25 Kasım 2019 Pazartesi

ANADİLİ YÖNETMELİKLERİ VE GERÇEK







Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde DSP-MHP-ANAP Hükümetinin hazırladığı “Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun”un (Kanun No: 4771; Kabul tarihi: 03.08.2002- Resmi Gazete: 09.08.2002 /24841) yürürlüğe girmesinin ardından, “Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamlarında Geleneksel Olarak Kullandıkları Farklı Dil ve Lehçelerin Öğrenilmesi Hakkındaki Yönetmelik” ( Resmi Gazete: 20.09.2002
24882) ve “Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamlarında Geleneksel Olarak Kullandıkları Farklı Dil ve Lehçelerde Yapılacak Radyo ve Televizyon Yayınlar Hakkındaki Yönetmelik” (25.01.2004/ 25357) de yürürlüğe girdi. Oldukça uzun başlıkları olan bu yönetmeliklerden ilki için ben, bu makalemde, “Kurs Yönetmeliği”, diğeri için de “Radyo-TV Yönetmeliği” ifadelerini kullanacağım.



Dil Nedir? Lehçe Nedir? Buna Kim, Nasıl Karar Verir?

Öncelikle her iki yönetmeliğin başlığında geçen ifadelere dikkat çekmek istiyorum. “… Günlük Yaşamlarında…” ne anlama geliyor? Dil, günlük yaşam dışında başka nerelerde kullanılabilir ki, bu ifadeye ihtiyaç duyulmuş? “… Geleneksel Olarak Kullandıkları…” ifadesi de oldukça ilginç. Bu ifadeyi yazanlara sormak lâzım: Ne kadar Geleneksel? Örneğin, Anadolu’nun yerli dilleri Arapça, Gürcüce, Hemşince , Kırmanci, Lazca, Pontusça, Rumca, Süryanice, Zazaca vb. anadiller kadar mı geleneksel?! Yoksa Anadolu’ya göçmen Abazaca, Adığece, Arnavutça, Boşnakça, Çeçence, İnguşça, Kabardeyce, Karaçay(lı)-Balkar(lı)ca, Kumukça, Ladino, Lakça, Pomakça vb. anadiller kadar mı geleneksel?! “… Farklı Dil ve Lehçeler…” ifadesi ise, bu yönetmelikleri yazanların oldukça paradoksal bir yaklaşım içinde olduklarını gösteriyor. “Dil” ve “lehçe” kavramlarının oldukça göreceli kavramlar olduğunu belirtmeliyim. Konumuzla bağlantılı olarak sorarsak, bir anadilinin dil mi, lehçe mi olduğuna kim, nasıl karar veriyor? Örneğin, Kırmanci ve Zazaca dil mi, lehçe mi? Hangisi hangisinin lehçesi? Çeçence ve İnguşça ile ilgili aynı soru sorulabilir? Ladino, İspanyolca’nın mı, Türkçe’nin mi, İbranice’nin mi lehçesi? Ya Adığece, Kabardeyce ilişkisine ne diyeceğiz? Abazaca ile Abhazca ilişkisi nasıl açıklanacak? Dil ve lehçe ilişkisine göre, Gürcüce ile Lazca, Hemşince ile Ermenice, Pontusça ile Rumca arasındaki ilişki nasıl tanımlanacak?



Doğrusu: “Türkiye’nin Diğer Anadilleri”

Kuşkusuz bu tür düzenlemelerde kanun ve yönetmeliklere bir başlık verilmeli. Anadillerle ilgili bu yönetmeliklerde, “Türkiye’nin Diğer Anadilleri” başlığı en uygun başlık olarak kabul edilebilirdi. Gerek “Kurs Yönetmeliği” ve gerekse de “Radyo-TV Yönetmeliği”nde en başta da, yine “Farklı Dil ve Lehçeler” ifadesi yerine, bu anadiller tek tek sayılmalıydı. Eğer şeklî ifadelerin dışında bir takım sınıflandırmalara ihtiyaç duyuluyorsaydı, bu anadiller “yerli-göçmen”, “toplu olarak- dağınık olarak konuşulanlar”, “Nüfus sayımlarında yer alan- hiç yer almamış” gibi veya konuşanlarını (“tahminî” ) sayısına göre vb. sınıflandırılabilirdi.
“Kurs Yönetmeliği”
Genel olarak Kurs yönetmeliklerinin işi zora koşucu, kısıtlayıcı, şekilci, bürokrasiye önem verir özellikte olduğunu biliyoruz. “Amaç” bölümündeki 1. madde, yönetmeliğin amacını şöyle açıklıyor: “Bu Yönetmeliğin amacı, Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerin öğrenilmesine ilişkin 86
1965 tarihli ve 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununa göre açılabilecek özel kursların açılış, işleyiş ve denetim esaslarını düzenlemektir.”
Başta, bu “dil ve lehçeler”in adları yazılmalıydı. Yine bu “dil ve lehçeler”, madem konuşuluyor, neden ve kimlere öğretileceği de açıkça belirtilmeliydi!

