Kültürel Zenginliğimizin Farkında
Olamayışımız
Giriş
“Kültür”ün ne olduğu hakkında bazı
aktarmalarda bulunmadan önce, “kültür”
kelimesinin etimolojisi üzerinde kısaca durmak istiyorum. Türkçede
kullandığımız “kültür” kelimesi, ödünç bir kelimedir. Fransızcadan Türkçeye
girmiştir. Muhtemelen de Osmanlı Ülkesinin “Batılılaşma Dönemi”nde alınmıştır.
“Kültür” kelimesi, Fransızcadan Türkçeye girmiş bir kelime olmasına rağmen,
aslı Fransızca değildir. Çeşitli yazılı kaynakların da belirttiği gibi,
“kültür” kelimesi Latince “cultura”dan gelir. “Cultura” da “colere”den.
“Colere”; işlemek, ekip biçmek, çiftçilik yapmak, yetiştirmek, oturmak,
yaşamak, bakmak, özen göstermek, süslemek, meşgul olmak, kendini vermek, icra
etmek, tapmak, hürmet etmek, yapmak, geçirmek, bakmak, himaye etmek, korumak
anlamların gelir.( Sina Kabaağaç/ Erdal Alova; Latince-Türkçe Sözlük, Sosyal
Yayınlar,1995, İstanbul)
“Kültür” kelimesi Türkçeye girmeden
önce ve daha sonra, “kültür” anlamında “hars” kelimesi kullanılıyordu. “Hars”
kelimesi de ödünç bir kelimedir; Arapça kökenlidir. Bu kelime de “tarla sürme”
ile bağlantılıdır. Osmanlı Ülkesinde,
Türkçede önce “hars” ardından da “hars” ve “kültür” birlikte kullanılmış
olmasına rağmen, Türk Dil Kurumu, bu iki
kelimenin yerine, onların etimolojisinden faydalanarak “ekin” kelimesini
üretmiştir. Ne var ki, “ekin” kelimesi tutmamış, bu arada “hars” kelimesi de
çok büyük ölçüde unutularak, “kültür” kelimesi
Türkçeye yerleşmiştir.
Yukarıda, Latince fiil “colere”nin
Türkçe karşılıklarını öğrenirken, aslında “kültür”ün ne olduğuna ilişkin bazı
ipuçlarını da hissetmiştik. Şimdi “kültür nedir?” sorusuna cevap arayabiliriz.
Kültür Nedir?
“Kültür nedir?” sorusuna, çeşitli
sözlük ve ansiklopedilere bakılarak onlarca farklı cevap bulunabilir. Kuşkusuz
bu cevapların her biri, ifade etmek istedikleri konularla bağlantılı olarak
doğrudur. Yapılan bu “kültür” tarifleri, birbirini kapsayıcı ve destekleyicidir
de. İsteyen, bu “kültür” tariflerini desteklemek için de, yerli ve yabancı
birçok yazarın çalışmalarından alıntılar yapılabilir. Böylece de pek çok şey
söylenebilir, uzunca bir metni de kaleme alınabilir. Gel gör ki, bütün bunlar,
“kültür”ün bir tarifini yaptığımız ve onunla bağlantılı toplumsal sorunlara
çözüm yolları üretme yolunda küçücük de olsa adımlar atabildiğimiz anlamına
gelmez. Önemli olan, bütün bu “kültür” tariflerinin hangi amaçla
aktarıldığıdır.
İki “kültür” tarifini aktarmak
istiyorum. İlki şöyle: “Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan
bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere
iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin
ölçüsünü gösteren araçların bütünü, hars, ekin.” Diğer tarifi ise şöyle:
“Bireyin kazandığı bilgi.” (www.tdk.gov.tr)
Tebliğ konumla bağlantılı olarak,
bence, zımnen; ilk tarif “Kültürel Zenginliğimizi”, ikinci tarif de bu
“Kültürel Zenginliğin” korunup geliştirilerek gelecek kuşaklara çağdaş bir
yaklaşımla aktarılmasına katkıda bulunabilecek “bilgi”ye işaret etmektedir.
“Kültürel Zenginliğimiz”
Dil, kültürün temel unsurudur. Burada, “Kültürel Zenginliğimiz” ifadesini ,
“Türkiye’nin Anadil Zenginliği” anlamında kullanıyorum. “Kültür” kelimesi,
nasıl Fransızca yolu ile Türkçeye girmiş Latince ödünç bir kelime ise, “zengin”
kelimesi de Farsçadan Türkçeye girmiş ödünç bir diğer kelime. O halde, “Kültürel Zenginlik” ne demektir?
