7 Aralık 2019 Cumartesi

“National Geographic”in Doğu Karadeniz'i




“National Geographic”in Doğu Karadeniz'i



National Geographic Gezi Traveler adlı derginin Aralık 1997/ 3. sayısında Ömer Asan'ın “gezi notları”na dayanarak yazdığı anlaşılan ve “Karadeniz’in Atmacaları: Lazlar” başlığını taşıyan bir makalesi yayınlandı.

Mayıs 1996’da  Pontos Kültürü başlığını taşıyan kitabını “Belge Yayınları”nın “Bilim Dizisinden yayınlatan Asan’ın, National Geographic Gezi Traveler’deki makalesine tarihsel gerçeklerle örtüşmeyen ve çelişen ve yanlış bilgilendirmeye ve kafa karıştırmaya yönelik bazı “tarihsel bilgiler” sıkıştırdığı da görülmektedir.

“Karadeniz’in Atmacaları: Lazlar” başlıklı makalesiyle ilgili eleştirilerimi ortaya koymadan önce, Asan’ın  Pontos Kültürü başlığını taşıyan kitabıyla ilgili bazı “tespitler”de bulunmak istiyorum.



Elen Resmî İdeolojisinin Aktarıcılığını Üstlenmiş Bir Kitap: “Pontos Kültürü”

Asan, yöredeki “...etnik yapıların tek tek kültürel kimliklerini sorgulama olanağı olmadığı için bize miras kalan bugünün kültürünü sorguladım. Tüm Karadeniz yerine bir köyü yani kendi köyümü ve kültürünü Of ‘a yayarak ele aldım...” (s.xxııi)  itirafında bulunmasına rağmen, “...Bugünkü Karadeniz kültürünün kökleri Pontos kültüründedir. Halen konuşulan dil ve aksanlar Pontos Kültürünün kalıntılarıdır...” (s.21)  diye yazmakta bir çelişki görmemektedir. Günümüzde bir köyde kullanılan bir dil ve o köyün kültürü, bütün bir bölgenin, “bilinmeyen zamanlar”dan beri etnik yapısını ve kültürel özelliklerini yansıtabilir mi? Bir köy temel alınarak yapılan böylesi bir çalışma genellendiğinde “bilimsel” olabilir mi ?

Asan, bölgeyi dönemlere ayırmaksızın bir kesintisizlik içinde ele almakla yetinmeyip, bölge halklarını da, “...Miletliler Pontos’ta kolonileştiklerinde yerli kavimleri de aralarında eritmişler, onlara kendi kültürlerini, dinlerini kabul ettirmiştir...”(s.9) formülüyle tekleştirmektedir. 

Şu ifadeleri de oldukça ilginç: “ ...Mithridates veya Pont Krallığı bir ulusa bağımlı değildi... çok uluslu, çok kültürlü, çeşitli etnik unsurları içinde barındıran uyumlu bir devletti. O zamanın hakim dili Yunanca resmî dil, hakim tanrı da Apollon du...” (s.21).

“O zaman” ulus kavramı var mıydı? Çok kültürlü, çeşitli etnik unsurların hakim dili, resmî dili Yunanca olabilir miydi? Günümüz  “ulus devlet” kavramının bir sonucu olan “resmî dil”,  kastettiği belli olmayan “o zaman”da Yunanca olabilir miydi? Asan’ ın, “o zaman” dediği, ancak ne zamanı kastettiği müphem bir zaman kavramıyla, bölge tarihi ve etnik yapısını tekmiş gibi gösterdiği tezi bir noktada kopukluk arz ediyor. Bu kopukluğu şu ifadesinden de anlıyoruz : “...iki bin yıl önceki Pontos gerçeği ile bu yüzyılımızdaki “Pontus” olayını birbirinden kolayca ayırt edebiliriz. Osmanlının son dönemlerinde ortaya çıkan milliyetçilik akımlarının etkisiyle yeni bir “Pontus Devleti” hülyalarına kapılan Karadenizli Rumların tarihi yanılgıları ayrı bir inceleme alanıdır...” (s.20).