Bu yönetmeliğin “en ilgi çekici” maddesi, “Görevlendirme” ilgili olan 7. madde. Şöyle diyor: “Açılmasına izin verilen kursta; müdür, müdür yardımcısı, öğretmen ve usta öğretici ile diğer personel görevlendirilir.

Çalışma izni verilecek personelin, 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu ile Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliğinde belirtilen nitelik ve koşulları taşıması, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olması, Talim ve Terbiye Kurulunca belirlenen nitelik ve koşullara sahip olması gerekir.

Görevlendirilecek personele 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununun 23 ncü maddesi ve Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliğinin ilgili madde hükümlerine göre çalışma izni verilir…”

Bu madde, bu kadar açıklamada bulunmasına rağmen, anadillerini bilmeyen insanlara ders verecek öğretmenlere ilişkin somut bir bilgi vermiyor. Yakın zamana kadar yok sayılan dillerde ders verecek öğretmenlerin nereden sağlanacağı açıkça belirtilmeliydi.
“Kurs Yönetmeliği”, derslerde kullanılacak alfabe ve ders materyallerine ilişkin de bilgi vermiyor. Örneğin derslerde “Kuzey Kafkasya Dilleri”nin yazımında (Kuzey Kafkasya’da olduğu gibi) “Kiril Alfabesi”ni, “Güney Kafkasya Dilleri”nin yazımında (Gürcüstan’da olduğu gibi) “Kartuli Anbani”yi ve Zazaca ve Kırmanci dillerinin yazımında, (Orta Doğu’da olduğu gibi) “Arap Alfabesi”ni kullanmayı da isterlerse, ne olacak? Ya da “o bölgelerde” hazırlanmış kitapları aynen veya küçük değişikliklerle kullanmak isterlerse, yetkililerin tavrı ne olacak? Bütün bunlar, bu yönetmelikte yer alabilirdi. Bu yönetmeliğin, yurttaşların gerçekliklerinden hareketle değil, bürokrat zihniyetle ve üstelik de baştan savma hazırlandığının bir göstergesidir.

“Radyo-TV Yönetmeliği”

“Kurs yönetmeliğinin” başlığı gibi bu yönetmeliğin başlığı da aynı eleştirilerimizin muhatabı. Ancak bu yönetmeliğin içeriği daha da ”ilginç”. Bu yönetmeliğin 5. maddesinde yer alan, “Bu dil ve lehçelerde sadece yetişkinler için haber, müzik ve geleneksel kültürün tanıtılmasına yönelik yayınlar yapılabilir.” ve “Bu dil ve lehçelerin öğretilmesine yönelik yayın yapılamaz.” ifadesi, yıllarca yasaklanan anadillere sözde özgürlük vermek için hazırlanan bu yönetmeliğin nasıl yasakçı bir zihniyet taşıdığını gösteriyor. Çocukları, ruhen ve bedenen gelişmeleri konusunda korumayan, gerekli tedbirleri almayan bir anlayış, bu çocukları anadillerine karşı, vebadan uzak tutmaya çalışır gibi davranmakta, kafalarda bugün bile karantinalar oluşturmaya çalışmaktadır. Anadilde radyo-TV yayınlarını yalnızca “yetişkinlere” yönelik bir çizgide tutmaya çalışmak nasıl bir ruh halinin tezahürüdür?! Çocuk yetişkin olmayacak mı? Yetişkin bir zamanlar çocuk değil miydi? Günümüzün yetişkini, çocukluğunda anadilinin konuşulmasının bile çeşitli şekillerde yasaklandığını bilmiyor mu? Günümüzün çocuğu, ileride yetişkin olunca bu “komik uygulamaları” sorgulamayacak mı?