Sizleri 2004 yılının 7 Haziran’ına götürmek istiyorum. Hatırlanacağı gibi; TRT, bu tarihte Boşnakça ile beş anadildeki
yayınlarına başladı. Kuşkusuz, TRT’nin bu anadillerle yaptığı yayınlar; içerik,
süre, yayınlandıkları saatler vb. bakımlardan eleştirilebilir. Ondan önce
üzerinde durulması gereken, TRT’nin neden diğer anadilleri yok saydığıdır.
Devlet İstatistik Enstitüsü’nün, anadil sonuçlarını açıkladığı son nüfus sayımı
1965’de yapılandır. Türkiye’de konuşulan diller şöyle sınıflandırıyordu:
A. Türkçe
B. “İslâm Azınlık Dilleri”: Abazaca, Acemce, Arapça, Arnavutça, Boşnakça, Çerkezce, Gürcüce, Kürtçe, Kırmanca, Kırdaşça, Lazca, Pomakça, Zazaca
C. “Diğer Azınlık Dilleri”: Ermenice, Yahudice, Rumca
D. “Anglo Sakson Dilleri”: Almanca, Flamanca, İngilizce
E. “Latin Dilleri”: Fransızca, İspanyolca, İtalyanca
F. “Slav Dilleri”: Bulgarca, Çekçe, Hırvatça, İsveççe, Lehçe, Romence, Rusça, Sırpça
G. “Diğer Diller”: Bilinmeyen
DİE’nin “İslâm Azınlık Dilleri” olarak adlandırdığı anadillerin dışında da anadillerin bulunduğunu belirtmeliyim. Türkiye’deki nüfus sayımlarında hiçbir zaman dikkate alınmayan benim şimdi adlarını hatırlayabildiğim anadilleri şöyle: Pontusça, Hemşince, Ubıkhça, Vaynakhça (Çeçen-İnguşça), Asetince (Osetçe), Avarca, Lezgice, Kumukça, Gazi Kumukça (Lakça), Dargice, Karaçay(lı)-Balkarya(lı)ca, Uygurca, Tatarca, Kırgızca, Kazakça, Özbekçe, Nogayca. Ayrıca aynı kaderi paylaşan Süryanice de unutulmamalı.
TRT; Kırmançi, Zazaca, Boşnakça,
Arapça ve Çerkezceyi hangi kıstasları göz önünde bulundurarak yayın yapmak için
seçti? Bunu bilemiyoruz. TRT’nin, DİE’nin verilerini dikkate alarak bu dilleri
belirlediği düşünülebilir. Anadillere ilişkin soruların en son 1985 nüfus
sayımlarında sorulduğunu biliyoruz. DİE’nin anadil sonuçlarını açıkladığı en
son sayım ise 1965’tekidir. 2000 yılında yapılan son nüfus sayımlarında ise,
anadile ilişkin soru sorulmadığına göre; TRT, 1965 nüfus sayımı anadil
verilerini mi dikkate aldı? Şimdi 1965 nüfus sayımı anadil verilerine bir
bakalım: Anadili ve ikinci dili olarak Boşnakçayı 57.209 kişi; Çerkezceyi
106.960 kişi ve Arapçayı 533.264 kişi konuşuyordu. Yine aynı yıl verileriyle
Lazcayı 81.165 kişi; Gürcüceyi 79.234 kişi; Pomakçayı 57.372 kişi; Arnavutçayı
53.520 kişi ve Abazacayı ise 12.399 kişi anadili veya ikinci dili olarak
konuşuyordu. Bu rakamlar, TRT’nin bir anadilini, konuşanının sayısına göre
değerlendirmediğini gösteriyor. O zaman TRT’nin kıstası neydi? Bunu hiç
öğrenemedik. Eğer TRT, Anadolu’ya göçmen dilleri, yani Boşnakça ve Çerkezceyi
dikkate alıyorsa, diğer göçmen dilleri olan Abazaca, Arnavutça ve Pomakçayı da
dikkate almalıdır. Eğer TRT, Anadolu’da yerli dilleri, yani Kırmançi, Zazaca ve
Arapçayı dikkate alıyorsa diğer yerli diller olan Lazca, Gürcüce vb. dilleri de
dikkate almalıydı.
