28 Kasım 2019 Perşembe

LAZ KİMLİK MÜCADELESİNDE İSKENDER TZİTAŞİ’NİN ÖNEMİ








LAZ KİMLİK MÜCADELESİNDE İSKENDER TZİTAŞİ’NİN ÖNEMİ 


Laz kimlik mücadelesinin başlangıcı, bugünkü bilgilerimize göre, günümüzden yüzyıl öncesine dayanır. Bu mücadele tarihi içinde karşımıza bayraklaşan iki isim çıkar. Bunlardan ilki Hopalı Faik Efendi, diğeri ise İskender Tzitaşi’dir. Hopalı Faik Efendi,  Osmanlı Lazistanı’ndan bir Laz aydınıdır. İskender Tzitaşi ise, Sovyet Lazları Halk Önderidir. Her ikisi de, Doğu Karadeniz ve Güney Kafkasya’nın yerli halklarından olan Lazların kimlik mücadelesinde önemli bir yere sahiptir. Ne yazık ki, günümüzde hem Hopalı Faik Efendi hem de İskender Tzitaşi’nin kişisel bilgilerine (şimdilik) ayrıntısıyla sahip değiliz.

1993’de yayımlanmaya başladığımız “Ogni Kültür Dergisi” ile birlikte Laz aydınları olarak, kendi kimlik mücadele geçmişimizle ilgili olarak da bazı bilgileri aktarmaya başladık. Ne var ki, kimileri Hopalı Faik Efendi ve İskender Tzitaşi’nin önemini hâlâ kavrayamadı. Bunlar günümüzde bile Hopalı Faik Efendi ve İskender Tzitaşi’yi görmek istemiyorlar. Bunun çeşitli sebepleri olabilir. Eğer bu insanlar, Lazların tarihsel yerleşim birimlerinin eski isimleri yeniden resmiyet kazansın istiyorlarsa; TRT, Lazca radyo ve televizyon yayını yapsın istiyorlarsa; okullarda anadil dersleri arasında Lazca da yer alsın istiyorlarsa; üniversitelerde Laz dili, edebiyatı, tarihi bölümleri açılsın istiyorlarsa ve en önemlisi söylediklerinde samimi iseler, Hopalı Faik Efendi ve İskender Tzitaşi’nin mücadele geçmişine sahip çıkmalıdırlar. Bütün bunları söylem, tutum, davranış, ilişki ve çalışmalarıyla da göstermek zorundadırlar.

Kimi Laz aydınlarının ısrarla görmek istemedikleri yalnızca Hopalı Faik Efendi ve İskender Tzitaşi değil. TKF kurucular komitesi üyesi Osman Topçuoğlu’nu da, Kadın Emek önderi Topçuoğlu Safiye Hanım’ı da görmek istemiyorlar. Bunun yerine yalnızca Hasan Helimişi’yi ön plana çıkarmayı yeğliyorlar. Hasan Helimişi’yi de ön plana çıkartırken, onu yalnızca ‘romantik bir şair’ olarak lanse etmeyi daha uygun buluyorlar!



Giriş

Burada anlatacaklarım, bugüne kadar yalnızca benim bireysel bilgi ve ilgi alanımla kısıtlı kalmamalıydı. Çünkü konu toplumsal bir özellik taşıyordu; yalnızca Laz aydınlarını da ilgilendirmiyordu. Bu ülkenin bütün aydınlarını, bütün bilim adamlarını ve bütün politikacılarını ilgilendiren bir konuydu. İskender Tzitaşi, hep görmezlikten gelindi. Bunda en büyük sorumluluk da günümüz Laz aydınlarınındır.

Bugün, benim için hayatımın en önemli günlerinden bir tanesi. Çünkü Türkiye’de yirmi yıla yaklaşan bir süre önce gündeme getirmeye çalıştığım İskender Tzitaşi konusunda ilk defa bir toplantı yapılıyor. Şüphesiz konu kişisel değil,  toplumsal. İskender Tzitaşi konusu yalnızca Laz aydınlarını ilgilendiren bir konu da değil. Konu, entelektüel boyutuyla Laz aydınlarını, Gürcü aydınlarını ve Abhaz aydınlarını da ilgilendiriyor. İskender Tzitaşi konusu en azından “Soğuk Savaş”ın bittiği 1991’den itibaren hem Türkiye hem Gürcüstan ve hem de Abhazya’da gündeme getirilmeliydi; olmadı. Demek ki, resmî ideoloji ve resmî tarih tezleri bu kadar etkili olmuş. İskender Tzitaşi konusu ancak bugün ve yine ancak bu şekilde gündeme getirilebiliyorsa, bu resmî ideolji ve resmî tarih tezlerinin hâlâ ne kadar etkili olduğunu gösteriyor. Oysa bugüne kadar İskender Tzitaşi konusu gündeme getirilmekle kalmamalıydı. Onun itibarının iadesi için de çabalar harcanmış olması gerekirdi. Anadil eğitim- öğretiminde “İskender Tzitaşi Modeli” de örnek alınır hale getirilmeliydi. Bütün bunların olabilmesi için esas rol Laz aydınlarına düşüyordu. Ancak Laz aydınları “Soğuk Savaş” sonrası ortaya çıkabildikleri için ve henüz İskender Tzitaşi çizgisinde buluşamadıkları için, konu kolektif anlamda sahipsiz kalmıştır. Demek ki, resmî ideoloji ve resmî tarih tezlerinin etkileri Laz aydınlarını hâlâ etkiliyor; korkularını depreştiriyor. Bu durum aslında Laz aydınlarını açısından utanılacak bir manzaradır.