Bu kopukluğu neden belirtme ihtiyacı hissediyor? Eğer amacı yalnızca, “kendisinin dahil olduğu kültürü”  ifade etmekse, neden bölgenin tamamını “Pontos Kültürü”  kavramıyla açıklama yolunu seçiyor? Bu kopukluk, tezi içindeki kesintisizlikle bir çelişki teşkil etmiyor mu? Ayrıca “Karadenizli Rumlar”  ifadesiyle kimleri kastediyor? O dönemde “Fener Rum Ortodoks Kilisesi”ne bağlı olan herkesin etnik olarak “Rum” olduğunu iddia etmesi bir çelişki değil mi? Yine o dönemde anadilleri Türkçe, Rumca veya Lazca olan, ama “Fener Rum Ortodoks Kilisesi”ne bağlı Ortodoks Hıristiyanların etnik kökenlerine ilişkin elinde herhangi bir belge var mı?  Stefanos Yerasimos, o dönemle ilgili olarak şu önemli tespiti yapıyor. “Ortodoks Hıristiyan nüfus, I9.  yüzyılın başında yeni bir canlanma sürecine giren kilise ile yeni burjuvazinin birlikte yürüttükleri çabaların etkisi altına girecek ve kökeni ne olursa olsun Anadolu'da yaşayan, Türkçe ya da Rumca konuşan bütün Ortodokslar gibi, Yunan ulusuna ait olma duygusunu benimsemeye başlayacaktı. Osmanlıların dine dayalı eski  “millet”  yapılarını kendi içinde eriten milliyetçilik olgusunun inkâr edilemeyecek yükselişi karşısında artık etnik kökenler tartışmasının fazla bir anlam taşımadığı görülmektedir...” (Milliyetler ve Sınırlar, s.353, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994).

Asan, Pontos Kültürü başlığını taşıyan kitabıyla yalnızca kafaları karıştırmayı değil, kitabının başında “belli çevreler” olarak nitelediği insanlara, “Laz = Pontos(lu) = Yunanlı” propagandasını bir şekilde tekrarlatmayı da ustalıkla başarmaktadır.

Asan'ın “Pontos”a yüklediği anlam, yalnızca “Toros, Trakya vb” gibi bir bölge anlamındaysa, neden kesintisiz bir çizgide “Pontus”u, “Elen Kültürü”ne maletme çabası içinde gözüküyor?
Asan’ın, Nüfus Mübadele Antlaşmasıyla Doğu Karadeniz Bölgesinden Yunanistan'a giden Ortodoks Hıristiyanların aradan bunca zaman geçmesine rağmen, Yunan toplumuyla kaynaşamaması konusuna hiç değinmemesi ve onların orada sahip oldukları “kültürel haklar”a (!) hiç vurgu yapmaması ve Sovyetler Birliği “Pontus(lu)lar”ının durumlarına hiç değinmemesi, bunun yerine kitabında değil ama bir dergide, “Pontus kültürü bugün dört dille yaşamaya devam ediyor. Türkçe, Rumca,  Lazca ve Ermenice'de...” (Radikal Pazar Eki, no 3) diye yazması üstlendiği misyon hakkında ipuçları vermektedir.

Pontos Kültürü başlığını taşıyan kitap dikkatle incelendiğinde, Asan’ın Türkiye'deki resmî tarih tezlerine karşı Elen resmî tarih tezlerinin aktarıcılığına soyunduğu görülmektedir. “Kimlik sorunum artık benim için sorun olmuştu...” ( s.3) diye kitabını yazmaya başlayan Asan, dilini konuştuğu (!) insanların kimliğini savunmaktan vazgeçerek, komşularına “Pontuslu Kimliği”ni empoze eden traji-komik bir misyonu üstlenmiş görünmektedir. İşin daha da tuhafı bu misyonu “muhalif sol” zeminde bu kimlikle yürütebilmesi.



“Karadeniz'in Atmacaları: Lazlar”

Asan’ın, Pontos Kültürü kitabıyla Elen resmî tarih tezlerinin aktarıcılığına soyunmuş olması ve bu resmî tarih tezlerinden kaynaklanan inkarcı satırları ustalıkla “Karadeniz'in Atmacaları: Lazlar” makalesine yansıtması sebebiyle bu makaleyi kaleme aldım.