Yine aynı maddede yer alan,” Kamu ve özel ulusal yayın lisansı sahibi radyo ve televizyon kuruluşları, bu dil ve lehçelerdeki yeniden iletim konusu yayınları da dahil olmak üzere; radyo kuruluşları günde 60 dakikayı aşmamak üzere haftada toplam beş saat, televizyon kuruluşları ise günde 45 dakikayı aşmamak üzere haftada toplam dört saat yayın yapabilirler.” hükmü ise süre açısından da bir kısıtlayıcılık göstergesidir. Aynı maddedeki, “Bu dil ve lehçelerin öğretilmesine yönelik yayın yapılamaz.” şeklindeki vurgu üzerinde uzunca düşünmeyi gerektiriyor. TRT’nin eğitim-öğretime ayırdığı televizyon kanallarından biri,”TV 4”, İngilizce, Fransızca, Almanca öğreten yayınlar yapıyor. Ama bu ülkenin yurttaşlarının kendi anadillerini öğrenmelerine ve geliştirmelerine yönelik yayınların yapılması daha baştan engellenmeye çalışılıyor. Doğaldır ki, TRT’nin TV ve radyo kanallarında, bu saydığımız Batı Dilleri de, İspanyolca, Rusça, Çince de ve diğer Batı dilleri de öğretilebilmelidir.TRT’nin TV ve radyo kanallarında Türkiye’nin diğer anadilleri de öğretilebilmelidir. Bu ülkenin yurttaşlarının anadilleri TRT’nin TV ve radyo kanallarında öncelikle öğretilmelidir!
5. madde “altyazı ve tercüme konusunda ise şöyle diyor: “Bu dil ve lehçelerde yeniden iletim konusu yayınlar dahil, televizyon yayını yapan kuruluşlar bu yayınlarını içerik ve süre açısından bire bir olmak kaydıyla, Türkçe alt yazıyla vermekle veya hemen akabinde Türkçe tercümesini yayınlamakla, radyo yayını yapan kuruluşlar ise programın yayınlanmasını takiben Türkçe tercümesini yayınlamakla yükümlüdür.”
Bu kadar kısıtlayıcı hükümler getiren bir yönetmeliğin, “Türkçe tercümesi…” ile neyi kastettiğini açıkça belirtmesi gerekirdi! Örneğin; tercümeler 1930’ların Türkçesi’yle yapılırsa ne olacak?!

  Yarın bir gün, bir uluslararası firma, bu anadillerinden birinde veya hepsinde reklam hazırlayıp bu anadillerdeki programlar kuşağında yayınlatmak isterse ne olacak? Yönetmelik bu konuya değinmeyi unutmuş!

8. maddede yer alan ifade ise yurttaşlara güvenmemenin açık bir tezâhürü: “… Yayın kuruluşları farklı dil ve lehçelerde yaptıkları yayın süresince stüdyo düzeni, mevcut logo, ses efekti ve tanıtıcı ses işaretleri dışında simgeler yer vermemekle yükümlüdürler. Gerektiği takdirde, sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin simgesi niteliğindeki görüntü ve işaretler kullanılabilir.”

Geçici 1. madde ise “teknik bir konu”ya değiniyor: “Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerin izleyici-dinleyici profili belirleninceye kadar bu dil ve lehçelerdeki yayın sadece kamu ve özel ulusal yayın kuruluşları tarafından yapılır.

Üst Kurul ülke çapındaki talepler yanında, gerekli araştırmalar yaptırarak izleyici-dinleyici profili çıkarır.”

Burada geçen “ulusal yayın” tanımı, “tanımlar” bölümünde şöyle açıklanıyor: “Bütün ülkeye yapılan, radyo, televizyon ve veri yayını…” Aynı bölüm, “Bölgesel Yayın” kavramını da tanımlıyor:” Birbirine komşu en az üç il ve en çok bir coğrafi bölge alanının asgari yüzde yetmişine yapılan radyo, televizyon yayını…” “Yerel Yayın” ise şöyle tanımlanıyor: ” Mülki taksimat itibarıyla en az bir ilçe ( merkez ilçe dahil) veya bir ilin alanının en az yüzde yetmişine yapılan radyo, televizyon ve veri yayını.”