İskender Tzitaşi konusu da, aynı Mustafa Suphi ve Yoldaşlarının katledilmesi gibi hem eski Sovyetler Birliği ülkelerinde ve hem de Türkiye’de hâlâ bir tabudur. Zaten TKF ve İskender Tzitaşi konusu, Sovyetler Birliği ile Türkiye, ya da daha doğru bir deyişle Moskova ile Ankara arasındaki “derin konulardan” yalnızca bir tanesidir.
İskender Tzitaşi’nin günümüzde bile bir tabu olması, çizgisinin ne kadar doğru olduğunu gösteriyor. İskender Tzitaşi, Nestor Lakoba’nın da yoldaşıdır.
Bugün burada İskender Tzitaşi’nin doğum gününü kutlumak için toplandık.



Kişisel Çabalar

Lazca benim anadilim değil, babadilim. Babam, Rize/ Ardeşen Şanguli 1931 doğumlu. Anadili Lazca olan bir İnsan. Kökeninde Çerkeslik de bulunan annem ise, 1940 İstanbul doğumlu. Onun anadili ise Türkçe. Ben ise, anadili Türkçe olan bir melezim. 1959 İstanbul doğumluyum. Çok küçük yaşlarımdan itibaren Lazcanın varlığından haberdarım. Türkçeye ne kadar aşinaysam ve sahip çıkıyorsam; Lazcaya da o kadar aşina olma çabasındayım ve Lazcaya da o kadar sahip çıkıyorum. Bunda da bir çelişki görmüyorum. Kimlik ve kişiliğimin gelişmesinde Türkçenin de Lazcanın da izlerini taşıyorum. Lazcanın anadilim olmadığını belirtmiştim. Gündelik hayata ilişkin sekiz-on diyalog kuracak kadar Lazca bildiğim çok eski günlerde de; yüzlerce sayfa Lazca makale yazdığım şu yaklaşık son on yıllık dönemde de;  burada Lazca dersler verdiğim şu yaklaşık altı aylık zaman dilimi içinde de hep Lazca kaynaklara ihtiyaç duydum. Yirmi yıldır Lazcanın peşindeyim. Bir yandan Lazcayı öğreniyor; yazıyor, diğer yandan da bu dili öğretiyorum. Bu zaman zarfı içerisinde öğrenmek istediğim yalnızca Lazca değil. Aynı zamanda Laz Tarihini öğrenme ve öğretme çabası içinde de oldum.

Ancak hemen belirtmeliyim; 1992 öncesinde Laz tarihini ve Lazcayı öğrenmeye yönelik çabalarım, bu alandaki şahsî bilgi eksikliğimi gidermeye yönelikti. Bilenlere, tabi ki öncelikle babama sorarak temel gündelik Lazca cümleleri öğrenmeye ve küçük bir defterde bunları toplamaya çalışırdım. Bireysel, çocukça çabalar işte! Bu dönemde dikkatimi bir şey çekmişti: Ansiklopedilerde Lazlara ilişkin bilgiler çok kısıtlı ve kısaydı. 1992’ye kadar da Lazca hiç bir yazılı metin görmemiştim.

Burada, 1997 yılının Kasım’ında Çiviyazıları Yayınevi’nden çıkan “Kafkasya’dan Karadeniz’e Lazların Tarihsel Yolculuğu” adını taşıyan kitabımdan bir alıntı yaparak esas konumuza girmek istiyorum: “1992’nin Yaz’ında Kartal’daki bir sokak sergisinde, ‘Lazların Tarihi’ adlı kitabı görene kadar, doğrusunu isterseniz bu konular hiç de ilgimi bu derecede çekmiyordu. Böyle bir kitabı görünce gözlerime inanamamıştım. Hemen, kitabı satın aldım. Misafirlikte olmamıza rağmen, iki saat içinde kitabı okudum.” Kitap, Lazların Türk kökenli değil, Gürcü kökenli; Lazcanın da bir dil değil, Gürcücenin diyalekti olduğunu israrla ve defaatle vurguluyordu. Kitap, Lazistan’ın Türkiye’ye değil, Gürcistan’a ait olduğunu da yazıyordu. Lazların Türk kökenli olmadığını, Lazcanın da Türkçe ile bir alâkası ve bağlantısının olmadığını biliyordum. Bütün bunları kestirebilecek bilgiye sahiptim. Lazların Rumlarla ve Hemşinlilerle bir akrabalığının olmadığını ve Lazcanın Rumca ve Hemşince ile de bir yakınlığının olmadığını biliyordum. Şimdi ise, Lazların Gürcü ve Lazcanın da Gürcücenin diyalekti olduğu iddiaları o kitapta yer alıyordu. Eğer polis emeklisi rahmetli Hayri Hayrioğlu, ‘Lazların Tarihi’ adlı o kitabı Gürcüce aslından faydalanarak Türkçe olarak hazırlamasaydı, ben de muhtemelen şimdi burada karşısınızda olmayacaktım!



İki Öncü: Hopalı Faik Efendi ve İskender Tzitaşi

Aynı Dönemde, çok kötü bir tercümeyle yayınlanan ‘Türkiye’de Etnik Gruplar’ adlı kitap, Hayri Ersoy ve Aysun Kamacı’nın birlikte kaleme aldıkları ‘Çerkes Tarihi’ adlı kitap ve Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Kavimler Kapısı” adlı kitap üzerine yoğunlaştım. O zamanlar günlük Aydınlık Gazetesi yayınlanıyordu. Bu gazetenin arşivinde Meriç Özeller adlı çok eski bir arkadaşım çalışıyordu. Onun yardımıyla ‘Lazların Tarihi’ adlı kitabı Ant Yayınları’ndan yayımlatan Hayri Hayrioğlu’nun telefon numarasına ulaştım ve kendisiyle bağlantı kurdum.