Derginin “İçindekiler bölümündeki spotta şu ifadeler yer alıyor: “..Karadeniz ile özdeşleşmiş, ayrı bir lisan oluşturmuş... Doğu Karadeniz in küçük coğrafyasında dağınık ve damıtılmış olarak varlık gösteren Lazlar,. “ (s. 10) Makalenin hemen başında ise, şu spotu görüyoruz: “Karadeniz deyince akla ilk olarak Lazlar gelir. Aslında Doğu Karadeniz' in küçük bir bölümünde dağınık olarak yaşamalarına karşın, dilleri ve kültürleriyle varlıklarını sürdüren Lazlar, Karadeniz'le özdeşleşmiş durumda.” (s. 99). Bu iki spotun, “konu” hakkında bilgisiz olan ve sadece konu başlıklarını okumakla yetinen okuyucuları gafil avlamak ve şartlandırmak amacıyla seçilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Okuma alışkanlığı olan ve “konu”ya susamışlık derecesinde ilgi duyan okuyucuları spotlardaki şartlandırmadan sonra şu “bilgilendirme” bekliyor: “Her ne hikmetse bu neşeli insanlar, kazandıkları şöhretle Karadeniz'in bir zamanlar Lazistan olarak anılmasını sağlamış, bu söylentiyi günümüze kadar taşımışlar. Oysa tarihin hiçbir döneminde Karadeniz'e egemen bir Laz Krallığı kurulmamış, böyle bir tanımlamayı gerektirecek bir nüfus yoğunluğu da saptanmamış. Bazı Romalı tarihçilere atfen ileri sürülen Laz Krallığı hakkında günümüze somut hiçbir kanıt ulaşmamış. Laz diliyle ilgili herhangi bir metin de henüz bulunamamış .” (s. 106).

Asan, “konu”yu saptırıyor. “Uzo sofrası muhabbetleri”ni okuyucuya tarihsel bilgiymiş gibi aktarıyor. “Her ne hikmetse” ifadesini kullanması bile tek başına gerçek niyetinin ipuçlarını ortaya koyması bakımından manidardır: Laz Tarihi, dili ve varlığını kabul etmek istemiyor. Eğer niyeti kafa karıştırmak değil de, “gezi notlarını aktarmak ve çalışmasına renk katmak için tarihsel bilgiler de aktarmak olsaydı, makalesini yazmadan çok önce yayınlanmış olan şu yayınları en azından yok saymazdı:

“Georg Ostrogorsky, (çev.) Prof. Dr. Fikret Işıltan, Bizans Devleti Tarihi, Türk Tarih Kurumu, 1986; Bilge Umar, Türkiye'deki Tarihsel Adlar, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 1993; Gerg Amıcba, (çev.) Hayri Ersoy, Ortaçağda Ahhazlar-Lazlar, Nart Yayıncılık, İstanbul, 1993; Ogni Kültür Dergisi; Stefanos Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar, İletişim Yayınlan, İstanbul, 1994; M. Recai Özgün, Lazlar, Çiviyazılan, İstanbul, 1996.”

Asan'ın pek hoşuna gitmeyecek, ama ben burada kısaca bir tarihçe vermek istiyorum:    

Gürcü ve Abhaz- Abaza kaynaklarında Egrisi Krallığı; Roma ve Bizans kaynaklarında ise Lazika Krallığı olarak geçen krallık, MS 2. yüzyılda, bugün Batı Gürcüstan olarak bilinen coğrafyada yerel siyasî birimlerin kesin biçimini alması sonucunda ortaya çıktı. 5. ve 6. yüzyıl Bizans tarihçileri, Kolhların Lazlar veya Kolha (Kolheti)’ın da Lazika olduğunu yazmışlardır. Kolheti, yaklaşık olarak, bugünkü Gagra sınırından Çoruh ağzına kadar uzanan bölgeyi kapsıyordu.

Kolhlarla Elenler arasında, Karadeniz havzası bölgesi bir rekabet bölgesiydi. Kolhların yayılma alanı batıya doğru Karadeniz'in güney kıyılan boyunca uzanıyordu. Kolheti yönetim alanı, bugün Türkiye'nin sınırlan dışında kalan bölgeden başlamak üzere. Doğu Karadeniz kıyıları boyunca uzanırken, Kolheti kültür alanı Güneydoğu Karadeniz kıyılarını izleyerek “Trabzon”a kadar uzanıyordu.

