Çiviyazıları
Yayınevi’dir. Tarih ise, 1997. Kuşkusuz; bu kitabımın adının M. Recai Özgün ile
de ilgili bir hikâyesi var. Onu da açıklayacağım.
Sima Vakfı kuruldu. Bir
Pazar günü İzmit civarında bir piknik yapıldı. Oraya ailecek katıldık. Mehmet
Yavuz Türköz de ailesiyle katılmıştı. Birlikte gitmiştik İzmit’e. (1996’da)
şimdi tarihini ve piknik yerini hatırlayamıyorum, işte orada tanıştık Munir
Yılmaz Avcı ile. Bizi karşıladı, çalışmalarımızla iftihar ettiğini belirtti.
Ben kendisini tanımamıştım. M. Recai Özgün’e sordum. Kim olduğunu öğrendim.
Arkasından koşarak gittim. İşte o gün yüz yüze tanışmış olduk.
Rahmetli M. Recai Özgün ve
Munir Yılmaz Avcı’nın Laz dili, kültürü ve kimliğine ilişkin çabalarının İzmit
gibi küçük bir kentte kimileri tarafından garip ve kuşkuyla karşılandığını ve
çeşitli şekillerde bazı tepki gördüklerini biliyoruz. Ancak onlar yılmadılar ve
kimlik mücadelesine ellerinden geldiğince ciddi katkılar sundular. Aynı
Nizamettin Alkumru gibi. M. Recai Özgün ve
Nizamettin Alkumru Laz kimlik mücadelesi açısından çok önemlidir.
Munir Yılmaz Avcı, benim
için önemlidir. Babamdan ve bulunduğum yerlerdeki kişilerden öğrendiğim kırık
ve tutuk Lazcamı, ben Munir Yılmaz Avcı sayesinde geliştirmeye çalıştım; bugün
Lazca ders verecek bir duruma geldim. Öğretmenim Munir Yılmaz Avcı’dır; bu benim için
önemlidir. Ancak Munir Yılmaz Avcı, Laz dili, kültürü ve kimliği açısından daha
da önemlidir.
Munir Yılmaz Avcı, M. Recai
Özgün ve ben birlikte Sima Vakfı’nın yayın organı “Sima”yı birlikte
çıkarttık. Munir Yılmaz Avcı’nın
“Şurimşine” adlı şiir kitabı, ardından “Lazuri Nenaçkina” adlı gramer çalışması
ve “Lazuri P’aramitepe” adlı masal çalışması yayınlandı. Hem “Şurimşine” hem de “Lazuri Nenaçkina” adlı
çalışmalarına çeşitli şekillerde katkım vardır; bununla şeref duyarım. Çeşitli yerlerde Kortuli alboni ile
yayınlanmış Lazca metinleri Latin alfabesini temel alarak daktilo edip, elle de
“kaşlarını” koyarak kendisine gönderdim.
Üzerlerinde uzun süre çalıştı. “Lazuri P’aramitepe” adlı çalışma böylece
ortaya çıktı. Bu kitaba redaksiyon katkısında bulundum. Arka kapak yazısını
yazdım. Kitap Sorun Yayınları’ndan Haziran 2005’de yayınlandı.
Ağustos 2005’te kısa bir
Batı Gürcüstan gezisi de yaptık kendisiyle. Bu geziyi Lazca ve Türkçe iki ayrı
uzun makale olarak kaleme aldı. Bu makaleler çeşitli ortamlarda
yayınlandı.
Munir Yılmaz Avcı’nın
yayınlanmış üç eseri var. Adlarını bir kez daha analım: “Şurimşine”, “Lazuri
Nenaçkina”, “Lazuri P’aramitepe”. Munir Yılmaz Avcı’nın yayınlanmayı bekleyen,
benim bildiğim üç Lazca eseri daha var: “Golakteri Meçeti” (“Dönük Cami”/ Lazca
dört perdelik tiyatro eseri), “Şurimşine” (“Ruhundan Canlandığım”/ daha önce
yayınlanan bu şiir kitabının yeni baskısı için Lazca hayat hikâyesini de
ekledi), “Aleyna” adlı Lazca polisiye roman.
Munir Yılmaz Avcı, Lazcayı
seven, kültürünü ve kimliğini yaşatmak isteyen bir insan; eli kalem tutan ve
Lazca yazabilen bir insan. Ancak bir o kadar da görülmek istenmeyen ve yok
sayılan bir insan. Dillerinden “Lazca Ölüyor”u düşürmeyenlerin, Munir Yılmaz
Avcı’yı ve eserlerini görmemeleri ilginç değil mi?!
5 Aralık 2004 tarihinde Hıdiv Kasrı’nda
yapılan bir Laz Kültür toplantısında şu tespitte
bulunmuştum:
“...Şu anda aramızda bulunan
Yılmaz Ağabey’in (Avcı) çabaları her türlü övgünün üstünde olması gerekirken,
kendisine dilsel çalışmalarda destek verilmesi gerekirken, kendisi görmezlikten
gelinmekte...“ Bugün de aynı düşüncedeyim.
Bu makaleyi kaleme alma sebebim, Lazca öğretmenim Munir Yılmaz Avcı’yı
övmek istememden kaynaklanmıyor. Entelektüel anlamda bir noktaya dikkat çekmek
istiyorum: Munir Yılmaz Avcı, Lazcanın yaşayan önemli yazar ve şairlerindendir;
Türkiye’de Lazcayı en iyi bilen ve konuşabilen ve şiir ve hikâye yazabilenaz sayıdaki insandan bir tanesidir.
Lazca eserler vermektedir. Lazcayı yaşatmak, Laz kültürünü yaşatmak, Laz
kimliğini yaşatmak isteyenler onun eserlerine bugünden sahip çıkmalıdır. Bu
yalnızca kendisine bir saygının ve sevginin bir ifadesi değil, onun çok
ötesinde Laz diline, Laz kültürüne, Laz kimliğine kolektif bir sahiplenmenin
bir ifadesidir.
İskender Tzitaşi’nin farkına ve önemine ilk
varan birkaç kişiden de birisidir Munir Yılmaz Avcı. İskender Tzitaşi için şiir
yazacak kadar da Lazca konusunda duyarlıdır. Tevfik Esenç son Son Vubıh idi;
Munir Yılmaz Avcı son Laz olmamalıdır.
Ali İhsan Aksamaz, yusufbulut.com, 08. 02.
2013
https://www.youtube.com/watch?v=7PY6gumokaohttps://www.youtube.com/watch?v=7PY6gumokao
https://www.youtube.com/watch?v=UyJFwRjc0wM