Meriç Özeller, Aydınlık Gazetesi’nin arşivinden bana birkaç da Lazca metin fotokopisi verdi. Lazca Alfabeyi o fotokopi metinlerde gördüm; Almanya’da yayınlanmışlar. O fotokopilerden birinde Hopalı Faik Efendi’ye ilişkin kısa bir bilgi vardı. Bir başka fotokopide ise, İskender Tzitaşi’den bahsediliyordu. Hopalı Faik Efendi ve İskender Tzaitaşi hakkındaki bu bilgilerin, Osman Ûamûruli tarafından kaleme alındığı ve 1991’de Kaukasus- Verlag tarafından Freudenstadt’da yayınlandığı anlaşılan “Nananena” (“Anadili”) başlıklı kitapta şu ifadeler yer alıyordu:

“Faiü Efendişi rt’u armuşi Lazi, namuk gamiğu Lazuri Svara. Lazuri na öarumûu şeni Sulûan Abdul Hamidik haya oöopu do kodoloxunu cixas. Muşi noöarepe iri xolo doöves, gondines. Cixaşen gamaxtuşüule Faiüik xolo gyoöüu do öarumûu Lazuri. Lazepeş duşmanepek Faiüi doyles.”

Lazcasını adı geçen kitaptan aktardığım bilginin Türkçesi şöyle:

 “ Faik Efendi, Lazca kitap çıkartan ilk Lazdı. Lazca yazdığı için, Sultan Abdulhamit onu yakaladı ve kaleye hapsetti. Bütün yazdıklarını yaktılar, kaybettiler. Hapisten çıktıktan sonra, Faik yine başladı ve Lazca yazıyordu. Lazların düşmanları Faik’i öldürdüler.”

Osman Ûamûruli’nin İskender Tzitaşi hakkında verdiği bilgi de oldukça ilginçti:
“Sohum’da 1935 senesinde bir okul kitabı Laz dilinde yayınlanmıştır. Yazarı İskender Tzitaşi idi, Lazların büyük şairi ve bilim adamı. Stalin’in emri üzerine İskender 1938 yılında öldürülmüştür. Kısa bir süre sonra Laz halkı Sibirya’ya sürgün edilmiştir. Bununla kültür özgürlüğü gaddarca son bulmuştur.”

Bu bilgiler beni oldukça şaşırtmıştı. Hayri Hayrioğlu’nun yayınladığı ‘Lazların Tarihi’ adlı kitapta Hopalı Faik Efendi’nin Osmanlı Lazistan’ındaki mücadelesinden bahsediliyordu. Ancak İskender Tzitaşi’den tek satır yoktu. Birkaç telefon konuşmamızda bu konuyu Hayri Hayrioğlu’na çıtlattım. Ancak onun bu konudan bahsetmekten özenle kaçındığını hissettim; zorlamadım. Yalnızca ‘Lazların Tarihi’ adlı kitap değil, bu kitabı Türkçeye tercüme eden Hayri Hayrioğlu’nun bazı yaklaşımları da beni ‘Laz ve Gürcü’ ilişkisini araştırmaya sevketti. Kaynak arayışına giriştim. İşte bu alanda karşıma büyük bir engel çıktı: Resmî ideolojiler ve resmî tarih tezleri. Ancak bunlar beni yolumdan alıkoyamadı. Anlaşıldığı kadarıyla geçmişte hem Osmanlı Lazistan’ında ve hem de Sovyetler Birliği’nde Laz aydınları kimlik mücadelesi vermişti; bu konuya yönelmeliydim. 1990’lı yılların başı… Zor günlerdi. İnternet yoktu. Pek kimseyi tanımıyordum.

Lazlar hakkında yazdığım ilk makale olan “Lazlara Gülmenin Dayanılmaz Hafifliği”, 15 Haziran 1993 tarihinde Özgür Gündem Gazetesi’nde yayınlandı. İkinci makalem ise, yine aynı gazetede “Yaşadıkları Coğrafya’nın Otoktonları: Lazlar” başlığıyla 19 Temmuz 1993’de yayınlandı.

Sonraki süreç içerisinde yalnızca kimi “Laz aydınlarıyla” tanışmakla kalmadım, kimi “Gürcü aydınları”yla da tanıştım. Bu tanışmalar beni dehşete düşürdü. Kimi “Laz aydınları” ne kimliklerinin bilinceydi ne de Hopalı Faik Efendi ve İskender Tzitaşi’yi tanıyor ve önemini kavrıyorlardı. Basına, “Laz Vakfı, Laz Enstitüsü kuruyoruz” diye açıklamalar yapanları da tanımıştım. Onlar da Hopalı Faik Efendi ve İskender Tzitaşi’yi tanımıyorlardı. Böyle olunca da kimlik mücadelelesinin önemini kavrayamıyorlardı; çizgilerini savunamıyorlardı. Laz kimliğinin mücadelesi vermekten çok, köye ve çocukluklarına özlem duygularıyla hareket ediyorlardı. Aslında bu özlem ve duygularını dile getirmek için basına “Laz Vakfı, Laz Enstitüsü kuruyoruz” diye açıklamalar yapmaları gerekmiyordu! Basına çok büyük lâflar etmelerine rağmen, kimilerinin ne bu büyük lâfların içini dolduracak donanımları ne de medenî cesaretleri vardı. Bunlar içinden bazıları, “Bizler Kürtler gibi bölücü değiliz,” de diyorlardı. Nitekim o zamanlar yayınlanan Bugün Gazetesi’nin seri karşı yayınından sonra çil yavrusu gibi dağılmışlar, değil Laz kimliğini savunmak; kendi bireysel haklarına karşı basın yoluyla yapılan hakaret ve saldırıları bile cevapsız bırakmışlardı. Sonraki gelişmelerden kimsenin haberi yok. Muhataplar, yirmi yıl geçmesine rağmen, hâlâ açıklama yapmadılar.