İlgili Kanun Ve Yönetmelikler
TRT’nin beş anadilde yayın yapmasına
imkân sağlayan ilgili kanun ve yönetmelik de birçok açıdan eleştiriye
muhtaçtır. Türkiye’nin sosyal gerçekliklerinden hareketle değil, masa başında
ve resmi ideolojinin gölgesinde, üstelik de Avrupalılara hoş görünmek için
hazırlandıkları anlaşılıyor. DSP-MHP-ANAP Hükümetinin hazırladığı “Çeşitli
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun”un (Kanun no: 4771; Kabul
tarihi: 03.08.2002- Resmi Gazete: 09.08.2002- 24841) yürürlüğe girmesinin
ardından, “Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamlarında Geleneksel Olarak
Kullandıkları Farklı Dil ve Lehçelerin Öğrenilmesi Hakkındaki Yönetmelik”
(Resmi Gazete: 20.09.2002- 24882) ve “Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamlarında
Geleneksel Olarak Kullandıkları Farklı Dil ve Lehçelerde Yapılacak Radyo ve
Televizyon Yayınları Hakkındaki Yönetmelik” (25.01.2004 -25357)’ten söz
ediyorum. Dil Nedir? Lehçe Nedir? Buna
Kim, Nasıl Karar Verir? Farklı Dil ve Lehçeler…” ifadesi ise, bu
yönetmelikleri yazanların oldukça paradoksal bir yaklaşım içinde olduklarını
gösteriyor. “Dil” ve “lehçe” kavramlarının oldukça göreceli kavramlar olduğunu
belirtmeliyim. Konumuzla bağlantılı olarak sorarsak, bir anadilinin dil mi,
lehçe mi olduğuna kim, nasıl karar veriyor? Örneğin, Kırmanci ve Zazaca dil mi,
lehçe mi? Hangisi hangisinin lehçesi? Çeçence ve İnguşça ile ilgili aynı soru
sorulabilir? Ladino, İspanyolca’nın mı, Türkçe’nin mi, İbranice’nin mi lehçesi?
Ya Adığece, Kabardeyce ilişkisine ne diyeceğiz? Abazaca ile Abhazca ilişkisi
nasıl açıklanacak? Dil ve lehçe ilişkisine göre, Gürcüce ile Lazca, Hemşince
ile Ermenice, Pontusça ile Rumca arasındaki ilişki nasıl tanımlanacak?
“Amaç” bölümündeki 1. madde, yönetmeliğin
amacını şöyle açıklıyor: “Bu Yönetmeliğin amacı, Türk vatandaşlarının günlük
yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerin
öğrenilmesine ilişkin 1965 tarihli ve 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları
Kanununa göre açılabilecek özel kursların açılış, işleyiş ve denetim esaslarını
düzenlemektir.”
Başta, bu “dil ve lehçeler”in adları yazılmalıydı. Yine bu “dil ve lehçeler”, madem konuşuluyor, neden ve kimlere öğretileceği de açıkça belirtilmeliydi!
Bu yönetmeliğin “en ilgi çekici” maddesi, “Görevlendirme” ilgili olan 7. madde. Şöyle diyor: “Açılmasına izin verilen kursta; müdür, müdür yardımcısı, öğretmen ve usta öğretici ile diğer personel görevlendirilir. Çalışma izni verilecek personelin, 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu ile Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliğinde belirtilen nitelik ve koşulları taşıması, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olması, Talim ve Terbiye Kurulunca belirlenen nitelik ve koşullara sahip olması gerekir. Görevlendirilecek personele 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununun 23 ncü maddesi ve Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliğinin ilgili madde hükümlerine göre çalışma izni verilir…”
Bu madde, bu kadar açıklamada bulunmasına rağmen, anadillerini bilmeyen insanlara ders verecek öğretmenlere ilişkin somut bir bilgi vermiyor. Yakın zamana kadar yok sayılan dillerde ders verecek öğretmenlerin nereden sağlanacağı açıkça belirtilmeliydi. “Kurs Yönetmeliği”, derslerde kullanılacak alfabe ve ders materyallerine ilişkin de bilgi vermiyor. Örneğin derslerde “Kuzey Kafkasya Dilleri”nin yazımında (Kuzey Kafkasya’da olduğu gibi) “Kiril Alfabesi”ni, “Güney Kafkasya Dilleri”nin yazımında (Gürcüstan’da olduğu gibi) “Kartuli Anbani”yi ve Zazaca ve Kırmanci dillerinin yazımında, (Orta Doğu’da olduğu gibi) “Arap Alfabesi”ni kullanmayı da isterlerse, ne olacak? Ya da “o bölgelerde” hazırlanmış kitapları aynen veya küçük değişikliklerle kullanmak isterlerse, yetkililerin tavrı ne olacak? Bütün bunlar, bu yönetmelikte yer alabilirdi. Bu yönetmeliğin, yurttaşların gerçekliklerinden hareketle değil, bürokrat zihniyetle ve üstelik de baştan savma hazırlandığının bir göstergesidir.