“Trabzon”un doğusundan Çoruh yatağına kadar olan bölge, Lazların yoğun olarak yaşadıkları bir bölge haline gelmesine rağmen Lazika Krallığı'nın yönetim alanı dışında kalmıştı.

Güneydoğu Karadeniz yöresinde “Laz adını” taşıyan yönetsel bir birinin oluşturulmasının geçmişi ancak 1204 yılına rastlar. Bu yönetim birimi, “Theme De Grande Lazia” adını taşıyordu ve 1461 'e kadar yaşadı.

1851’de Acara çevresi, Yukarı Gurya ile birlikte, kurulmuş olan Osmanlı Lazistan Sancağı'na bağlandı.

Asan, makalesinde Lazca ile ilgili olarak “önemli bir tespitte” de bulunuyor:

“Bugün beş ayrı ilçede yaşayan Lazlar, aynı dili beş ayrı lehçede konuşuyorlar...” (s. 107).

Asan'ın “lehçe” ile kastetmek istediğinin ne olduğunu bilemiyorum. Lazların yaşadıktan ilçelere göre birer “lehçe” ihdas etme gibi bir beceri gösterdiği için kendisini tebrik etmek gerek! Ancak Lazlar Türkiye’de yalnızca kendisinin “tespit etme becerisi”ni gösterdiği beş ilçede yaşamıyorlar. Kendisine ileride faydalı olur düşüncesiyle Lazca ve konuşulduğu yöreler hakkında kısaca bilgi vermek isterim. Lazca (Lazuri Nena / Ç'anuri Nena), çoğunlukla Türkçe'nin Karadeniz şivesi veya “Rumca” / “Pontusça” zannedilir. Dilbilimciler, Lazca ve Megrelce’yi antik Kolheti dili olarak da bilinen Zanca'nın (Zanuri Nena) zaman içinde ayrılmış ve kendi başlarına gelişmiş iki diyaleği olarak tanımlar. Lazca, tarihsel olarak Rize'nin Pazar (Atina), Ardeşen (Art'aşeni), Çamlıhemşin (Vija), Fındıklı (Vitse), Artvin'in Arhavi (Arkabi) ve Hopa (Khope), Borçka ilçelerinde; Acaristan'ın Batumi kenti civarında ; Abhazya'da ve “Doksanüç Harbi”nden (1877-1878) sonra Osmanlı yönetimi dışında kalan topraklardan göç ederek Akçakoca, Karamürsel, Sapanca, Yalova vb. muhacir yerleşim merkezlerinde topluca yaşayanlar arasında konuşulmaktadır.



Sonuç

Asan, eline geçen fırsatı “hassas” bir şekilde değerlendirerek kafaları karıştırmaya çalışmıştır. National Geographic Gezi Traveler adlı derginin aşağıdaki mektupta bahsettiğim uzun makalemin, Lazca ile ilgili bir bölümünü “bazı kısaltmalarla “Laz Dili” başlığıyla ve imzamla, Asan'ın makalesinin hemen ardında onun makalesine destek veriyormuşum imajını uyandıracak bir şekilde dizayn etmesi de oldukça dikkat çekici!

National Geographic Gezi Traveler adlı derginin de bu “konu”da oldukça “hassas” olduğu ortaya çıkıyor. Asan'ın “Karadeniz'in Atmacaları: Lazlar” başlığını taşıyan makalesi, okuyucularının tepkisiyle karşılaştı. Dergi benden bir açıklama istedi. “Konu”ya katkı sağlamak amacıyla bir açıklama gönderdim ve National Geographic Gezi Traveler’ın Ocak 1998/ 4. sayısının “Tartışma Köşesi”nde yayınlandı. Ancak son söz, “Asan’ın Yanıtı” başlığı altında kendisine söylettirildi.