I993’de “Ogni Dergisi”ni Çıkartıyoruz!

Bir grup arkadaş, avukat Ahmet Hulusi Kırım’ın yazıhanesinin arka odasında, “Ogni Dergisi’ni çıkartmak için toplantılar yapmaya başladık… Derginin fikir babası ben, isim babası ise Mecit Çakırusta… Sonunda da, tamamı ancak altı sayı yayınlanabilen “Ogni Dergisi”nin ilk sayısını Kasım 1993’de binbir zorluk, endişe ve korkuyla çıkartmaya başladık. Bu süreçte hep Hopalı Faik Efendi ve İskender Tzitaşi hakkında bilgi ve belge toplamaya çalıştım. Birgün bir okuyucudan bir mektup geldi. Bu okuyucu, sonradan dost olacağımız ve Lazca öğrenme konusunda kendisinden “Mektupla Lazca” dersleri aldığım Munir Yılmaz Avcı’dan başkası değildi. Munir Yılmaz Avcı, “Ogni Dergisi”nin Mayıs- Haziran 1994 4. Sayısında yayınlanan mektubunda şunları da yazıyordu:

 “…Ben de yıllar yılı boş durmayıp birtakım deneme yazılarımla Lazcayı yaşatmaya çalıştım. Tabii ki önceleri birtakım semboller kullandım. Daha sonradan Tzitaşi İskenderi’nin kitabından düzenlediğim alfabeyi ve en son olarak da “Parpali” adlı dergiden aldığım kendi yazımızı kullanmaya başladım.”

Ardından bir başka mektup da N. Aksoy’dan geldi. Bu mektup, “Ogni Dergisi”nin 5. sayısında yayımlandı. N. Aksoy, “Oüitxuşeni Supara”yı Arhavi ve Karabük’te kendisinin dağıttığını yazıyordu. Bu kitaba olan ilgim artmıştı. Nitekim Munir Yılmaz Avcı, mektubunda sözünü ettiği bu “Tzitaşi İskenderi’nin kitabı”nı  “Ogni Dergisi”ne ulaştırdı. Kitap “Oüitxuşeni Supara- Majurani Fila” başlığını taşıyordu. Kitabın bir fotokopisini yaptırdım. Kitabı incelemeye, okumaya ve anlamaya çalıştım. Kitabın yayımlanış tarihi dikkatimi çekti: “Sohum- 1937”. Bir ara, aklıma Osman Ûamûruli’nin “Nananena” adlı kitabının önsözünde yazdıkları geldi. Fotokopileri aradım; buldum. Oysa; Osman Ûamûruli, 1935 diyordu Lazca kitap için. “Oüitxuşeni Supara” adlı Lazca ders kitabının üzerindeki tarihin yanlış olması ihtimali yoktu. O halde ya Osman Ûamûruli, 1937’yi yanlışlıkla 1935 olarak yazmıştı ya da 1935 tarihli bir başka kitap daha vardı.

Bedia Leba, halkbilimci Wolfgang Feurstein ile bir söyleşi yapmış. Bu söyleşiyi 1994 yılında  “Ogni Dergisi”nin Temmuz- Ağustos 5. sayısında yayımladık. Wolfgang Feurstein, söyleşinin bir yerinde Sovyetler Birliği Lazlarından İskender Tzitaşi ve Hasan Helimişi’nin adını da anar; önemleri üzerinde durur.

İskender Tzitaşi için ne yapılabilirdi ilk etapta?! “Ogni Dergisi”nde yayınlanmak üzere bir duyuru hazırladım. Daha doğrusu, “İskender Tzitaşi 1. Şiir ve Öykü Yarışması” başlıklı bir metin. Bunu açık söyleyeyim, oldu- bittiye getirdim; iyi de oldu. Gözden kaçmış olmalı ki, 5. sayıda yayınlandı.
1994 Temmuz veya Ağustos aylarındaydı. “Ogni Dergisi”ni bir süre yazıhanesinin arka odasında yayınladığımız avukat Ahmet Hulusi Kırım, o binadan taşınmaya karar verir ve taşınma hazırlıklar yapar. O taşınma sırasında, arşiv olarak kullandığı bir diğer küçük odanın da kapısı açıktır. Atılacak kimi eski gazeteler ve evraklar yerlere saçılmış; bir köşede toplanmış. İşte o atılacakların arasında tesadüfen Lazca bazı metinlerin fotokopiler buldum. Bu fotokopilerden bir kısmı da Osman Ûamûruli’nin “Nananena” adlı kitabında sözünü ettiği ve 1935 tarihini taşıyan kitaba, daha doğrusu “Alboni”ye, yani “Alfabe”ye aitti. Aynı “Oüitxuşeni Supara” gibi “Alboni” de İskender Tzitaşi adıyla yayınlanmıştı. “Alboni”nin atılacak o çöpler arasındaki fotokopilerini özenle toplamaya, biraraya getirmeye çalıştım. Bulduğum bir diğer fotokopi ise, 1929’de yine SB’de, Sohum’da yayınlanan “Mçhita Murutskhi” (“Kızıl Yıldız”) adlı Lazca gazeteye aitti.  Düşünebiliyor musunuz; üzerine titrenmesi gereken bu fotokopiler çöplüğe atılmış?! Lazcanın geçmişindeki çok önemli bir döneme ilişkin bu çok önemli kitabın önemini kavramamış olanlar nasıl kimlik mücadelesi yürütebilirdi ki? Nitekim bugün, o günkü cahiliye zihniyetinin klavuzluğunun sonuçlarını acı bir şekilde yaşıyoruz: Laz aydınlarının her biri ayrı telden çalıyor!