“İzleyici-dinleyici profili” hangi kıstaslara göre çıkartılacak? Türkiye’nin bütün anadillerinin şu ya da bu oranda ülkenin hemen her yerinde konuşulduğunu biliyoruz. “İzleyici-dinleyici profili” çalışmalarından, anadiller aleyhine çıkacak her türlü sonucun birçok bakımdan şaibeli olacağına kuşku yok. Bu yönetmelik çerçevesinde TRT, beş anadilde 7 Haziran 2004 Pazartesi günü radyo ve TV yayınlarına başladı Bu anadiller TRT’nin yayın sırasına göre şöyleydi: Boşnakça, Arapça, Kırmançi, Çerkesce ve Zazaca . TRT’nin bu anadillerdeki yayınları; içerik, süre, yayınlandıkları saatler vb. açılardan eleştirilere uğradı. Ancak öncelikle üzerinde durulması gereken konu, yayın yapılan anadillerinin sayısının neden beş ile sınırlandırıldığıdır. TRT’nin neden Abazaca, Arnavutça, Gürcüce, Pomakça, Lazca gibi anadillerinde de radyo ve TV yayını yapmadığı çok yazıldı, çizildi. Yurttaşlar bu konuda dilekçe haklarını da kullandılar, ama TRT hep sessiz kalmayı tercih etti.

Öncelikle önemli olan TRT’nin, yani devletin, radyo ve televizyonda Türkiye’nin yaşayan diğer anadillerinde yayın yapmasıdır. Bugüne kadar “Siyasî Otorite” tarafından yok sayılan; değil kurumsallaşmaları, bazı dönemlerde konuşulmaları bile engellenen bu anadilleriyle otoritenin barışması ve hataların tamiri yönünde adımlar atılması önemli bir başlangıç olacaktır. TRT, yayın yaptığı anadillerin sayısını olması gerektiği sayıya çıkartmalıdır. Bunu yaparken, programların içeriği, süresi, yayınlanma süresi, sunuluş şekilleri, yayın saatleri vb. konularda bu anadillerden yana olumlu düzenlemelere gitmelidir.


Geçici Tedbirler Değil! Türkiye’nin diğer anadilleri denilince, akla birçok soru geliyor. Bunlardan biri, Türkiye’nin kaç tane diğer anadiline sahip olduğudur. Bu soruya sağlıklı bir cevap verebilmenin bile oldukça zor olduğu aşikârdır. Çünkü, resmî anlayış, “Türkiye’nin diğer anadilleri” gibi bir sosyal gerçekliği, yönetmeliklerin ruhundan da anlaşıldığı gibi tanımamaktadır. Bunun yanı sıra, “Muhalif Kesimler”in de bu konuya ilişkin değil somut çözüm projeleri, kökü çok eskilere dayanan böyle bir pedagojik özlü bir demokrasi sorununun bulunduğuna dair bir tespitleri bile yoktur; yeri geldiğinde sloganik ve ajitatif birkaç cümle ve “Ustalar’dan alıntılar”la o andaki durumlarını kurtarma çabasındadırlar.
Türkiye’nin diğer anadilleri konusunda öncelikle yapılması gereken, böyle pedagojik özlü bir demokrasi sorunun bulunduğunun “Siyasî İrade” tarafından tespit edilmesi, ardından da bu sorunun çözümü için projeler üretecek yerli ve yabancı uzmanlardan komisyonların oluşturulmasıdır. Ancak böylelikle bu anadillere yıllardır yapılan haksızlıkların önlenmesi yolunda kalıcı adımlar atılabilir ve bu anadillerin kurumsallaşarak gelecek kuşaklara aktarılmaları sağlanabilir.

Günümüzdeki somut uygulamalarla ilgili olarak da, Türkiye Cumhuriyeti’nin imzacısı olduğu ve dolayısıyla da uygulayacağını taahhüt ettiği, anadilleri konusuyla direkt bağlantılı uluslararası antlaşmalar, sözleşmeler vb. açısından gerek “Kurs Yönetmeliği” gerekse “Radyo-TV Yönetmeliği”nin “Hukuk”a uygunluğunun irdelenmesi, kuşkusuz Baro ve “Hukukçular”ın bilgi alanına giriyor. Böylelikle, bu yönetmelikler çerçevesinde, “Anadil Kursları”na yönelik Millî Eğitim Bakanlığı’nın uygulamaları ve “Türkiye’nin diğer anadillerindeki radyo-TV yayınlarına” yönelik TRT Genel Müdürlüğü’nin uygulamaları “Hukuk” açısından değerlendirilebilecek ve varsa hukuk dışı uygulamalardan sorumlu kişi ve kurumlar hakkında tez elden yasal işlemlerin başlatılması için zaman kaybedilmemiş olacaktır.