Radyo ve Televizyon yayınları hakkındaki yönetmeliğin içeriği daha da ”ilginç”. Bu yönetmeliğin 5. maddesinde yer alan, “Bu dil ve lehçelerde sadece yetişkinler için haber, müzik ve geleneksel kültürün tanıtılmasına yönelik yayınlar yapılabilir.” ve “Bu dil ve lehçelerin öğretilmesine yönelik yayın yapılamaz.” ifadesi, yıllarca yasaklanan anadillere sözde özgürlük vermek için hazırlanan bu yönetmeliğin nasıl yasakçı bir zihniyet taşıdığını gösteriyor. Çocukları, ruhen ve bedenen gelişmeleri konusunda korumayan, gerekli tedbirleri almayan bir anlayış, bu çocukları anadillerine karşı, vebadan uzak tutmaya çalışır gibi davranmakta, kafalarda bugün bile karantinalar oluşturmaya çalışmaktadır. Anadilde radyo-TV yayınlarını yalnızca “yetişkinlere” yönelik bir çizgide tutmaya çalışmak nasıl bir ruh halinin tezahürüdür?! Çocuk yetişkin olmayacak mı? Yetişkin bir zamanlar çocuk değil miydi? Günümüzün yetişkini, çocukluğunda anadilinin konuşulmasının bile çeşitli şekillerde yasaklandığını bilmiyor mu? Günümüzün çocuğu, ileride yetişkin olunca bu “komik uygulamaları” sorgulamayacak mı?
Yine aynı maddede yer alan,” Kamu ve özel ulusal yayın lisansı sahibi radyo ve televizyon kuruluşları, bu dil ve lehçelerdeki yeniden iletim konusu yayınları da dahil olmak üzere; radyo kuruluşları günde 60 dakikayı aşmamak üzere haftada toplam beş saat, televizyon kuruluşları ise günde 45 dakikayı aşmamak üzere haftada toplam dört saat yayın yapabilirler.” hükmü ise süre açısından da bir kısıtlayıcılık göstergesidir.
Aynı maddedeki, “Bu dil ve lehçelerin öğretilmesine yönelik yayın yapılamaz.” şeklindeki vurgu üzerinde uzunca düşünmeyi gerektiriyor. TRT’nin eğitim-öğretime ayırdığı televizyon kanallarından biri, “TV 4”, İngilizce, Fransızca, Almanca öğreten yayınlar yapıyor. Ama bu ülkenin yurttaşlarının kendi anadillerini öğrenmelerine ve geliştirmelerine yönelik yayınların yapılması daha baştan engellenmeye çalışılıyor. TRT’nin TV ve radyo kanallarında Türkiye’nin diğer anadilleri de öğretilebilmelidir. Bu ülkenin yurttaşlarının anadilleri TRT’nin TV ve radyo kanallarında öncelikle öğretilmelidir!
5. madde “altyazı ve tercüme konusunda ise şöyle diyor: “Bu dil ve lehçelerde yeniden iletim konusu yayınlar dahil, televizyon yayını yapan kuruluşlar bu yayınlarını içerik ve süre açısından bire bir olmak kaydıyla, Türkçe alt yazıyla vermekle veya hemen akabinde Türkçe tercümesini yayınlamakla, radyo yayını yapan kuruluşlar ise programın yayınlanmasını takiben Türkçe tercümesini yayınlamakla yükümlüdür.”
Bu kadar kısıtlayıcı hükümler getiren bir yönetmeliğin, “Türkçe tercümesi…” ile neyi kastettiğini açıkça belirtmesi gerekirdi! Örneğin; tercümeler 1930’ların Türkçesi’yle yapılırsa ne olacak?!
Yarın bir gün, bir uluslararası firma, bu anadillerinden birinde veya hepsinde reklam hazırlayıp bu anadillerdeki programlar kuşağında yayınlatmak isterse ne olacak? Yönetmelik bu konuya değinmeyi unutmuş!