 “Alboni”yi Yayınlatıyorum

1994 Yaz’ında rahmetli Mehmet Yavuz Türköz ile birlikte Abhazya’ya gittim. Ne yazık ki, orada ne İskender Tzitaşi ne de diğer kitapları hakkında bilgi edinebildim. Aldığım tek cevap, “Gürcüler savaş sırasında arşivimizi, kütüphanemizi yaktı,” oldu.
Abhazya’dan döndükten sonra karar verdim; İskender Tzitaşi adını taşıyan “Alboni”yi yayınlatacaktım. Konuyu arkadaşlara açtım. Hiçbiri bu kitabın yayınlanması konusunda yardımcı olmaya yanaşmadı. Ne maddî ne de manevî destekte bulundular. Pencere Yayınları’ndan, eski arkadaşım Muzaffer Erdoğdu’ya konuyu açtım. Yayınevi teknik yardımda bulundu. Bütün masraflarını cebimden karşılayarak ilk baskısı 1935’te Sohumi’de yapılan “Alboni”nin tıpkıbasımını 1994 yılında İstanbul’da yaptırdım. “Alboni”, 1994 TÜYAP Kitap Fuarına yetişti; Pencere Yayınları standında satışa sunuldu. “Alboni” özel yayın olarak yayımlandı; bir arka kapak yazısı yazmakla yetindim. Kitabın yayınlandığını “Ogni Dergisi”  6. sayısından duyurdum. Kitabı edinme adresi olarak Pencere Yayınları’nın adresini verdim. Dağıtım konusunda Muzaffer Erdoğdu dayanışma gösterdi. Doğaldır ki, kitap masraflarını çıkarmadı. Olsun! Önemli olan o zaman diliminde “Alboni”yi yayınlamaktı.

1935’te İskender Tzitaşi adıyla yayınlanmış olan bu kitabın, “Alboni”nin tıpkı basımını yaptırmaktaki amacım neydi?! Bir mesaj vermek istedim. Lazların bir zamanlar Sovyetler Birliği’nde “Kültürel Hakları” vardı. Bununla Laz kimliğini yok sayan resmî ideoloji ve resmî tarih tezlerine meydan okumak istedim. İstediğim bir başka şey ise, İskender Tzitaşi ile ilgili gerçeklerin ortaya çıkması ve bu yolla da diğer eserlerine ulaşmaktı. Bütün bunlarla birlikte, Laz aydınlarında bu konuda bir duyarlılık oluşmasını da amaçlıyordum. İskender Tzitaşi, Laz kimlik mücadesi açısından önemliydi. Kişi olarak kimliğinin, mücadelesinin ve diğer eserlerinin ortaya çıkarıması gerekiyordu. Böylelikle Türkiye’deki kimlik mücadelesine katkıda bulunulmuş olunacaktı. Laz kimliğini Sovyetler Birliği’nde yok sayan resmî ideoloji ve tarih tezlerinin Moskova üretmişti. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla bu tezleri Tiflis devraldı.  İskender Tzitaşi’nin ve mücadelesinin tüm yönleriyle ortaya çıkarılması hem Gürcüstan ve hem de Türkiye’deki Laz kimlik mücadelesine katkıda bulunacaktı. Lazların Sovyetler Birliği’nde “Kültürel Haklar”a sahip oldukları dönemdeki bütün ders kitaplarının Türkiye’de yayınlanması da çok anlamlı olacaktı. “Alboni”den sonra “Oüitxuşeni Supara”nın tıpkıbasımını yaptırmak için çaba harcadım. Ancak onu yapmaya maddî gücüm yetmedi. Bu konuda destek sağlayacak Laz aydınları henüz ortada yoktu.
Ne İskender Tzitaşi hakkında sağlıklı bilgilere ulaşabildim ne de diğer eserlerine. Ancak 1995 yılından başlamak üzere, “Birikim Dergisi”nin 72- 72. “Etnik Kimlik ve Azınlıklar” dosyasına yazdığım Lazlarla ilgili uzunca makalede olsun, Ünal Cuğ ve Hayri Ersoy’un yayınladıkları “Alaşara Dergisi”ne yazdığım makalelerde olsun İskender Tzitaşi’ye dikkat çekmeye çalıştım. “Tarih ve Toplum Dergisi”ne yazdığım makalelerde de bu konuya dikkat çekmeye çalıştım.  “Kafkasya Yazıları” “Alboni”yi sahiplendi. “Alboni”ye ilişkin ilginç bir tanıklık da vardır. Özcan Sapan, “Kafkasya Yazıları”nın 1998/ 5. sayısında bir tanıklığı aktarır: “Nena Putxun, Çhara Doskidun” (“Söz Uçar, Yazı Kalır”).