Asan'ın özeleştiri yaparak “Karadeniz”e yönelik bundan sonraki çalışmalarında objektif davranacağını ve “toplu satış rekorları” kırdığını duyduğum Pontos Kültürü başlıklı kitabının ikinci baskısında aldığı eleştiriler doğrultusunda yapacağı gözden geçirmelerle bu eleştirilerimi anlamsız hale getireceğini ümit ederim. Kendisine bir hatırlatmada bulunmak isterim: Türkiye'deki resmî tarih tezlerini eleştirmek, başka ülkelerin resmî tarih tezlerine dayanmakla gerçekleştirilemez. (Mart 1998)



Ek 1: National Geographic Gezi Traveler ‘a Mektup

(11.12.1997 tarihinde fakslandı)           


“Bir insanı, gerçekten uyuyorsa, uyandırmak kolaydır. Ama uyumuyor da uyur gibi yapıyorsa dünyanın tüm çabasını harcasanız da boştur.” Gandi



Gezi’ye Açık Mektup,
Temmuz’un son günlerinde, Hande Çokküçük telefonla arayarak, National Geographic’in Türkiye versiyonu bir dergi çıkartacaklarını, ilk sayıda Lazlar konusunu işleyeceklerini belirterek kapsamlı bir makale talebinde bulundu. İleride yanlış bilgilendirmelere yol açabilecek bir çalışmanın içinde bulunmak istemeyeceğimi, yazı yayımlanmadan önce görmek şartıyla yardımcı olabileceğimi söyledim. Hande Çokküçük, endişe edecek bir durumun söz konusu olmadığını, “operasyonun” başında bulunduğunu vurguladı. Fotoğraf çekimleri konusunda da yardım istedi. Yörede yardımcı olabilecek kişilerin adlarını verdim. Bu kişilere de telefon ederek yardımcı olmalarını rica ettim.

Kısa bir süre sonra, benden istenen, oldukça uzun bir makale yazarak Hande Çokküçük’e ulaştırdım.

Birkaç gün geçti. Fotoğraf sanatçısı, üstat Manuel Çıtak da, Arhavi'den birkaç kez telefonla arayarak bilgime başvurdu.

Aradan dört ay geçmesine rağmen, makalemin akıbeti konusunda. “operasyon”un başındaki Hande Çokküçük tarafından hiçbir şekilde bilgilendirilmedim. Gezi’nin 1. sayısı çıktığında, kendisini telefonla “nezaket icabı” kutladığımda bile!

Gezi'nin Aralık 1997/3. sayısında Asan'ın, “Karadeniz Atmacaları: Lazlar” başlıklı makalesi yayımlandı. 106, 107 ve 109. sayfalarda satır aralarına sıkıştırdığı “yanlış” tarihsel “bilgilerle” art niyetini açıkça ortaya koyuyor. “Pontus Kültürü” kitabıyla safını belirlemiş olan Asan, ait olduğunu ilân ettiği kültürün siyasal örgütlenmesi olan Pontus Krallığının saldırganlıklarına karşı topraklarını koruyan Lazlardan, entelektüel cambazlıkla yüzlerce yıl sonra intikam almaya çalışmaktadır. Kendisi çok iyi bilir, tarihi tahrif etmek suçtur, düzenbazlıktır.

“Yanlışlıkları” burada aktarmak istemiyorum. Elindeki yeterli kaynaklara rağmen, neden bu “yanlışı” yaptığı sormak da istemiyorum.

Aynı alanda beş yılını doldurmuş bir başka dergiye rakip olma iddiasındaki “Gezi”nin, şahsıma ısmarladığı makalenin akıbeti konusunda hâlâ sessiz kalması gazetecilik etiğiyle bağdaşıyor mu?

Lazların tarihlerine ilişkin müphem “bilgiler” yayımlamak ve bunları spota çıkarmak ne anlama geliyor?

  Ali İhsan Aksamaz

 (Bu mektup, “National Geographic Gezi Traveler” adlı derginin künyesinde yer alan adların hepsine ayrıca posta ile de gönderilmiştir).


