Konjonktüre feda edilen bir kimlik
Laz kimliği, Türkiye’de 1920’li
yılların ikinci yarısından sonra, Sovyetler Birliği’nde de, 1930’lu yılların
ikinci yarısından sonra yok sayıldı. İkinci Dünya Savaşı öncesi-sonrası yıllar
ve “Soğuk Savaş Yılları”nın resmi ideoloji ve resmi tarih tezleri hep Laz
kimliğini törpülemekle meşguldü. Yerli ve yabancı eserler, hep bu resmi
ideoloji ve resmi tarih tezlerini yansıttı: “Laz diye bir halk yok; Lazca diye
bir dil yok.”
1980’li yılların ikinci yarısından itibaren Sovyetler Birliği çözülme sürecine girdi. Sovyet yönetimi, bir zamanlar desteklediği, ancak kısa bir süre sonra yok saydığı “Laz Kimliği”nin farkına 1980’lerde tekrar varmaya başladı. Batılı bazı ülkelerinde de bazı araştırmacılar, yine bu yıllardan itibaren Lazların varlığını “keşfetti”. Sovyetler Birliği, Batılı ülkeler ve Türkiye tarafından konjöktürel duruma feda edilen Lazlar yeniden gündeme gelmeye başladı. 1980’lerdeki bütün konjonktürel gelişmeler adeta bir işaret ve başlangıç oldu; akademik özlü araştırmalar başladı. Wolfgang Feurstein, 1980’lerin başında Batı Almanya’da yaşayan birkaç Laz gencinin de katılmasıyla “Kaçkar Çalışma Grubu”nu oluşturur; Arhavili Edediyat Öğretmeni Fahri Kahraman ile birlikte geliştirdikleri “Laz Alfabesi” de bu yıllarda son şeklini alır.
Akademik amaçlı “Feurestein/ Kahraman” Alfabesi, genel kabul görür ve bugüne kadar kullanılır. Aslında Latin alfabesine dayanan bu alfabe, Sovyetler Birliği’nde Laz kimliğinin tanındığı dönemde Laz Okulları Müdürü İskender Tzitaşi adıyla bilinen Laz Alfabesinden çok az farklılıklar taşır. Konunun en ilginç yanı; SB Lazlarının 1930’lu yılların sonlarına kadar kullandıkları alfabe ve Lazca ders kitapları hakkında, “Kaçkar Çalışma Grubu”nun başta yeterince bilgi ve belgesinin bulunmamasıdır. Bu da; Lazları hedef alan resmi ideoloji ve tarih tezlerinin ne kadar etkili ve yasaklayıcı olduğunu gösteriyor. “Kaçkar Çalışma Grubu”, 1984’te yayınladığı “Parpali” adlı teksir dergi ile bu Laz Alfabesini duyurur. 1991’de Osman Tamtruli adıyla “Nana Nena” adlı bir ders kitabı; 1992’de ise “Lazuri Ambarepe” (“Lazca Haberler”) adlı bir teksir dergi de bu çalışma grubu tarafından yayınlanır. Kuşkusuz; Batı Almanya’da Wolfganf Feurestein’ın inisiyatifi ile başlayan bu akademik çalışmalar Türkiye’deki Lazlara da ulaşır; ilgi uyandırır. Akademik bu çalışmalar, okumuş-yazmış kimi Lazlar arasında korku ve endişelere de yol açar. Bu korku ve endişeler; Lazlara yönelik resmi ideoloji ve resmi tarih tezlerinin ne kadar etkili olduğunu göstermesi bakımından da önemlidir.
1990’lı yıllarla birlikte Lazlar, kimlikleri açısından resmi ideoloji ve tarih tezlerinin yoğun etkisine rağmen, olumlu gelişmeler yaşarlar. “Kaçkar Çalışma Grubu”nun akademik yayınları Türkiye’de fazla yankı bulmaz. Ancak önemlidir. 1937 yılından başlayarak 31 Ağustos 1988 tarihine kadar kapalı kalan ve Lazları Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında ikiye bölen ve birbirinden habersiz kılan Sarp Sınır Kapısı’nın yeniden açılması Laz Kimliği açısından önemli bir gelişmedir. Bir diğer gelişme ise, 1964’te SB’de “Lazeti” adıyla Gürcüce yayınlanan bir kitabın ancak 1992’de “Lazlar’ın Tarihi” adıyla İstanbul’da yayınlanmasıdır. Kitabın yazarları, SB tarafındaki Sarpi Köyünden iki Lazdır: Muhammed Vanilişi ve Ali Tandilava. Kitabı Türkçe’ye emekli bir polis memuru olan Hayri Hayrioğlu çevirir. Kitap, Laz kimliğinin SB tarafından reddedildiği döneme ait resmi ideoloji ve resmi tarih tezlerinin ağır izlerini taşır. Hayri Hayrioğlu’nun, SB’nin resmi ideoloji ve resmi tezlerini aynen aktarmasının yanı sıra kendi kaygularını da yansıtması kitabın “resmi” bütünlüğü içinde bile çelişkileri ortaya çıkarır. Kitap, SB’nin Lazlara yönelik tezlerini aktarıyor ve özetle şöyle diyor: “Lazlar Laz değildir; Gürcüdür. Lazca diye bir dil yoktur; Lazca Gürcücedir.”
“Lazlar’ın Tarihi” adlı kitap adeta kışkırtır. Lazlar, Gürcü kökenli olmadıklarını; Lazcanın Gürcüce olmadığını inatla araştırmak ve ispatlamak çabasına düşerler. Aslında Laz aydınları 1960’lı yıllarda da kimliklerinin peşine düşmüşlerdi; yazmışlardı. Şehzat Ayartepe bunlar arasında adı duyulanlardandı. Lazlar Aydınları, Gürcü kökenli olmadıklarının ispatlamaya çalışırken, Türk kökenli olmadıklarının da farkına varırlar.
Çeviri kitabın çelişkileri, “Kaçkar Çalışma Grubu”nun akademik yayınları ve Sarp Sınır Kapısı’nın etkileri Türkiye’de küçük bir Laz Aydını kitlesi oluşturur. SB’nin 1991 sonunda yıkılmasıyla esen “Özgürlük Rüzgarları” etkisini göstermeye başlar. Lazların tarihsel olarak yaşadıkları ve yerlisi oldukları bölgede bazı Laz aydınları bir arayışa girer; kültürel çalışmalar yaparlar. Bütün bu gelişmeler İstanbul’da yerleşmiş; köyleri, kasabaları ile bağlantıları çoktan kesilmiş Laz aydınlarını bile etkiler. Burada bir Laz Vakfı veya bir enstitü oluşturmak isterler. Gel gör ki, objetif ve subjektif olumsuzluklardan ve gelen baskı ve saldırılar sebebiyle başarısız olurlar. 1993 Haziran’ında İstanbul’daki Laz aydınları arasında yeni bir hareketlilik başlar. Toplantılar yapılır. Sonuçta; bir yayın organı çıkarmadan kimlik mücadelesi verilemeyeceği görüşü ağır basar. Kasım 1993’de “Ogni Dergisi” yayınlanır.
Ali İhsan Aksamaz, Özgür Gündem Gazetesi, 30.07.2012