Hasan Helimişi, İskender Tzitaşi’ye Karşı Öne mi Çıkartılıyor?!

 İskender Tzitaşi’yi ve mücadelesini, daha doğrusu o dönemki Laz aydınlarının kimlik mücadelesinin açığa çıkartılması ve o dönemde yayımlanan kitapların edinilmesi için bireysel değil, kolektif bir çaba gerekiyordu. Ancak o yıllarda Laz aydınları henüz İskender Tzitaşi’nin önemini kavrayamamıştı. Tam da bu dönemde Hasan Helimişi gündeme getirildi. Hasan Helimişi’nin adını da Wolfgang Feurstein’ın söyleşisinden öğrenmiştik. Lazolog İsmail Avcı Bucaklişi, 2000 yılında yayınlanan Mjora Dergisi’nin 1. sayısında bizlere bir sürpriz yaptı ve Hasan Helimişi hakkında ayrıntılı bir makale yazdı: “Romantik Bir Laz Sürgünü: Helimişi Hasani.” Makale, Hasan Helimişi hakkında oldukça ‘doyurucu’ bilgiye sahipti. Hasan Helimişi’nin diğerleriye beraber bir resmi de yer alıyordu. Hasan Helimişi’nin tabloları hakkında 1979’da Rusça olarak yayınlanmış bir katolog da makaleye eklenmişti. Katoloğu Türkçe’ye Murat Papşu çevirmiş. Mjora Dergisi’nde Hasan Helimişi’nin iki şiiri de yayınlanmıştı: “Mu Ôat E Skiri!” ( Ne Yapalım Ey Oğul!”) ve “Onçamure” (“Dibek”).

Hasan Helimişi, 1907’de Ortahopa’da doğmuş. Varlıklı bir ailenin çocuğu. Birinci Dünya Savaşı sırasında muhacirlik yaşıyor. Çok genç yaşlarda TKF ile tanışıyor; kadroları arasında yer alıyor. 1932’de Sovyetler Birliği’ne gidiyor. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Halk Eğitim Komiserliği tarafından Leningrad’daki Ulusal Azınlıklar Okulu’na gönderiliyor. Dans, müzik, tiyatro gibi dallarda da eğitim alıyor. 1935’de bir tramvay kazası geçiriyor ve sağ bacağını kaybediyor. Eğitimini tamamlayamıyor. Türkiye’ye dönemiyor. Batum’a yerleşiyor. Ancak SBKP’deki tasfiye hareketi Hasan Helimişi’yi de etkiler. 1938’de tutuklanır. Kısa süre sonra serbest bırakılır. Ancak İkinci Dünya Savaşı bitiminde bu kez Sibirya’ya, Tomskir’e çoluk çocuk sürgüne gönderilir. Stalin’in ölümünden dört yıl sonra Batum’a gönderilir. Kuşkusuz Hasan Helimişi de önemli bir kişiydi. Muhtemelen İskender Tzitaşi’yi tanıyordu ve yine büyük ihtimaldir ki, diğerleriyle birlikte, Lazlaların Sovyetler Birliği’nde  “Kültürel Haklara” sahip oldukları dönemde aynı çalışma grubu içinde yer almıştı. Ancak İskender Tzitaşi katledilmiş, Hasan Helimişi ise sürgünlere gönderilmişti. Aynı kadrodan Muhammed Vanilişi ise, o dönemde hiç zarar görmemiş, üstelik önemli kadrolara getirilmişti. Karşıki Sarp’ta Hasan Helimişi gibi en az bir düzine insan bulunduğuna kuşku yok. Ancak Hasan Helimişi her nedense ön plana çıkarılır. Bunun da ötesinde, Hasan Helimişi’den çok daha fazla bir öneme sahip İskender Tzitaşi hakkında hiçbir bilgiye ulaşılamaz. Adeta Hasan Helimişi kullanılarak İskender Tzitaşi dikkatlerden kaçırılmak istenir. Bu konuda İsmail Avcı Bucaklişi’nin değil ancak, onu Hasan Helimişi hakkında bilgi ve belgeye boğanların bir kastı olabilir. Nitekim Batum’da bir sokağa Hasan Helimişi’nin adı bile verilir; adına müzik festivalleri, sergiler bile düzenlenir!




“İskender Tzitaşi Kimdi? Neden Öldürüldü?”

 İskender Tzitaşi hakkında uzunca da bir makale yazdım. Bu makalemi “Yeni Kafkasya Gazetesi”nin 36 (1) nolu sayısında 9 Ağustos 2001 tarhinde yayımlandı. Makalemin başlığı şöyleydi: “Yazılı Laz Edebiyatının Öncüsü İskender Tzitaşi Kimdi? Neden Öldürüldü?” Bu makaleyle de İskender Tzitaşi’ye ve kimlik mücadelesine  dikkat çekmeye çalışmıştım. Gürcistan ve Türkiye’deki resmî ideoloji ve resmî tarih tezleri etkiliydi. Laz aydınları da bu tezlere karşı mücadele edebilecek donanıma hâlâ sahip değildiler. Eğer bugünkü donanım, cesaret ve kolektif bilinç o zaman olsaydı, bugün Laz kimlik mücadelesi daha başka bir konumda olacaktı.