Ek 2: “National Geographic Türkiye'ye Mektup

(02. 09. 2002 tarihinde e-mail ile gönderildi)
“National Geographic Türkiye” Forum'a,

National Geographic Türkiye’nin Eylül 2002 sayısında Erla Zwingle’nin “Tanrılar Diyarı (Karadeniz)” başlığını taşıyan bir “yazı”sı yayınlandı. “Gezi notları”na dayandığı anlaşılan “yazı”sına bazı “tarihsel bilgiler” de eklediği görülmektedir. “Yazı”sında tespit ettiğim ve tarihsel gerçeklerle örtüşmeyen ve çelişen “tarihsel bilgiler”i açıklığa kavuşturmak ve “National Geographic Türkiye” okuyucularına katkıda bulunmak amacıyla kaleme aldığım makalemin “National Geographic Türkiye”nin Ekim 2002 sayısındaki “forum” köşesinde yayınlanmasını rica eder, saygılar sunarım.
Ali ihsan Aksamaz (aksamaz@hotmail.com)

 
 
Sn. Zwingle'ye Açık Mektup* ! 

46. sayfada şu ifadeleri kullanmışsınız: “...gemiler dolusu eski Yunanlı yerleşimci buraya gelip kıyıdaki ticaret yolları üzerinde koloniler kurdu... Karadeniz kıyılarının eski Yunanlılar tarafından iskân edilmesi...” 

“Gemiler dolusu eski Yunanlı” ve “iskân” ifadelerini hangi noktaya varmak için özellikle vurgulama ihtiyacı hissediyorsunuz? “Eski Yunanlılar”ın, Karadeniz kıyılarında koloniler kurmalarının amacının, bu bölgenin zenginliklerini talan etmek ve yöre insanlarını da sömürmek olduğuna neden hiç değinmiyorsunuz? “Romantik bir deniz yolculuğu” görüntüsü çizerek kolonicileri şirin göstermeye çalışıyorsunuz. Kullandığınız “iskân” ve “gemiler dolusu” ifadelerinizle ilgili istatistikî bilgilere sahip misiniz? 

57. sayfadaki, üst fotoğraf altında şu “açıklama” yer alıyor: “...1920'lerde Yunanistan ile Türkiye arasında imzalanan Nüfus Mübadelesi Anlaşması çerçevesinde bir milyon kadar Rum Ortodoks Yunanistan’a göçerken, Yunan hükümeti de Müslüman vatandaşlarını Türkiye'ye göndermişti. Sultan Murat Yaylası ndaki... az sayıdaki Rum ise İslâm dinini kabul ettikleri için mübadele kapsamı dışında tutulmuştu.” 

Nüfus Mübadele Anlaşması’yla Türkiye’den Yunanistan’a giden Ortodoks Hıristiyanları özellikle etnik bir kökene dayandırmaya çalışarak Rum olarak tanımlıyorken, Yunanistan'dan Türkiye'ye gelenleri yalnızca Müslüman olarak tanımlıyorsunuz. “Bu mübadele”de belirleyici olan din ise,Yunanistan’a giden bütün Ortodoks Hıristiyanları nasıl Rum etnik kökenine dayandırabiliyorsunuz? O dönemde “Fener Rum Ortodoks Kilisesi'ne bağlı olan herkesin etnik olarak “Rum” olduğunu iddia etmeniz bir çelişki değil mi? Yine o dönemde anadilleri Türkçe, “Rumca” veya Lazca olan, ama “Fener Rum Ortodoks Kilisesi”ne bağlı Ortodoks Hıristiyanların etnik kökenlerine ilişkin elinizde bir belge var mı ? 

Sultan Murat Yaylası’nda İslâm dinînin kabul edilmesiyle ilgili verdiğiniz bilgileri hangi belgelere dayandırıyorsunuz? Bu olaylar hangi yıllarda yaşanmış ? 

Sayfa 59'da, “...Eskiden Türkiye ile Gürcistan'ı birbirine bağlayan ve eski zamanlarda Lazika Diyarı, Osmanlı döneminde ise Lazistan Sancağı diye bilinen bu bölge...” ifadesi yer alıyor. Burada “Lazika Krallığı” ile “Osmanlı Lazistan Sancağı”nı karıştırıyor ve “Lazia Teması”nı yok sayıyorsunuz. 