8. maddede yer alan ifade ise yurttaşlara güvenmemenin açık bir tezâhürü: “… Yayın kuruluşları farklı dil ve lehçelerde yaptıkları yayın süresince stüdyo düzeni, mevcut logo, ses efekti ve tanıtıcı ses işaretleri dışında simgeler yer vermemekle yükümlüdürler. Gerektiği takdirde, sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin simgesi niteliğindeki görüntü ve işaretler kullanılabilir.”
Geçici 1. madde ise “teknik bir konu”ya değiniyor: “Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerin izleyici-dinleyici profili belirleninceye kadar bu dil ve lehçelerdeki yayın sadece kamu ve özel ulusal yayın kuruluşları tarafından yapılır. Üst Kurul ülke çapındaki talepler yanında, gerekli araştırmalar yaptırarak izleyici-dinleyici profili çıkarır.”
Burada geçen “ulusal yayın” tanımı, “tanımlar” bölümünde şöyle açıklanıyor: “Bütün ülkeye yapılan, radyo, televizyon ve veri yayını…” Aynı bölüm, “Bölgesel Yayın” kavramını da tanımlıyor:” Birbirine komşu en az üç il ve en çok bir coğrafi bölge alanının asgari yüzde yetmişine yapılan radyo, televizyon yayını…” “Yerel Yayın” ise şöyle tanımlanıyor: ” Mülki taksimat itibarıyla en az bir ilçe ( merkez ilçe dahil) veya bir ilin alanının en az yüzde yetmişine yapılan radyo, televizyon ve veri yayını.”
“İzleyici-dinleyici profili” hangi kıstaslara göre çıkartılacak? Türkiye’nin bütün anadillerinin şu ya da bu oranda ülkenin hemen her yerinde konuşulduğunu biliyoruz. “İzleyici-dinleyici profili” çalışmalarından, anadiller aleyhine çıkacak her türlü sonucun birçok bakımdan şaibeli olacağına kuşku yok.
Farkına Varamayan Sadece TRT Mi?
Yukarıda TRT’nin “Kültürel
Zenginliğimiz”in farkına varamadığı, farkına varmak istemediği açıkça
görülüyor. Ya muhalif olduğunu söyleyen ve yönetmeye aday oldukları iddiasında
bulunanlar bu konuda ne yapıyor? Ne
yazık ki, bu “Kültürel Zenginliğimiz”in farkına varabilecek ve bu zenginliği
koruyup geliştirecek ve gelecek kuşaklara aktarabilecek bir “kültür”den, bilgi
birikiminden yoksunuz. Bu alanda bir “kültür” geliştirilememiştir. Konu bir aksesuar olarak kullanılmaya
çalışılmaktadır. Kalıcı ve kapsayıcı çalışmalar yerine, anı kurtarıcı lâflarla
konu geçiştirilmektedir. “Kültürel Zenginliğimiz”in farkında değiliz. Bu
farkında olamayışımız sadece Türkçe dışındaki anadillerle sınırlı da değildir.
Somut Öneriler
Ben burada, daha önce de çeşitli
vesilelerle dile getirdiğim önerilerimi tekrarlamak istiyorum. Konuya taraf
olan vakıf, dernek ve kişilerin de içinde yer alacağı özerk yapıdaki
bir“Anadillerini Planlama Kurumu” bir nüve olarak çalışmaları başlatabilir.
Anadilleri ile ilgili bütün çalışmaları tek elden yürütecek böyle bir kurum
öncelikle oluşturulmalıdır. Bu kurum, anadillere ilişkin olarak demokratik özlü
ve telâfi edici genel bir yönetmelik hazırlamalıdır. Bu bağlamda, ”anadil
sorunu”, anlaşılır ve bizim olan terimlerle tartışılmalı ve bu alanda bir
litaratür oluşturulmalıdır.