İskender Tzitaşi’nin önemi nereden geliyor? İskender Tzitaşi, Abhazya ve Acaristan’da yaşayan ve anadilleri Lazca olan çocuklara anadillerinde öğretim konusunda önemli adımlar attığı ve bununla da yazılı Laz Edebiyat’ının öncüsü olduğu için önemlidir. 1920’li yılların ikinci yarısından neredeyse 1937 yılına kadar bu alanda faaliyetlerini yürütür. İskender Tzitaşi, yalnızca yazılı Laz Edebiyatı’nın öncüsü değil, aynı zamanda da Sovyetler Birliği Lazlarının yeni ekonomik düzen içinde kolektif örgütlendirmelerinde de önemli bir öncüdür; Sovyetler Birliği Laz Halk önderidir. Tabi İskender Tzitaşi bütün bu olumlu işleri tek başına yapmamıştır. Etrafında Lazlardan ulaşan kuşkusuz bir kadro vardı. Burada akıldan hiç uzak tutulmaması gereken ise, onun kompartiyalı olduğu ve yönetim tarafından da desteklendiğidir. Yukarıda belirttim; daha önceki kıt bilgilerlerimle İskender Tzitaşi’nin kimliğine ilişkin bir makale yazdım. Daha doğrusu, konuyu irdelemeye çalıştım. Kendisini ve dolayısıyla mücadelesini gündeme getirmeye çalıştım, günümüz Laz kimlik mücadelesinde bir model olarak kabul edilmesini istiyordum. Bugün artık, o makalemi yazdığım bilgi dağarcığımın çok üzerinde bir bilgiye sahibiz İskender Tzitaşi ve yaptıkları hakkında. İrfan Ç. Aleksiva, çalışmalar yürüttü ve İskender Tzitaşi ile ilgili bilgileri bizlere ulaştırdı.



Günümüzde Lazca Öğretimi ve Lazca İle Eğitim

Burada 2012 içinde İrfan Ç. Aleksiva’nın desteğiyle açığa çıkan ve Türkiye’de yayınlanan iki kitabın adını anmadan geçemeyeceğim: “Oxesaôuşi Supara” ( Lazca “Matematik Kitabı”) ve “Çkuni Chara- Albonişi Supara” ( “Yazımız- Alfabe Kitabı”). İskender Tzitaşi adıyla 1930’lu yıllarda Sohum’de yayınlanan ders kitaplarından yalnızca ikisi bunlar. 1994’te tıpkıbasımını yaptırdığım “Alboni” ve şu anda internet ortamında bulunan “Oüitxuşeni Supara- Majurani fila” ile birlikte İrfan Ç. Aleksiva’nın yayınlanmasına katkıda bulunduğu diğer iki kitap Lazcanın yetmiş sene önce eğitim ve öğretim dili olduğunu göstermektedir. Bu yönüyle de İskender Tzitaşi’nin eğitimciliği günümüze de önemli bir örnek teşkil etmektedir. Günümüzün Laz aydınlarının İskender Tzitaşi’den öğrenecekler çok şey var. İskender Tzitaşi’nin önemi yeni yeni kavranıyor ve eserleri de yeni yeni burada yayımlanıyor. Yalnızca yayınlanan eserleri değil, aynı zamanda da İskender Tzitaşi’nin yazdığı mektuplara da ulaşıyoruz. Artık İskender Tzitaşi’nin üzerindeki sis perdesi de kalkıyor. Sovyet Ansiklopedisi’ne yazdığı “Lazlar ve “Lazca” maddelerinden de haberdarız artık. Bütün bu bilgilerin açığa çıkmasına öncülük eden İrfan Ç. Aleksiva’ya çok şey borçluyuz.

Burada eğitim emekçisi ve yazar Hasan Uzuhasanoğlu’nu da anmak gerekiyor. Kendisi bu öğretim yılında anadil sınıfı açılması için yörede çaba göstermiştir. Velilerin dilekçe vererek okullarda Lazca anadil dersleri açılması konusunda duyarlılık göstermelerine önderlik etmiştir. Nitekim anadil sınıfı açılması için yeterli sayıda dilekçe verilmiş ancak henüz müfredat hazır olmadığı için Lazca anadil dersleri bu yıl verilememiştir. Ümit ederiz, Laz aydınları son deklarasyon konusunda gösterdikleri hassasiyeti “Lazca Anadili Müfredat” konusunda da gösterirler de, müfredatı M.E.B Talim Terbiye Kurulu’na sunarlar ve takipçisi de olurlar. Ancak bu bir veya iki kişinin imzasıyla değil bu konuya kafa yoran bütün Laz aydınlarının imzasıyla gerçekleştirilmelidir. Yılmaz Avcı  ve ben standart A1 ve A2 formatında Lazca bir müfredat programı hazırladık…“Lazca Anadil Dersleri Sınıfları”,yalnızca Lazların tarihsel olarak yaşadıkları yörelerdeki okullarda değil, Batı’daki “Muhacir Köyleri”nde de, İstanbul’da da açılmalıdır; açılabilir. Bunun için Laz aydınları, şapkalarını önlerine koyup düşünmelidir.

Çeşitli kurumlarda Lazca ders verenler de aralarındaki iletişimi geliştirmelidir. Birbirlerinin ne yaptığından haberdar olmalıdırlar. Birbirlerinden öğrenecekleri çok şey var. Bütün bunları neredeyse otuz yıllk tecrübe ve birikime sahip bir yabancı dil öğretmeni olarak söylüyorum. Örnek vermek gerelirse, Kocaeli’de kurulu Sima Vakfı’nda Lazca dersleri veren Munir Yılmaz Avcı ile dayanışma gösteriyoruz. Munir Yılmaz Avcı, bir anlamda bana danışmanlık yapıyor. Ne zaman başım sıkışsa, onu hemen yanında görüyorum. Burada verdiğim dersler, Aka-der yetkililerinin talebi üzerine ders materyali olarak yayınlanacak.