Somut Öneriler

Konuya taraf olan vakıf, dernek ve kişilerin de içinde yer alacağı özerk yapıdaki bir“Anadillerini Planlama Kurumu” bir nüve olarak çalışmaları başlatabilir. Anadilleri ile ilgili bütün çalışmaları tek elden yürütecek böyle bir kurum öncelikle oluşturulmalıdır. Bu kurum, anadillere ilişkin olarak demokratik özlü ve telâfi edici genel bir yönetmelik hazırlamalıdır. Bu bağlamda, ”anadil sorunu”, anlaşılır ve bizim olan terimlerle tartışılmalı ve bu alanda bir literatür oluşturulmalıdır.

Daha sonra öncelikle, “Türkiye’nin diğer anadilleri envanteri” çıkarılmalıdır. Bu yapılırken, yalnızca Türkçe ile hiçbir akrabalığı olmayan ve sıklıkla bu makalemde adını andığım anadilleri değil, Azerice, Kazakça, Kırgızca, Özbekçe, Tatarca, Uygurca gibi “kimileri” tarafından Türkçe’nin lehçeleri sayılan diller de dikkate alınmalıdır. Biliyoruz ki, nüfus sayım sonuçlarında adı geçen anadillerin en az iki katı kadar daha anadili Türkiye’de konuşulmaktadır; bunlar, ad olarak ve kullanıldıkları yöreler olarak tespit edilmelidir. Oluşturulacak ilgili komisyonlar bu anadilleri için “Latin Alfabesi”ne dayanan alfabeleri oluşturmalıdır. Ardından da, ilk aşamada en az on bin kelimelik temel Türkçe kelime dağarcığı tespit edilmeli ve buna göre bu anadillerin sözlükleri oluşturulmalıdır. Bu sözlükler (varsa diğer alfabeleriyle ve) Latin alfabesine dayalı alfabeleriyle yayınlanmalıdır. Yapılacak yazılı, sözlü ve görsel yayınlar mümkün olduğunca bu sözcük dağarcığına dayanmalıdır. İlk etapta ilköğretim birinci sınıf öğrencilerinin düzeylerine uygun masal kitapları ve çizgi filmler radyo ve TV yayınlarında da kullanılabilecek şekilde hazırlanmalıdır.

Bütün bunlarla eşzamanlı olarak, bu anadillerle ilgili çalışmaları yürütecek, yani; masal kitapları, ilköğretim öğrencilerinin düzeylerine göre “sosyal bilgiler” ve “fen bilgisi“ vb. kitapları, çizgi filmler, tiyatro eserleri, radyo- TV programlarını hazırlayıp sunacak, gazete ve dergileri yayınlayacak personelin yetiştirilmesi sağlanmalıdır. Bu personelin yetişmesinde, bu anadillerle ilgili ve/veya çalışmalar yapan ülkelerin akademik personelinden de faydalanabilir.
  Ancak, bütün bu personelin yetişmesi ve alanlarında çalışmalar yapması ve oluşacak demokratik tartışma ortamından sonra, “anadil eğitim- öğretimi mi?”, “anadilde eğitim- öğretim mi?” tartışmalarının da, anadil kurslarının da, radyo-TV yayınlarının da bir anlamı olabilir. Gerek bu konularda personel yetiştirilmesi gerekse de yazılı, görsel, işitsel vb. her türlü materyalin hazırlanmasındaki bütün harcamalar, kuşkusuz ilgili devlet kuruluşları tarafından karşılanmalıdır. Bu şekilde hareket edildiğinde ve konuşanlarının sayılarına bakılmaksızın, Türkiye’nin konuşulan bütün diğer anadillerine aynı mesafede durularak yürütülecek çalışmalar, demokratikleşme yolunda önemli kazanımlar sağlayabilir, yurttaşlık bağlarının pekiştirilmesine katkıda bulunabilir ve “etnik” aidiyetleri temel alan örgütlenmelerin önüne geçebilir.

Ali İhsan Aksamaz, Ülkede Özgür Gündem, 6 Eylül 2004











“Romani nç̆aralobaşi irişen ʒ̆oxlemxtimu noʒ̆ile ren!”

      “Romani nç̆aralobaşi irişen ʒ̆oxlemxtimu noʒ̆ile ren!”     [ Goʒ̆otkvala : Ma A. Cengiz Bukeri doviçini dido ʒ̆anapeş ʒ̆oxle...