Daha sonra öncelikle, “Türkiye’nin diğer anadilleri envanteri” çıkarılmalıdır. Bu yapılırken, yalnızca Türkçe ile hiçbir akrabalığı olmayan anadilleri değil, Azerice, Kazakça, Kırgızca, Özbekçe, Tatarca, Uygurca gibi “kimileri” tarafından Türkçe’nin lehçeleri sayılan diller de dikkate alınmalıdır. Biliyoruz ki, nüfus sayım sonuçlarında adı geçen anadillerin en az iki katı kadar daha anadili Türkiye’de konuşulmaktadır; bunlar, ad olarak ve kullanıldıkları yöreler olarak tespit edilmelidir. Oluşturulacak ilgili komisyonlar bu anadilleri için “Latin Alfabesi”ne dayanan alfabeleri oluşturmalıdır. Ardından da, ilk aşamada en az on bin kelimelik temel Türkçe kelime dağarcığı tespit edilmeli ve buna göre bu anadillerin sözlükleri oluşturulmalıdır. Bu sözlükler (varsa diğer alfabeleriyle ve) Latin alfabesine dayalı alfabeleriyle yayınlanmalıdır. Yapılacak yazılı, sözlü ve görsel yayınlar mümkün olduğunca bu sözcük dağarcığına dayanmalıdır. İlk etapta ilköğretim birinci sınıf öğrencilerinin düzeylerine uygun masal kitapları ve çizgi filmler radyo ve TV yayınlarında da kullanılabilecek şekilde hazırlanmalıdır.
Bütün bunlarla eşzamanlı olarak, bu anadillerle ilgili çalışmaları yürütecek, yani; masal kitapları, ilköğretim öğrencilerinin düzeylerine göre “sosyal bilgiler” ve “fen bilgisi“ vb. kitapları, çizgi filmler, tiyatro eserleri, radyo- TV programlarını hazırlayıp sunacak, gazete ve dergileri yayınlayacak personelin yetiştirilmesi sağlanmalıdır. Bu personelin yetişmesinde, bu anadillerle ilgili ve/ veya çalışmalar yapan ülkelerin akademik personelinden de faydalanabilir.
Ancak, bütün bu personelin yetişmesi ve alanlarında çalışmalar yapması ve oluşacak demokratik tartışma ortamından sonra, “anadil eğitim- öğretimi mi?”, “anadilde eğitim- öğretim mi?” tartışmalarının da, anadil kurslarının da, radyo-TV yayınlarının da bir anlamı olabilir. Gerek bu konularda personel yetiştirilmesi gerekse de yazılı, görsel, işitsel vb. her türlü materyalin hazırlanmasındaki bütün harcamalar, kuşkusuz ilgili devlet kuruluşları tarafından karşılanmalıdır. Bu şekilde hareket edildiğinde ve konuşanlarının sayılarına bakılmaksızın, Türkiye’nin konuşulan bütün diğer anadillerine aynı mesafede durularak yürütülecek çalışmalar, demokratikleşme yolunda önemli kazanımlar sağlayabilir, yurttaşlık bağlarının pekiştirilmesine katkıda bulunabilir ve “etnik” aidiyetleri temel alan örgütlenmelerin önüne geçebilir.( 16 Mayıs 2008)
Konu ile İlgili ve Yazarın Önerdiği
Okumalar:
- Aksamaz, Ali İhsan: (2002), “Yerel
Diller”: Anadilleri Yaşatmak Mı? Öldürmek Mi?, “Sorun Polemik Dergisi”, Sayı 5,
Kış, İstanbul.
- Aksamaz, Ali İhsan: (2003), “Doğu
Karadeniz’de Resmî İdeolojiler Kuşatması”, Sorun Yayınları, İstanbul.
- Aksamaz, Ali İhsan, vd.: (2005),
“Anadilde Eğitim ve Azınlık Hakları, 1. Baskı, Sorun Yayınları, İstanbul.
- Aksamaz, Ali İhsan (2007):
“Türkiye’nin Anadil Zenginliği”: Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Hizmet Kulübü 6.
İnsan Hakları Sempozyumu: http://www.kolkhoba.org/makaletrk6.htm
Ali İhsan Aksamaz, Kültürel
Zenginliğimizin Farkında Olamayışımız
(*) Sanat Cephesi tarafından
düzenlenen ve İstanbul Mezopotamya Kültür Merkezi salonunda gerçekleştirilen
Kültür- Sanat Konferansında 17 Mayıs 2008 Cumartesi günü yapılan konuşmanın
dayandığı metnidir (Yayınlandığı Kitap: Sanat Estetik Politika (Kültür-Sanat
Konferansı Tebliğleri), Sorun Yayınları, İstanbul, Birinci Baskı, Ekim 2008.
https://shangulishialiihsanaksamaz.blogspot.com/2019/11/osmanlinin-son-donemindeki-siyasi-parti.html