İskender Tzitaşi’nin çizgisine yaklaştıkça, Laz aydınlarının dayanışma göstererek kolektif bilinçle Laz Kimliğini yaşatma mücadelesini güçlendirdikleri görülmektedir. Ondan uzaklaştıkça da Laz kimliği, Laz dili ve bunlar için mücadeleden uzaklaşılmakta konu, ego tatmin aracı olarak kullanılmaktadır. İşte bu sebepledir ki, TRT 2004’te Lazca radyo- televizyon yayını yapmadığı zaman da, bu öğretim yılında Lazca okullarda seçmeli ders olamadığında da Laz aydınları varlık gösteremediler. Laz aydınlarının öncelikle yapmaları gereken, ego ve siyasî yaklaşımlarını bu konuda bir yana bırakarak biraraya gelerek kimlikleri için neler yapmaları, neleri yapabilecekleri konusunda birlikte çalışmalarıdır.

İskender Tzitaşi Abhazya ve Acaristan Lazları Halk önderidir. 1930’lu yıllarda haksız yere tasfiye edilmiş ve katledilmiştir. Artık itibarı iade edilmelidir. Bu konuda hem Tiflis’e hem de Sohum’a görev düşmektedir.

Laz Kimliğini yaşatma mücadelesi son derece ciddî bir konu. Laz kimliğini yaşatma denilince de öncelikle İskender Tzitaşi çizgisinde buluşmak gerekir. İskender Tzitaşi, Lazca gibi anadillerinin kozmopolit kent hayatında nasıl yaşayacağına ilişkin olarak bizlere seksen yıldan beri ışık saçmaya hâlâ devam ediyor.

Geçmişte hem Türkiye’de hem de Sovyetler Birliği’nde Lazca ile eğitim vermek gerekiyordu. Bu kısmen kısa bir süre SB’de uygulandı. Türkiye’de ise, Lazca hiç güzel günler görmedi; yok edilmeye çalışıldı. Günümüzde ise, Lazcayı hem öğretmek hem de Lazca ile eğitim- öğretim yapmak gerekiyor. Bu konuda çaba göstermesi gerekenler ise, Laz aydınlarıdır. Bütün bunlar iki-üç kişinin altından kalkabileceği işler değil; kişisel donanım, cesaret ve kolektif duruş ve bilinci gerektiriyor. Bu konularda Laz aydınları, küçük burjuva kendini beğenmişlikleri ve dar grupsal taassubu terk edip ciddî işleri birlikte yapmanın yollarını aramalıdırlar. Yoksa tarih onları lânetliyecektir. İzlenecek çizgi bellidir, kuşkusuz İskender Tzitaşi’nin çizgisi.

Katılım ve katkılarınız için teşekkür ederim.




İskender Tzitaşi ile İlgili Önerilen Okumalar:


-Ali İhsan Aksamaz (1997): “Kafkasya’dan Karadeniz’e Lazların Terihsel Yolculuğu”, Çiviyazıları Yayınevi, İstanbul.
-Ali İhsan Aksamaz (2000): “Lazlar”, Sorun Yayınları, İstanbul.
-Ali İhsan Aksamaz (2011): “Laz Aydınları ve Sorumluluk”, Sorun Yayınları, İstanbul.
-Ali İhsan Aksamaz (2011): “Doğu Karadeniz’de Resmî İdeolojiler Kuşatması”, Belge Yayınları, İstanbul.
-Ali İhsan Aksamaz (2012-13): “Makaleler”, www.lazca.org, www.yusufbulut.com
-İskender Tzitaşi (1994): “Alboni” (“Alfabe”), (Tıpkıbasım, yayına hazırlayan: Ali İhsan Aksamaz, İstanbul.
-İskender Tzitaşi (2012): “Oxesapuşi Supara” (“Lazca Matematik Kitabı”), (Tıpkıbasım, sözlük; yayına hazırlayan: İrfan Ç. Aleksiva), Geoaktif Yayınları, İstanbul.
-İskender Tzitaşi (2012): “Çkuni Öara- Albonişi Supara” (“Yazımız- Alfabe Kitabı”), (Tıpkıbasım, sözlük; yayına hazırlayan : İrfan Ç. Aleksiva), Laz Kültür Derneği, İstanbul.
 (*) 14 Nisan 2013 Pazar günü Kadıköy Aka-der’de “Lazuri Mektebi” tarafından düzenlenen  “İskender Tzitaşi’den Bugüne Lazca Eğitimi” başlıklı paneldeki sunum metnimdir.



Ali İhsan Aksamaz, “Laz Kimlik Mücadelesinde İskender Tzitaşi’nin Önemi” Aka-der, Kadıköy, Kadıköy, 14 Nisan 2013

aksamaz@gmail.com

https://www.youtube.com/watch?v=P7gMkKCC-j8












“Romani nç̆aralobaşi irişen ʒ̆oxlemxtimu noʒ̆ile ren!”

      “Romani nç̆aralobaşi irişen ʒ̆oxlemxtimu noʒ̆ile ren!”     [ Goʒ̆otkvala : Ma A. Cengiz Bukeri doviçini dido ʒ̆anapeş ʒ̆oxle...