Gürcü ve Abhaz- Abaza kaynaklarında Egrisi Krallığı; Roma ve Bizans kaynaklarında ise Lazika Krallığı olarak geçen krallık, MS 2. yüzyılda, bugün Batı Gürcüstan olarak bilinen coğrafyada yerel siyasî birimlerin kesin biçimini alması sonucunda ortaya çıktı. 5. ve 6. yüzyıl Bizans tarihçileri, Kolhların Lazlar veya Kolha (Kolheti)’nın da Lazika olduğunu yazmışlardır. Kolheti, yaklaşık olarak, bugünkü Gagra sınırından Çoruh ağzına kadar uzanan bölgeyi kapsıyordu. 

Kolhlarla Elenler arasında, Karadeniz havzası bölgesi bir rekabet bölgesiydi. Kolhların yayılma alanı batıya doğru Karadeniz'in güney kıyılan boyunca uzanıyordu. Kolheti yönetim alanı, bugün Türkiye'nin sınırlan dışında kalan bölgeden başlamak üzere. Doğu Karadeniz kıyılan boyunca uzanırken, Kolheti kültür alanı Güneydoğu Karadeniz kıyılarını izleyerek “Trabzon”a kadar uzanıyordu.

“Trabzon”un doğusundan Çoruh yatağına kadar olan bölge, Lazların yoğun olarak yaşadıkları bir bölge haline gelmesine rağmen Lazika Krallığı'nın yönetim alanı dışında kalmıştı. 

Güneydoğu Karadeniz yöresinde “Laz adını” taşıyan yönetsel bir birimin oluşturulmasının geçmişi ancak 1204 yılına rastlar. Bu yönetim birim “Theme De Grande Lazia” adını taşıyordu ve 1461 'e kadar yaşadı. 

Bölgenin Osmanlı yönetimi altına girmesinden sonra, “Lazia Tema”sı yönetsel birimi değişik adla devam etti. 1851 'de Acara çevresi. Yukarı Gurya ile birlikte, kurulmuş olan Lazistan Sancağı'na bağlandı. 

Sayfa 60'da, “Lazlar ve Hemşinliler gibi kadim yerli halkların yanı sıra, burada yaşayanlardan bazılarının kökenlerinin ortaçağ Avrupa’sına, yani Bizans'a dayandığına inanılır. Anadilleri Rumca'nın bir ağzı olan bir grup, günümüzde Müslüman ve Türk olsa da, kimilerine göre onlar İslamiyeti kabul etmiş Bizanslıların soyundan gelir.” şeklinde bir “bilgilendirme”de bulunuluyor. 

Bu “bilgilendirme”nizde bir şeyler demek istiyorsunuz, ama diyemiyorsunuz. Ağzınızdaki baklayı çıkarmanın yollarını aradığınız anlaşılıyor. “Bazılarının kökeninin Bizans'a dayandığına” kim inanıyor? Kim, kimlere göre, “Anadilleri Rumca'nın bir ağzı olan bir topluluk” olarak “Bizans soyu”ndan geliyor? 


Saygılarımla 
Ali ihsan Aksamaz





*Bu konularda bkz.: Stefanos Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar adlı kitapdaki “Pontus Meselesi”, s. 351- 425, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994: Yakup Aygil, Hıristiyan Türkler'in Kısa Tarihi, Ant Yayınları, İstanbul. 1995; Ali İhsan Aksamaz, Dil-Tarih-Kültür Gelenekleriyle Lazlar adlı kitaptaki Lazlar ve “Pontus(lu)lar” / “Rumlar” , s. 60-78. Sorun Yayınları, İstanbul. 2000; Dr. Yusuf Gedikli, Pontus Meselesi, Bilge Karınca Yayınları. İstanbul, 2002. 



Ali İhsan Aksamaz, Sorun Polemik Dergisi, Sayı 6, Sorun Yayınları, İstanbul, Bahar 2003




https://www.kitapyurdu.com/yazar/ali-ihsan-aksamaz/367.html

“Romani nç̆aralobaşi irişen ʒ̆oxlemxtimu noʒ̆ile ren!”

      “Romani nç̆aralobaşi irişen ʒ̆oxlemxtimu noʒ̆ile ren!”     [ Goʒ̆otkvala : Ma A. Cengiz Bukeri doviçini dido ʒ̆anapeş ʒ̆oxle...